Halit Kakınç için hafıza testi
Halit Kakınç imzalı, 2012 baskılı Struma romanı (Nazilerden kaçan Yahudileri taşırken batırılan ve 769 kişinin öldüğü faciayı anlatıyor) ile yine Halit Kakınç imzalı, 1976 baskılı “Nürnberg Mahkemesinin Zalimane Kararları” makalesi (Yahudilerden sabun yapan Nazileri yargılayan mahkemenin,“hukuk kaidelerini ayaklar altına aldığını” savunuyor) arasındaki fikri uçuruma dikkat çekmemiz üzerine Halit Kakınç’tan şöyle bir cevap geldi:
“Söylediğiniz tarihte ben 24 yaşında idim. Büyük Gazete ile uzaktan yakından bir ilgim olmadı. Söz konusu gazetede tek satır bile bir şey yazmadım. Konudan haberim bile yoktu. O mahkemeler ile ilgilenmek için bir nedenim de yoktu. Söz konusu gazeteyi de sadece birkaç kez okuyucu olarak gördüm. Hepsi o kadar.”
***
Balzac “Cromwell”i yazdığında 20, kendisini üne kavuşturan “Les Chouans” basıldığında ise 30 yaşındaydı. Beethoven Mozart’ın peşine düştüğünde 17, senfonisini tamamladığında 30 yaşındaydı. Picasso’nun yapıtları dikkatleri çekmeye başladığında henüz 20’sindeydi. “Dünya ölçeği” değil bu; Halide Edip Tanin’de, ölüm tehditleri almasına yol açan yazılarını yazdığı sırada 24’ündeydi! “24 yaş”, “daha” ile, “henüz” ile ifade edilebilecek “erken” dönemi değil yani. Kaldı ki 1970’li yılların Türkiyesi göz önüne alındığında, değil 24, 14-15 yaşındaki çocuklar bile ülke ve dünya meselelerine dair bir fikir/duruşa sahipti. 17-18 yaşındaki gençler; söylemleriyle kitleleri yönlendiriyordu. Kakınç’ın “yazmadım” gerekçesi olarak “24 yaş”ı sunmasını garipsedim.
Kakınç’ın beni ikna edememiş olmasının bir anlamı yok tabii. Olur ya, ya başka bir Halit Kakınç varsa? Bu şüpheden yola çıkarak Kakınç’tan yazımı internetten değil, gazete baskısından okumasını rica ettim. Gazetede, söz konusu yazının küpürü de vardı. Makaleyi -çok doğal- unutmuş olabilirdi; üzerinde adı yazılı, bol resimli bu gazete sayfası da hafızasının tazelenmesine yardımcı olabilirdi.
***
Dün sabah gönderdiği ikinci e-postada, gazetede yayımladığım küpürü inceleme gereği hissetmediğini söyledi:
“Yazınızı internet ortamında okudum. Makaleyi gazetede görmedim. Görsem de fark etmeyecek, çünkü belli ki bu tuhaf bir komplo. (...) Semitizm-Antisemitzm ile bugüne kadar hiç ilgilenmedim. Sözünü ettiğiniz görüş çizgisi ve yayınları ile uzaktan yakından bir bağım olmadı. Olması da düşünülemez. Adım sol kesimde faşist, sağ kesimde komüniste çıktı, aldırmadım. Fakat bugüne kadar hakkımda bir an bile köktendinci-antisemitist denildiğini duyan olmadı. Olmuş olsa, açıkça söylerim. Hayatım boyunca hiçbir şeyden korkmadım. Bu bir gelişme-evrimleşme derim, çıkarım. Ama yok. Bu samimi bir sohbet oldu. Sizden ricam, öyle bir belgeyi getiren-ileten her kimse, araştırın. Bu tezgâhın arkasındaki kaynağı ve nedeni doğrusu merak ettim.”
Kakınç mesajının sonunda “üslubumundan” duyduğu rahatsızlığı da dile getirmişti. Bana da Kakınç’ın “üslubu” rahatsızlık verdi. “Görsem de fark etmeyecek, çünkü belli ki bu tuhaf bir komplo” peşin-kesin hükmü bir “bilim insanı”na yakışıyor mu?
***
Bir an için olayın dediği gibi bir “komplo” olduğunu varsayalım. Bu durumda, 1976’da, Nostradamus’un hortlayıp Mehmet Şevket Eygi’nin ruhunu ele geçirmiş olması gerekli. Ki... Siyonizmin baş düşmanı Eygi, “Halit Kakınç 33 yıl sonra Struma’yı yazacak. En büyük desteği İshak Alaton’dan alacak. Ben bugünden onun adıyla Nazilere destek veren bir yazı döşeneyim de görsün gününü” diyerek sahibi olduğu Büyük Gazete’de böyle bir neşriyata girişebilsin! 2007 yılında piyasaya sürülen Calibri karakteri ile 2003 yılında darbe planı yazılabileceğini iddia etmekten bile daha uçuk bir “komplo” teorisi!
Hem sonra bu “belge”yi bize kimse “getirmiş-iletmiş” değil ki; sahaf düşkünleriyle dolu Yeniçağ’da hemen her gün yaptığımız gibi eski gazete, dergi arşivlerini karıştırırken kendi ayağıyla geldi, buldu bizi!
Sayfa, sahafçılara sızan ve “Bir gün kesin Yeniçağ’dan birileri gelip bu cildi satın alacak” kehanetinde bulunan “komplocular” tarafından iliştirilmiştir belki diyeceğim ama, ayıptır söylemesi ben de Sanat Tarihi eğitimi almış biri olarak az buçuk, orijinal esere yapılan müdahaleleri anlarım yani!
Basbayağı, Büyük Gazete’nin 9 Kasım 1976 tarihli, 23. sayısının 13. sayfasında Halit Kakınç imzasıyla yayımlanmış yazı! İnanmayan, Adli Tıp’ta analiz ettirsin!
***
Sonra velev ki “komplo” ... 33 yıl sonra biz hatırlatınca mı öğrendiniz bunu? “Okuyucu olarak birkaç kez gördüğünüz” bu gazetede, sizin adınızla, sizin “ilgilenmek için bir nedeninizin olmadığı” bir konuda tam safya ebadında bir yazı yayımlanıyor ve bir Allah’ın kulu sizi arayıp da “Yahu Halit, senin bu işlerle uzaktan yakından ilgin yoktur, nerden icap etti böyle bir yazı yazmak” diye sormaz mı? 33 yıl önce tekzip dahi edilmemiş yazı “komplo”nun eseri mi oldu şimdi?
***
Bence gülünç olmasına rağmen, nesnel davrandım ve Kakınç’ın sözlerini dikkate alıp, “araştırdım”. Yeni soru işaretlerine ulaştım. Sayın Kakınç, hafızanızı zorlayın ki biz de okuru muallakta bırakmayalım, Struma gibi derinlere gömülmeye başlayan bu mevzuyu aydınlatalım: Eygi ve yayınları ile “hiçbir bağınızın olmadığından” emin misiniz? Mesela Eygi’nin sahibi olduğu Büyük Gazete’nin Yerebatan Caddesi’ndeki binasına hiç gitmediniz mi? Yine Eygi’nin sahibi olduğu Bedir Yayınevi için hiçbir çeviri yapmadınız mı?
Yanlış anlamayın; bunları yapmış olmak ne suç, ne ayıp, ne de utanılacak bir davranış. Sonuçta “Bu bir gelişme-evrimleşme” der çıkarsınız işin içinden. Ama bir soruyu cevaplama şartıyla; Madem böyle bir “evrim” makbul; o zaman siz ne diye 40’lı yılların Cumhuriyetini “faşizandı da sonradan dönü” diye dilinize doladınız?
Selcan Taşçı
BASINDAN SEÇMELER
Dini Kur’an’a teslim edin
Hz. Muhammed, irinli şuuraltının ileriki zamanlarda ümmetinin hayatında hortlamaması için çok büyük mücadeleler verdi. Hatta denebilir ki, onun bütün mücadelesi bu şirk şuuraltının hortlamasına yönelik bir mücadele olmuştur. Unutmayalım, Kur’an, tek düşman olarak zulmü göstermekte ve şirki de zulümlerin en büyüklerinden biri olarak tescil etmektedir.
Hz. Muhammed’in endişesinin boşuna olmadığını tarih bize gösteriyor.
(...)
Bugün tüm İslam dünyası, o arada Anadolu, korkunç bir ‘gizli şirk’ (tabir, Peygamberimizindir) illetinin pençesinde kıvranmaktadır. Maskeli şirk, ruhaniyet, ermişlik, ‘ulemay-ı fihâm, mesâyihi kiram hazarâtına, sakal-ı şerîfe, türbe-i mübarekeye, mekaabir-i evliyaya hürmet’ adı altında tevhidin ölçülerini bir bir yıkmakta, kitleleri sinsi bir şirkin kahrı altında inim inim inletmektedir. Bu vahim şirkin en büyük zararı ise gerçek Allah adamlarının töhmet altında kalmaları olmaktadır. Şapla şeker, kuru ile yaş birbirine karışmıştır.
Tevhidi vicdanına egemen kılmış benlikler, Kur’an penceresinden bakarak şunu görmekteler: Anadolu, şirk hastalıklarının kahrı altında yanıp kavruluyor. Yarı ilah veya kamufle edilmiş sahte peygamber durumunda bir yığın ‘yol vurucu maskeli müşrik’ ortalığı sarmıştır. Bunların içinde Allahlığını, peygamberliğini açıkça ilan edenler bile vardır. Gören gözler içinse bunlar birer Müseylimetül Kezzâb (yalancı peygamber) hortlağıdır. Gençlik; ruhaniyete, ermişliğe davet adıyla bu Müseylime bozuntularının hegemonyası altına çekilmektedir. Bunların sömürülerine hammadde hazırlamak için din, âdeta Kur’an düşmanlığıyla, ilim ve akıldan tiksinmeyle eşit hale getirilmiştir. Kitlenin akla ve Kur’an’a dönüşünü hayal etmek bile bu müşrik bezirgânların nefesini kesmektedir. (...)
Gerçek dine saygılı benlikler sesleri çıktığınca haykırıyorlar:
Temiz ve kozmik bir kana ihtiyaç var! Maskeli şirk irinini bireysel ve sosyal bünyemizden atacak bu Levhi Mahfuz kaynaklı kan Kur’an’dadır.
İnsanımıza ilan ediyoruz: Dini Kur’an’a teslim edin, hurafe ve şirk ticaretini durdurun. Yoksa tevhidin sahibi olan kudret ‘sûr’a üfürülmesini emredecektir. Onun şu uyarısını artık dinleyin:
“Zulmedenler, hangi devrime uğrayıp baş aşağı döneceklerini yakında bilecekler.” (Şuara, 227)
Yaşar Nuri Öztürk / Yurt
+++
KISA... KISA...
Siyasetçisinden askerine kadar.. Topyekün dökülüyor ülke... Bedelini şehitler
ödüyor...
Melih Aşık / Milliyet
***
Zerre kadar kuşkum yok, işte yazıyorum buraya, (Balyoz Davasında) beraat dışında verilecek bütün mahkûmiyet kararları, en son noktada, mahkemeye rücu edecektir.. Düşünüyorlar ki kim öle kim kala!
Orhan Bursalı / Cumhuriyet