Haklı kaygılar ya da kafayı kuma gömmek!
Devletin başındakiler önce “Tarihi Fırsat” tan söz ettiler ve bu fırsatın ne olduğunu açıklamadılar. “İyi şeyler olacak” dediler ve ardından “Kürt Sorunu”ndan bahsettiler. Sonuçta “Kürt Açılımı”nda karar kılarak, Polis Akademisinde “Kürt Çalıştayı” düzenlediler. Sonuçta yirmibeş yıldır millete huzur vermeyen, elli bine yakın insanın ölümüne, şu kadar milyar dolarlık da zayiata neden olan terör örgütünün temsilcilerinden birileri “yol haritası” bekler duruma geldi. Buraya kadar olan gelişmeler bile halkın bu gelişmelerden kaygı duyması için yeterlidir.
Halktaki kaygının nedenleri
Soruna “Kürt”, açılıma “Kürt”, yapılan çalıştaya “Kürt” diyeceksiniz, sonra da “etnik” değil “demokratik açılım” yaptığınızı söyleyeceksiniz. Bu çelişkili yaklaşım halka hiç de inandırıcı gelmiyor. Devletin resmen günah keçisi ilan edildiği; kan döken teröristlerin ise ‘sütten çıkmış ak kaşık’ yerine konulduğu bir yerde çözüm için makullüğün arandığını söylemek aşırı bir iddia olmaktan öteye gidemez. Sorun “diliniz dilimizdir, hikâyeleriniz zenginliğimizdir”le geçiştirilecek kadar basit değildir. Kent isimlerinin eskilerini telaffuz etmekle demokratik bir açılım da yapılmış olmaz. Diğer yandan “sorunun çözümü için herkes yardımcı olsun” söylemleriyle ortaya konulan duruş, herkeste kaygı yaratıcı duyguların üretilmesini sağlamıştır. Görüşleri talep edilenlerin çoğunun çözümü değil devletin diz çökmesini öngörmesi, halktaki kaygıların daha da derinleşmesine neden oldu.
Çözüm adına ağzına geleni söyleyenler halkın çözüm denilen şeyden giderek daha fazla korku duymasına neden olmaktadır. Anlı şanlı bir yazar “Devlet nasıl yenildi?” diye başlık atıyor. Ardından da “sadece PKK’nın var olması yetti devletin yenilmesine” diyor. Bir başkası; “Kürtlerle Boşanmayı Tartışalım” diyor. “Kürt Sorunu sınırsız tartışma özgürlüğü içinde yapılsın” buna “bölünme” de dahil diyenler, hiç de az değil. Yorumlar arasında “Kürtler adına siyaset yapanların birçoğunun, bireysel insan hakları ve demokratikleşme ötesinde arzuları, hayalleri, talepleri olduğu bu kadar açıkken, sadece” demokratikleşme “den bahsetmenin muazzam bir samimiyetsizlikten başka bir sonuç vermeyeceği” de var. Halkın ayrılma iradesinin olup olmadığını anlamak için “Referandum” yapalım. “Açıkça bölünmeyi tartışalım” şeklinde öneriler herhalde geniş halk kitlelerine güven duygusu sunmuyor.
Kafayı kuma gömenler!
Hükümet sözcüsü: “Bizim sorunumuzu biz çözeceğiz. Bu sorunlara demokrasi içinde çözüm bulunacak. Bu çabalar sevgi, barış, kardeşlik zemini üzerinde inşa edilecek. Bu sorunlarımız üniter devlet yapısı içinde çözülecek” diyor ve umut veriyor. Ancak beklentiler o kadar fazla ve çözümden herkesin anladığı o kadar farklı ki, sonuçta ’dağın fare doğurması’kaçınılmazdır. Teröristlerin yandaşı olan cenahın barıştan, elinde silahla dağın başını tutmuş teröristlere karşı askerin operasyon yapmamasını ve zirveleri onlara bırakmasını anlıyor. Bu zihniyetle hangi barışı gerçekleştireceksiniz? Gerçekçi olmak ve kafayı kuma sokmamak gerekir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül şöyle diyor: “Kafamızı kuma gömmeyelim. Tarihi fırsat var. İyimserlik unsurları çok, jargon değişti, bakış açısı değişti, kelimeler değişti” diyor. Elbette Cumhurbaşkanının umutlu ve iyimserlik içeren konuşmalar yapması gerekir. Ancak yaşanan gerçekler Cumhurbaşkanını doğrulamıyor. Diyarbakır’da mitinglerde hâlâ “Yola gelin” , “Öcalan irademizdir” afişleri asılıyor, ‘Selam selam İmralı’ya bin selam’ sloganları atılıyor. Siyasiler ve belediye başkanları teröristlere “gerilla” diye hitap ediyor. Bu sloganları ve arkasındaki amaçları görmemek gerçekten kafayı kuma gömmektir. Değişen jargon, kelime ya da bakış açısı yok; ABD, Irak’tan çekiliyor, sıkışan Barzani ve tükenen PKK var.