Haksız yere bunca zulüm...
Bayramlar “kavuşma” günleri madem, bizim de çorbada bir tuzumuz olsun; en azından demir parmaklıkların ardına hapsedilen çığlıkları buluşturalım sizinle.
İlki Hasdal’da hükmen tutuklu bulunan Balyoz sanığı Deniz Kurmay Albay Faruk Doğan’dan:
H H H
“Teğmen Noyan’ın tutukluluğunu sona erdiren salıverme emri Hasdal zindanına ulaştığında vakit gece yarısını geçmişti. Hava buz gibi soğuk ve dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu.
Veda etmek için uğradığında; “Tahliye olmak için kötü bir hava, keşke sabaha veya yağmur dinene kadar bekleseydin. Zaten güneşin doğmasına da birkaç saat kaldı” dedim, özgürlüğün engel tanımayacağını bile bile.
(...)
Ondan önce tahliye olanlar da, genellikle böyle, gecenin kör karanlığında yataklarından kaldırılıp, kara, yağmura aldırış edilmeden, bir saatten daha kısa bir süre içinde demir parmaklıkların özgürlük tarafına konulmuşlardı.
(...)
Bu durum bana, geçen yıl bir yakını önemli bir suç şüphesiyle 3 gün gözaltında tutulup, salıverildikten sonra, adli makamlara, bu akrabasının hayatından çalınan 3 günün hesabını kimin vereceğini soran Bakan Hayati Yazıcı’nın yakarışını hatırlattı.
Oysa bugün devam eden kurgu davalara baktığımızda, suçsuzlukları “mahkemelerde” defalarca kanıtlanan yüzlerce vatansever, Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları yok sayılarak, Ergenekon Davası’nda 6 yıla (2190 gün), Poyrazköy Davası’nda 5 yıla (1825 gün), Balyoz ve Odatv davalarında 3 yıla (1095 gün), Askeri Belge Davası’nda 2 yıla (730 gün) yakın bir süreden beri, haksız yere tutuklu olarak yargılanmaktadır.
Zindanlarda geçen süreç içerisinde, bu insanlardan bazıları özgürlüğüne kavuşamadan hayata veda etmiş, bazıları kaybettikleri evlatlarının, ana, baba ve eşlerinin cenazelerinde dahi bulunamamış veya kendi sağlıklarını yitirmişlerdir. Kimisi, çocuklarının aile kurmalarına parmaklıklar ardında buruk bir sevinçle katılırken, kimisi de kendi ailesinin dağılmasına çaresizlik içinde katlanmak zorunda bırakılmış ya da istikballerinin göz göre göre ellerinden alınmasını eli kolu bağlı izlemekten başka bir şey yapmamıştır.
Bakan Yazıcı’nın deyimi ile sormak gerekirse; “Haksız yere tutuklu olarak yargılanan bu masum insanların hayatlarından çalınanların hesabını kim nasıl verecektir?
***
Hukuk devletinde yaşadıklarını sanarak, demokratik hak ve özgürlüklerini kullanmaya çalışırken, yaşamlarının baharında, aidiyeti malum katillerin namert fişekleri, sopa ve tekmeleriyle hayata veda eden fidanların, gözünü, sağlığını ve geleceğini kaybeden yurtseverlerin, sabaha karşı evlerinden toplanarak suçsuz yere zindanlara tıkılan gençlerin ve nicelerinin hesabını kim verecek?
Türk bayrağı satarak terör örgütüne yardım ve yataklık ettiği için tutuklanan Ali Sarıçiçek’in çaresiz eşi Merhamet Hanımın hepimize hukuk ve demokrasi dersi olan serzenişinde dediği gibi, “Millet adına yetkilerini kullananlar, akla karayı, haklıyla haksızı, suçluyla suçsuzu ayırmaktan acizse, vah benim milletimin haline!”
Cumhurbaşkanımızın güvenliği emin ellerde mi?
İkinci mektubumuz da yine Hasdal’da tutuklu bir Kurmay Albay’dan...
“19 Temmuz 2013 tarihli gazetelerde ilginç bir haber vardı. Kurmay Albay T.P. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanlığını devralmış, törene de neredeyse bütün devlet erkânı katılmıştı. Kendisine hayırlı olsun... Albay T.P. 2002 yılının Ağustos ayında kurmay subay oldu ve göreve atanacağı biliniyordu. Kendisine, madem burada yalnız bir yıl kalacaksın sana sorumlu olacağın bir ana görev verelim dendi. Verilen görev 2003 Mart ayında icra edilecek Ordu Plan Seminerinin planlanmasıydı. Bu seminer, özel yetkili savcıların sahte Balyoz Planının “üstü örtülü” olarak görüşüldüğünü iddia ettikleri seminerdir. Özel yetkili hakimler de bu iddiayı kabul ederek bizlere 16-20 yıl arasında cezalar vermiştir.
Albay T.P. neredeyse bir yıl boyunca bu seminerin planlanması ve yürütülmesiyle meşgul oldu. Ancak seminerle ilgili kopartılan onca gürültüye karşın Balyoz Davası’nda sanık değil, tanık olarak karşımıza çıktı. Hakkını yememek lazım, kamu tanığı olarak kendisini dinlemek isteyen savcıların iddialarını destekleyecek tek bir kelime bile etmedi. Aksine, verdiği ifade ile iddiaları çürüttü.
Bu arada hafızamızı tazelemekte yarar var; sahte Balyoz planının 2002 Kasım ve Aralık aylarında yazıldığı iddia ediliyor. Özel Yetkili Mahkeme de bunu doğru kabul ediyor. O tarihlerde Başbakan kimdir? Sayın Abdullah Gül. Albay T.P. o tarihlerde ne yapmaktadır? Balyoz Planının güya “üstü örtülü” görüşüleceği semineri planlamaktadır. 1. Ordu -İstanbul’da nasıl yapacaksa- darbe yaptığında kimi devirecektir? Başbakan Abdullah Gül’ü. Öyleyse çok garip bir durumla karşı karşıyayız demektir. Olasılıkları gözden geçirelim:
1. Olasılık: Bir yıla yakın süreyle asıl vazifesi, ÖYM kararına göre “üstü örtülü olarak” bir darbe planının görüşüldüğü semineri planlamak olan subay, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı oldu. Öyleyse Cumhurbaşkanımız bir riskle karşı karşıyadır. Acaba seminerde bu kadar önemli rolü olan bir subayın kendi güvenliğinden sorumlu birliğin komutanı olarak atandığından haberi yok mudur?
2. Olasılık: Söz konusu subayın, ana sorumlusu olduğu seminerin aslında “üstü örtülü olarak” bir darbe planlamak maksadıyla yapıldığını fark edecek yeteneği yoktur. Yani aylarca planladığı seminerin, icra edildikten sonra bile ne için yapıldığını anlayamıyor demektir. Bu durumda yine Cumhurbaşkanımız emin ellerde olamaz, çünkü kendisinin güvenliğinden sorumlu kişinin vasıfları sorgulanmaya başlanabilir.
3. Olasılık: Bu subay, sorumlusu olduğu seminerin aslında “üstü örtülü olarak” bir darbe planlaması olduğunu bilmektedir. Ama bu durumu 10 yıldır sakladığı gibi, mahkemede de yalan tanıklık yapmış, yüzlerce silah arkadaşı yıllardır hapisteyken, suçluları söylemeyerek adaleti yanıltmıştır. Bu olasılık da riski ortadan kaldırmıyor, çünkü Cumhurbaşkanımızın güvenliğinden sorumlu şahsın kişiliği konusunda soru işareti oluşabilir.
4. Olasılık: Kurmay Albay T.P. başarılı, güvenilir bir subaydır ve önceki Muhafız Alay Komutanlarından bir farkı yoktur. Gazetelere haber olan devir-teslim törenindeki bütün devlet erkanı gibi Cumhurbaşkanımız da Balyoz’un kocaman bir şarlatanlık olduğunu bilmekte ve yeni Muhafız Alay Komutanı’nın seminerdeki göreviyle ilgilenmemektedir. Kendisi zaten güvenliğinin en emin ellerde olduğunun farkındadır.
Ben dördüncü olasılığın bir olasılık değil gerçeğin ta kendisi olduğunu biliyorum. Aksini söyleyen varsa, o zaman ilk üç olasılıktan hangisini tercih ettiğini de açıklaması gerekir. Bu satırları da ne kadar büyük bir ikiyüzlülükle karşı karşıya olduğumuzu kolay görebilmeniz için yazıyorum.
Diyebilirsiniz ki senin ondan bir farkın vardır, onun için ceza almışsındır. Doğru, farkımız sahteliği ispatlanmamış, imzasız bir dijital listede benim adımın olması, onun adının olmamasıdır. Eğer mesele seminerse, 31 Aralık 2002 tarihine kadar Almanya’daki bir ABD üssünde bulunduğumu; Albay T.P.’nin aylardır planladığı seminerin varlığından bile o seminerin başlamasından yalnızca 3-4 hafta önce haberdar olduğumu söylemem gerekir. Seminerde ne yaptık onu da hatırlatmalıyım; Albay T.P. tanklarla ilgili bir sunum yaptı, benim görevim ise sessizce oturup dinlemekti. Demek ki bütün mesele neymiş; olmak ya da olmamak. Nerede? İmzasız, hiç çıktısı alınmamış, uydurma bir dijital listede...
Kurmay Albay Erdal Hamzaoğulları, Hasdal”