Haklısınız aslında kızmakta Atatürk'e...

Günlerdir eski yazılarımı karıştırıyorum. Nerede bir yanlış olduğunu düşünsem; bunu yapanların kim olduklarını çok da sorgulamadan eleştirmişim...
Eski, yeni birçok cumhurbaşkanını, başbakanları, bakanları, bürokratları, siyasetçileri, sivil toplum örgütü yöneticilerini, sanatçıları, aydınları; yaptıkları hatalardan dolayı uyarmışım.
Çünkü bunun gazetecinin görevi olduğuna inanmışım...
Sadece bir kişiyi unutmuşum...
Hatta itiraf ediyorum; onun savunuculuğuna bile soyunmuşum!
Daha da ötesi onun yolunda gitmeyi kendime görev edinmişim.
“Bu adam hiç mi yanlış bir şey yapmadı?” diye sormamışım,
özel hayatını didik didik etmemişim, göstermelik de olsa laf sokmaya kalkmamışım!
Yani... Gözüm gibi korumuşum onu ve bize öğrettiklerini;
kollamışım.
İyi mi etmişim; peki?
Adım kadar eminim: Evet...
Elim kalem tuttuğu sürece de böyle davranmaya devam edeceğim.
Onu alçaltmaya, diktatörleşmeye, sıradanlaştırmaya ve hatta iğrençleştirmeye çalışan tüm “cemaat ve para kardeşleri”ne inat...
Ve tek başıma kalsam da...
Yine gururla, inançla, özlemle yolundan gideceğim onun.
Kimden söz ettiğimi anlamışsınızdır artık:
Yarın, ölüm yıldönümünde anacağımız “mavi gözlü
dev” den...
“Atatürk diktatördü” diyen kadının program ortağı bir kalem dün aklınca beni ve bu konuda yazdıklarımı eleştirmiş...
Bunu sadece “yasak savmak ve arkadaş hatırına” yaptığı öylesine belli ki; her sözcüğünden o yazının “zorla”, “ilişki gereği” yazıldığı belli...
Dikkat edin “yazdırıldığı” demiyorum...
Çünkü ben bir kalem sahibi olarak, hiçbir yazının yazdırılamayacağını, ancak yazılacağını
biliyorum.
Evet birileri sizden bazı konularda yazmanızı isteyebilir ve hatta zorlayabilir...
Ama o yazıların sorumlusu, doğrudan yazandır!
Bu yüzden sözüm o “cemaat ve para kardeşi”ne:

***

Yazını okudum ama detaylı bir yanıt vermeye gerek görmüyorum kardeş...
Çünkü benden alabileceğin yanıtların hepsi, “ortağını” eleştirdiğim o yazının içinde var zaten!
Ama sen okumamışsın, kendini ortağına sahip çıkmak zorunda hissetmişsin ve her zaman yaptığın gibi çalakalem dizmişsin sözcükleri art arda...
Eğer yazımı okusaydın dün sorduğun soruların yanıtını zaten yazdığımı bilirdin ve komik duruma düşmezdin en azından!
Hoş; çok da umurunuzda değil, komik duruma düşmek...
Çünkü müşteriniz hazır, her durumda ekmeğiniz kapıda asılıdır nasılsa...
Yazarsınız, yetmez televizyonlara çıkıp ahkam keser; bir de oradan nemalanırsınız...
Sonra da padişah efendinize ve sülalesine milyonuncu kez saygınızı sunmak ve bağlılığınızı bildirmek için, onun sözde tanzimatının ve meşrutiyetinin; mutlakiyet olarak gösterilemeyeceğini iddia edersiniz...

***

Haklısınız aslında Atatürk’e kızmakta...
Çünkü gerçekten sana ve ortaklarına “birkaç beden büyük” geldi Cumhuriyet... Meşrutiyet en uygun rejimdi sizin için...
Padişah’ın seçtiği vekiller ve atadığı sadrazam neyinize yetmiyordu sizin, değil mi?
Eğer o devirde yaşasaydın; hani sen de kapardın bir nazırlık...
Bir de yalı Boğaz kıyısında... Saraydan bir de cariye...
Ohhh, sefan olurdu!

***

Eğer bir hata yaptıysa; burada yaptı Atatürk... Ama ne yapsın; sizi önemsedi, değişebileceğinizi. adam olabileceğinizi, akıllanabileceğinizi umdu.
Görüyoruz ki; aradan geçen 88 yıl bile kurtaramadı sizi padişah kulluğundan ve meşrutiyet çığırtkanlığından...
Ama o da insan; hayal etmek istedi en azından bunu...
Yanıldıysa; burada yanıldı.
Dedim ya kardeş; herkesi eleştirdim bugüne kadar...
Sen anlayamazsın bunu, çünkü cemaat kültüründe yoktur böyle bir özgürlük...
Müritler, şeyhlerini eleştiremez, hatta gözlerinin içine bile bakamaz günah olur diye...
Tıpkı senin; dokuz yıldır bu ülkeyi yönetenleri bir kez bile eleştiremediğin gibi!
Ama ben bir Cumhuriyet çocuğu olarak sadece bir kişiyi gözüm gibi sakınırım sizlerden sakallı kardeş, ayrı yere koyarım...
Mustafa Kemal Atatürk’ü...
Haaa; ‘Tüm fikirlerine katılırım’demiyorum, dikkat et...
Çünkü ben onun da müritliğine karşıyım... Ve bunu da o öğretti bize; bilir misin?
Ama onu anlar ve varlığımı borçlu olduğum kişilerin en başında görürüm.

***

Hadi şimdi sana iyi programlar, dinci demokrat (!) kardeşim...
Ortağın bekliyordur... Git de çekiverin programınızı biran önce... Ne de olsa; daha öbür kanalın öbür programına yetişecek
kızcağız...
Oturun spotların altına; alın en asık suratlı halinizi, iyi istifleyin ulufelerinizi...
Ve kaldığınız yerden devam edin ihanetinize!
Nasılsa biz; şimdilik sadece izlemedeyiz...
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Bülent Arınç
bu kez de
cumhurbaşkanlığı seçimine değinmiş:
“Millet gül gibi, lale gibi, sümbül gibi cumhurbaşkanı
seçecek”
Anlaşıldığı kadarıyla AKP’de adaylık
ihtimali bulunan
üç kişi var...
Haldun Ertem

+++

Hasan Tahsin’in yolunda bir gezi hikayesi....
Düzen şu;
Önde yolunu açmaya çalışan koruma ekibinin arasındaki MHP Genel Başkanı. Hemen arkasında Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın... Hemen arkasında Ankara Milletvekili Zühal Topçu... Hemen arkasında Topçu’ya sıkı sıkıya sarılmış halde ben... Bir ara Yalçın, bakıyor olacak gibi değil sürekli arkasına dönüp “Zühal Hocam orda mısın, Zühal Hocam nasılsın” diyerek olmayacak, Bahçeli ile aralarındaki güvenli! bölgeye çekiyor Ankara Milletvekilini. O ara Zühal Hanım’ın “Selcan, Selcan” diye seslenişlerini duyuyorum ama nafile; adım atmak mümkün değil sesin geldiği yöne. Hoş adım da atmıyoruz zaten hep beraber ayaklarımız yerden kesilmiş halde adeta sürüklenerek giriyoruz tören yerine. Bir ara Mevlüt Karakaya’yı görüyorum yanımda “Tutun, tutun” diyor; bir elimde Yalçın’a, diğeriyle ona tutunuyorum sıkı sıkıya...
“Güvenli bölge”, “sürüklenmek” gibi ifadeler kullandım diye büyük tehlike atlattığımızı düşünmesin hiç kimse... İzmirlilerin MHP Genel Başkanı’na gösterdiği yoğun, çok yoğun sevginin karşısında ezilir gibi olduk sadece!
İşin esprisi bir yana da “izdiham” kavramını tecrübe etmek anlamında hayli katkı sağladı bu gezi bana...
Uzun zamandır “bayramlaşma” için Ankara ve İstanbul’u tercih eden Bahçeli’nin İzmir ziyaretinde yaşadıklarımızın sanırım “özlem”in göstergesi.

Çalınmadık kapı kalmayacak
Bahçeli İzmir’e giderken yanında Genel Başkan Yardımcıları Semih Yalçın, Mevlüt Karakaya, Sadir Durmaz, Genel Sekreter Yardımcısı Abbas Bozyel, Ankara Milletvekili Zühal Topçu, İzmir eski Milletvekili Şenol Bal ve Ülkü Ocakları Genel Başkanı Harun Öztürk vardı. Salona girebildiğimizde ise MHP Genel Başkanını, Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural, Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan, İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu, Manisa Milletvekili Erkan Akçay, Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak ve İstanbul Milletvekili Atila Kaya karşıladı.
Salonda ilk kendisini gösteren ayrıntı; çiçeği burnunda İzmir İl Yönetiminin bugün için harcadığı çabaydı. Gerçi salondan önce İzmir’e girişimizden itibaren hemen her yolda asılı “Bayramlaşmaya davet” afişleri, salona giden fuar yolu boyunca sağlı sollu asılan üç hilalli bayraklar içerde ne göreceğimizin habercisiydi. Adeta kırmızı beyaza boyanmış haldeki salonda sahnenin iki yanına asılmış olan “Varlığın yeter” ve “İlkeli, Bilgili, Dürüst Lider” pankartları dikkat çekti. Bunlar dışında MHP’nin yeni dönem politikasının özeti olarak adlandırılan “Çalınmadık kapı, sıkılmadık el bırakmayacağız” ifadesi de yine pankart haline getirilmişti. Yeri gelmişken belirtmeli Ankara Milletvekili Topçu bu çerçevede hazırladıkları çalışma programı hakkında ayak üstü bilgi verdi. Öncelikle MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin seçim öncesinde başladığı esnaf ziyaretleri yeniden başlayacak. Bundan böyle her Cuma, Ankaralılar Bahçeli’yi şehrin herhangi bir ilçesinde, semtinde, sokağındaki bir camide Cuma namazı kılarken, sonrasında da şehrin herhangi bir yerinde bir sanayi sitesini, bir çarşıyı, bir pazarı gezerken, ne bileyim bir berberin çayını içerken, bir taksicinin derdini dinlerken görebilirler...

Yörük Efe’nin varisleri
MHP İzmir İl Başkanı’nın destek , birlik ve beraberlik sözünden sonra kürsüye gelen MHP liderinin İzmir konuşması hayli sertti. Konuşma sırasında salondaki heyecan da hiç düşmedi. Bahçeli’nin çoğu cümlesine partililer bire bir tepki verdi. Mesela “peşmerge rezili” dediği Barzani’yi Türkiye’de “ağırlayan” iktidarı eleştirirken biri “ Kardeş olmuşlar kardeş” diye seslendi. Bahçeli “makamı mevkii ne olursa olsun kimseye bu ülkeyi teslim ettirmeyiz” derken “Yaşa, Varol Genel Başkan” diyehaykırdı biri. Salondan en büyük alkışı ise konuşmanın sonundaki şu ifadeler aldı:
“Bizim ilham kaynağımız İzmir’de ilk kurşunu atan Hasan Tahsin’dir.
Bizim pusulamız İzmir’e ilk giren ve yaralı haliyle bayrak asan Yüzbaşı Şerafettin’dir.
Biz Yörük Ali Efe’nin varisleriyiz.
Biz Mustafa Kemal’in emanetini yaşatma konusunda yeminliyiz...”
Ve final, bütün salon ayakta, hep bir
ağızdan:

“Ne mutlu Türküm diyene”...
Cinayeti meşrulaştıranlar...

Bahçeli’nin kendi ilham kaynakları kadar medyada etkin olan bir kesimin “ilham kaynakları” na da dikkat çekti. “Milletimizin değerlerine tahammülsüz” dediği kimi köşe yazarlarını eleştiren Bahçeli, kitle iletişim araçları kullanılarak zulmün meşrulaştırılmasına çabalayanları işaret etti ve haftalardır sorduğu o soruyu tekrarladı:
“Bu milletin izzet-i nefsini savunan milli ve yiğit bir hukuk adamı yok mudur?”
Bahçeli “Artık iş öyle bir aşamaya gelmiştir ki; Türkiye’nin en etkili isimleriyle ilgili liste tanzim etme cüretini kendinde görenler otuz bin kişinin katilini dahi ilk ona alabilmektedir. Üstelik bunu cinayetlerin emrini vermesinden dolayı olduğunu itiraf etmişlerdir. İnsan öldürenlerin etkili bir isim olarak pozitif bir içerikle kamuoyuna pazarlanması milletimizin unutamayacağı bir ayıp ve kendini bilmezlik olmuştur” derken hedefindeki isimler belliydi. Önceki hafta Hürriyet gazetesinin Pazar ekinde “Türkiye’nin en etkili 10 ismi” listesi yayımlayan Ertuğrul Özkök, Enis Berberoğlu, Sedat Ergin ve Ahmet Hakan.
MHP Genel Başkanı’nın bu dört isme yönelttiği soru netti:
“Etkili bir kişi olabilmenin yolu cinayetten mi geçmektedir?”
Bahçeli’nin bu isimlerin “ölçeği”ni kullanarak hazırladığı “yedek liste” de çarpıcıydı. Onlar “İlk ona şimdilik giremeseler de; yedekten üst sıraları zorlayanlar”dı.
Mesela “bir zamanlar İmralı canisinin top oynarken resmini çeken”ler, “mülakat yapabilmek için kuyruğa giren”ler, “sırnaşan”lar, “bugün de ceviz ağaçlarının altında sözde barışı konuşan”lar, “PKK yardakçılığında zihinlerde mahkûm olan”lar ve “peşmergeyle konuşabilmek için fırsat kollayanlar ” ... İsim varmaya gerek var mı; onlar “kötü adamlar”!
Sonuçta mütareke İstanbul’undan bu yana “tahtları”nı kimselere kaptırmadılar. Şöyle diyor MHP lideri:
“Bunlar işgal yılları İstanbul’unda yaşasalardı yabancı komiserlerin dayatma ve azarlamalarına kesinlikle boyun eğerlerdi.
Bunlar Anadolu’daki bağımsızlık ateşini söndürmek için ellerinden geleni yaparlardı.
Yabancıların manda ve himayesini talep ederler, bunu da seve seve yerine getirirlerdi.
Ali Kemal’le, Refi Cevat’le ve Damat Ferit’le aynı kaptan yerler ve aynı fitnenin savunucusu olurlardı.
Unutmayalım ki, 1919’lu yılların en etkili simaları, Osmanlı’yı yakan, teslim bayrağını çeken ve esaret prangasını kendi elleriyle ayaklarına geçirenlerdir.”
Konuşmasını bitirdikten sonra, tam herkes salonu selamlayıp kürsüden inmesini beklerken, Bahçeli mikrofonu eline aldı ve sürpriz bir açıklama yaptı:
“Salonda bulunan bütün ülküdaşlarımla tek tek bayramlaşacağım!..” ’
Dediğini yaptı, kürsünden indi ve sanırım 2500 kadar İzmirli ile tek tek tokalaştı, fotoğraf çektirdi, ayak üstü sohbet etti Bahçeli.

Ankara’dan abim geldi
Ve dönüş yolu...
Ben “yorgun düşmüş” olur sanıyordum açıkçası. Öyle olmadı. İzmir’deki heyecandan güç almış gibiydi. Sabah kahvaltı için durduğumuz Afyon’da akşam yemeği molası verdiğimizde özellikle ülkücü hareketin geçmişine dair anekdotlarıyla masadakilerin hafızasını tazeledi.
Sonuç mu;
“Ne günlermiş...”
Ha bir de “Nasıl bir dava aşkı...”
“O aşk olmadan olmaz...” diyor MHP Genel Başkanı.
Dönüşte de sohbetin ağırlıklı konusu “Barzani’nin ziyareti”. Erdoğan’ın Irak Hükümeti’ni muhatap almamasının Türkiye için doğurabileceği sonuçlardan endişeli Bahçeli. Öyle ya, “Ya bir gün bir başka devlet de gelir, ben seni değil de şunu, şunu muhatap alıyorum” derse Türk hükümetine!
Dünya duayla kuruyor olabilir ama hayat hesapla sonuçta! Önünü ardını hesaplamadan atılan adımlarla bir devleti tehdit altına sokmak iş mi!
Ha bu arada, yukarıdaki bir Devlet Bahçeli özdeyişi:
“Dünya duayla kurulur; hayat hesapla...”
Peki neden “Ankara’dan abim geldi?”
Malum bu şarkıyla yapmıştı “peşmerge ağırlaması”na benzetmesini.
“O şarkının çok önemli bir bölümü var” diyor:
“Bir sinemanın önündeyim
Siyah beyaz bir film varmış
Annem babam beni çok severmiş
Ankara’dan abim gelmiş
Evde bir bayram havası...”
Günlerdir izlediğimiz de “bir film” Bahçeli’ye göre; hep birlikte “bir sinemanın önünde”yiz işte. Üstelik de eski bir hikaye, mazisi hayli eski, “siyah-beyaz” yani... Eee buralarda bayram havası yaratan misafiri besleyip büyütenler de belli; sevmeseler bunca zamandır semirtici hamiliğini üstlenirler mi!
Bahçeli’nin Barzani’ye dair işaret ettiği adres önemli:
ABD!

Ne lale, ne sümbül; Kasımpatı
Bülent Arınç sağolsun... “Gül gibi, lale gibi, sümbül gibi Cumhurbaşkanı” seçme isteği neşe kattı sohbetimize.
Hem “İzmir’in dağlarında çiçekler açar”; günün anlam ve önemine de uygun yani!
“Lale”, Lale Devri’ne öykünen halinden tavrından belli de, “sümbül” kim peki?
Hadi bakalım iş çıktı hafiye gazetecilere!
Şaka bir yana, AKP’nin seçeceği, AKP’den seçeceği Cumhurbaşkanı bunların hiçbiri olamaz Bahçeli’ye göre.
Neden mi?
Basit; onlar “kasımpatı” çünkü;
“3 Kasım 2002 patı!”

Yazarın Diğer Yazıları