Hakimin yaptığına bakın...
Gazetelerde, “Kadın hakim keramete 1 milyon TL kaptırdı” haberini okuyunca “İşte ileri demokrasiye terfi eden Türkiyemden insan manzaraları” demekten kendimi alamadım. Dolandırıcılığın binbiri geçip milyonlarca yöntemi olduğuna hergün tanık oluyoruz. Korku imparatorluğunda emekli asker ve bürokratların “Ergenekon” masalı ile dolandırıldıklarının hazin öykülerini okuyoruz. Antalya’da cereyan eden hadise ise tam anlamıyla ibretlik... Dolandırılan bir hakim... Yani hukukçu. Haksızlık ve hukuksuzluğa karşı milleti adına karar alan yargıçı dolandıran da pratisyen hekim A. Ç. Y... Sağlığımızı, canımızı emanet ettiğimiz doktor... Çetenin başındaki F. K. önceki hayatında Veysel Karani olarak yaşadığını anlatıp, cennet vaadiyle hakim, avukat, ve öğretmenlerinde bulunduğu çok sayıda kişiyi 5-6 milyon TL dolandırdığı tesbit edilmiş. Haklarında 2 ile 13 yıl arası hapis istenen 3’ü kadın 6 kişi tutuklanmış. Doktor da doktor ama... İki kadınla birden yaşıyor. Biri de sözkonusu Hakim hanımla tanıştırıyor. Hakim hanım da evlenmeyi düşündüğü doktora öylesine kapılıyorki “masa etrafına gelen kediler, sadece dua okunarak gönderiliyor. Yüzdeki deri dökülmeleride dua ile iyileşiyor. Dua okuyup Hakim Hanımın baş ağrısı gideriliyor, ayağı kırıldığında dua ile ağrıları diniyor. Mübarek pratisyen hekim değil anestezi uzmanı sanki...”
13 ay boyunca uyanmayan hakim hanım, kendisini tanıştıran kadının doktorun sevgilisi olduğunu anlayınca ayılmış. Ama bu esnada 300 bin TL banka kredisi çekmiş. Evini, arsalarını, arabasını satmış, o da yetmemiş yakınlarından borç alıp keramet sahibine 1 milyon TL vermiş. HaberTürk Gazetesine yansıyan hakim S. İ.nin ifadeleri. Avukatlar ve öğretmenlerin yolunma taktikleri ile ilgili yöntemler çok daha gülünç. Doktorun “mübarek bir zat” olduğuna kanaat getiren hakim, avukat ve öğretmenler iradelerini söz konusu dolandırıcıya teslim etmeleri, büyülenmeleri, adeta hipnotize olmaları siz değerli okuyucularımıza başka şeyler çağrıştırmıyor mu?
Söz konusu olay Anadolumuzun bir kasabasında ya da şehirlerin varoşlarında cereyan etse “cehalet” deyip geçer, üzerinde durmazdık. Ama sözkonusu anayasamızı, hukukumuzu, çocuklarımızı emanet ettiğimiz hakim, avukat ve öğretmenler olunca sessiz kalamadık. Bu vaka aslında buzdağının görünen kısmıdır. Gazetecilik mesleğinde şeyhinin ayağını öpen profösör, imam olarak kabul ettiği astsubayın emrine giren albay, ilkokul mezunu hocanın emri ile karısını-kocasını boşayan öğretmenler gördüm. Bütün Türkiye Bursa’da “müritlerimle yatmasam deli olurlardı” diyen sapık şeyhi tanıdı. Küçük çocukları taciz eden dinci yobazları da.
Ceza yasalarımız “suçun şahsiliği” nden bahseder. Dolayısı ile bu kötü örnekler bütünü temsil edemez. Ancak, üniversite eğitimi almış böylesi zatların Allah adına aldatıp, dolandırıcılık yapmaları, Allah adına aldanmaları akıl sınırlarını zorlar hale geldi. “Bütün renkler kirlendi... Birinciliği beyaz kazandı...” tesbitinde olduğu gibi Canım memleketimdeki bu insan manzaraları, kurumlara olan inancıda azaltıyor. Vatandaşın kahir çoğunluğu mahkemelerin adil yargılama yapamadıklarına inanıyor. Hukuka olan inancın bittiği ülkede demokrasiden, insan haklarından, hak ve hukuktan bahsetmek mümkün mü? 13 ay boyunca iradesini bir dolandırıcıya teslim eden Hakim S.İ.’nin bu esnada duruşmalarda verdiği kararlar hukuken sağlıklı olur mu? Avukatların savunmaları da öyle. Öğretmenlerin genç dimalara öğrettikleride tartışmaya açılmaz mı? Hal böyle iken cezaevleride yer kalmadığı için 2 yıllık cezalara tahliye geliyor. İhtimal ki dolandırıcılıktan tutuklanan söz konusu 6 kişi en kısa zamanda hapisten çıkıp kendilerine yeni ve daha paralı av bulmaya devam edecektir. Allah’ın bahşettiği akıl yolundan sapıp, Allah ve din adına iradesini başkalarına verenler olduğu sürece böylesi trajikomik haberleri çok okuruz.