Hâlâ mı koltuk kapmaca...
“CHP’de deprem...”
“MHP’de istifa sesleri...”
Parti içi muhalefetlerin yenilenen/yinelenen talepleri; parti içi iktidarların bu talepleri redleri...
-Olağanüstü- kongre toplama gayretleri, -olağan- bunu bertaraf hamleleri...
Her biri öngörülen/şaşırtıcı olmayan bu gelişmeler paralelinde meslek hayatımda işitmediğim hakareti işittim 10 Ağustos gecesinden beri. Taarruzlarını ağza alınmayacak sıfatlardan arındırdıktan sonra özetlemek gerekirse, şu bütün dertleri:
-Niye eleştirmiyorsun muhalefeti?
***
Muhalefeti eleştirmemek gibi bir andım/inadım yok; milletin-devletin bekası için tehdit oluşturduklarında değil muhalefet, babam olsa tanımam! Sevgi-saygı duyduğum çok; ama hiçbir siyasiyle uğruna kalemimi esir edecek türden bir göbek bağım da yok; önce bunu bir not düşeyim; hadsizler bilsin.
***
Üç gündür musallat olan seviyesizliğe gelince;
Kimi, ne zaman, ne için eleştireceğim konusu kimsenin talimatına açık, emrine amade değil; bu bir.
“Selden kütük kapmak” tarzım değil; bu iki.
İlhamımı;
Bir siyasi zihniyeti -mesela “despot” diye, mesela “antidemokrat” diye, mesela “koltuğa yapıştı” diye, mesela “kindar” diye, mesela “ötekileştiriyor” diye- eleştirirken, kendileri gibi düşünmeyenleri linçte zerre tereddüt etmeyen, insanları hakaretle, küfürle, önyargıyla, peşin hükümle, bayağı yaftalarla “yola getirmeye” kalkışan küflenmiş “siyaset kabadayıları”ndan alacak kadar ufuksuz değilim; bu üç!
Madem ülkenin haline o kadar içiniz parçalanıyor, madem size göre bunun bütün mesuliyeti CHP ve MHP’yi yönetenlerin omuzlarında, madem sizin gibi “cevher(!)” lere gelmeli artık sıra; çıksanıza ortaya! Kendi “yüksek fikirleri”ni dahi savunacak cesareti olmayan insanların “proje”lerine alet olacak kadar “çok afedersin enayi” mi duruyorum oradan bakınca. Üzgünüm ama bu manada çok “kullanışlı” bir model olmadığımı ilan etmek isterim; “alet” olmaya alerjilidir bünyem benim; bu da dört!
Ha bir de tabii bu siyaset dehaları zahmet edip Siyasi Partiler Kanunu ile CHP-MHP tüzüklerini okurlarsa; kurultaylarda belirleyici olanın atılan “tivit” yahut “manşet” değil “oy” olduğunu göreceklerdir mutlaka!
Emine Ülker Tarhan’dan utanın, kimine göre doğru-kimine göre yanlış ama kendi inandıklarını “bütün siyasi sorumluluğunu üstlenme” erdemini göstererek, çıktı bizzat kendisi ifade etti;
Sorun bakalım bugüne kadar bir tek gazeteciyi “saldır” diye taciz etmiş mi!
Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı olduğu ortamda tutup da “her şey güllük gülistanlık” dersek milletin zekasıyla dalga geçmek olur; matematiksel olarak önde başlanmış bir yarış “psikolojik savaş” kaybedilerek geride noktalanmışsa elbette söylenecek-yazılacak-yapılacak çok şey var ama şahsen bugünlerde önceliğim başka.
Siz 10 Ağustos 2014 gecesi beliren haritaya baktığınızda başarısız liderler, kaybedilen kaleler görüyor olabilirsiniz; ama ben çok daha ağır bir yaralı görüyorum orada:
Türk Milleti!
Görmüyor musunuz nasıl dilimlendiğini;
Sarı-kırmızı-mavi.
Başı bir yerde, gövdesi ayrı, ayakları ayrı; yeniden birbirine tutunmalarını sağlamak için “merhem” kâr etmeyecek artık belli.
Dikiş tutar mı peki, vatanın kopma noktasına gelen uzuvları;
O da şüpheli!
Kırklareli, Edirne, Tekirdağ, Çanakkale, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Denizli, Muğla, Antalya, Burdur, Mersin, Adana, Osmaniye, Hatay;
Adeta bir “direniş hilali” oluşturmuş; dün düşmanı denize dökmekle övündüğümüz Türkiye’nin sahilleri!
Ve lakin “yeni rejim”in gözünde o “düşman” oldu şimdi; o “öteki” !
Bir de Eskişehir var tabii;
Bir “yıldız” gibi parlıyor bozkırın ortasında ama tek başına, yalnız bir yıldız; kederli!
“Yıkılan kaleler” ise seçim analizlerinin vazgeçilmez şifresi;
Samsun, Amasya, Erzurum, Sivas, Sakarya, Afyon, Kocatepe, Dumlupınar; Ankara düştü; “Kurtuluş”un yolu, “Cumhuriyet”in rotası şaştı; bu “toplumsal dönüşüm”e kafa yormak gerekmez mi!
***
Kimse kusura bakmasın ama;
Iğdır’da Erdoğan-İhsanoğlu tercihlerine bölünen yüzde 56’lık “Türk varlığı” na karşın, yüzde 42’lik blok oyla “zafer” ilan eden “Kürt varlığı”nın nasıl “bir arada yaşama” becerisi göstereceği,
Bursa’da Erdoğan’ın yüzde 54’le “önde” bitirdiği yarışta, “yüzde 50”nin seçmen profilinin yarısına denk geldikleri halde “azınlığa” dönüşmesi,
İstanbul’da yüzde 49 oy alan Erdoğan Çankaya’ya çıkarken, metropolün yüzde 41’inin bir gecede “sistem dışı” edilmesi,
Türkiye’de sandığa gidenlerin yüzde 10’a yakınının PKK’nın adayı tarafından temsil edilmek istediklerini beyan edebilmesi,
Bütün bunlar, kimin hangi partinin, nesi olacağından daha çok ilgilendiriyor beni.
***
10 Ağustos’ta -evet- mezalimi yaşamış dedelerinin kalpakları, ninelerinin yazmaları başlarında, şimdi onları “sahillerde yan gelip yatanlar, keyif erbabı” diye ötelemeye çalışan iktidara inat, pazen etekleri, lastik ayakkabıları, “yüklük” lerinde sakladıkları Selanik işi setreleriyle, zulmün ve kıyımın ne olduğunu anlatmak için yeniden yollara düşmeye hazır olduğunu ilan etti Trakya’nın bir avuç “mavi” bakışlı Mustafa’sı, Kemal’i, Zübeyde’si, Namık’ı...
Peki “harita”ya göre, onlara yeni bir “Mesudiye”nin kapılarını açacak Ali Baba’lar çıkmaz mı yani?
Efe’ler “hayda bre” çekerlerse bu ülkenin namusuna göz dikenlerin üzerine doğru... Çiçek çiçek, üzüm üzüm oyalı “kızıl” başlıklarıyla onlarla yan yana yürürse Zeynep’ler, Elif’ler yeniden...
Bir Rıfat Efendi çıkmaz mı buyur edecek onları Tokat’ta yine?
Diyarbakır’dan bir Ziya, ses katmaz mı seslerine?
Birbiriyle hiçbir “ortaklığı” kalmamış duran o üç dilimin sararan-solan bölgelerinde mahsur kalan, batıdaki o “direniş hilali”yle aynı duyguları/ülküleri paylaşan bu insanlar nasıl barınacaklar “aidiyetlerini” yitirdikleri köylerde, şehirlerde; selam alıp-vermez oldukları konu-komşu içinde?
İşte bu acil müdahale gerektiren, kapanması hayati önemdeki yara “açık” duruyorken; yine kimse kusura bakmasın ama hiç heyecanlandırmıyor beni koltuk kapmaca oynama heveslileri!