"Hain evlat Ökkeş" yapmaz yaptığını

Pes üstüne pes... Yuh üstüne yuh... Hatta “o” ile başlayıp “a” ile biten lakin günün maneviyatına yakışmayacağı için klavyemin tuşlarından kaçırmamaya azami özen gösterdiğim o “üç harfli” tepki!
Makbuz karşılığı “Türk görüşü karşıtı” makaleler hazırlayan Cengiz Çandar, ömrünü “Türk görüşü”nü anlatmaya, anlamamakta direnene bir daha anlatmaya ve ihtiyaç hasıl olduğunda savunmaya adayan merhum Rauf Denktaş için “bana evinin evladı gibi davrandı” yazmış dünkü köşesinde. Denktaş insandı, vicdandı, seni de öyle sanıp yapmıştır da, asıl sen ne yaptın sana “evladı gibi davranan” o “adam”a bir anlatsana!

***


Denktaş sana evladı gibi davrandı da sen nasıl “Denktaş’ı etkisizleştirecek” kiralık kalem arayan Karen Fogg’la el sıkıştın, oradan başlasana?
Nasıl anlaştın, Avrupa Komisyonu Temsilcisi sıfatıyla geldiği Türkiye’de “Türk Ordusu’nun Kıbrıs’tan çıkartılması, KKTC’nin tasfiyesi” için çalışacak psikolojik operasyon örgütü kuran o kadınla?
Nasıl “Türk devletinin ve tarihinin hakkından gelmek, millî kimliği tahrip, milli kafa yapıları ötesinde yeni kimlikler, sadakatler benimsetmek” amaçlı talimatlarına mazhar olmakta geç kaldığın için hayıflandın öyle: Sevgili Karen, aşk olsun kuyruğun son sırasında olmam şaşırtıcı!
Nasıl Şahin Alpay’a “İzlenecek yol Kıbrıs Türkleri’nin sesi olan Denktaş’ın itibarının azaltmak ve onun Ankara’daki hiyerarşi ile askeri temsil ettiğini Türkiye ve AB’ne göstermektir...” diyen Fogg’a “Senin bir önerini nasıl geri çevirebilirim?” dedin de kayıtsız şartsız teslim ettin kendini?
Nasıl iş tuttun TESEV’cileri ekran ekran dolaştırıp “Türkiye, Kıbrıs için AB’den vazgeçmemeli” dedirtenlerle?
Nasıl dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın mesajını, dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’a ileten dönemin KKTC Ankara Büyükelçisi Zeki Bulunç’u jurnalledin “kurye” diye; hem de “resmi görevi” ni yaptığını bile bile?
Köpeğin bile yemek yediği kaba pislemediği şu alemde bilmiyorum ki senin yaptığının adı ne?
Nasıl sattın “Denktaş’ın davası”nı, Kuzey Kıbrıs’ta iç çatışmaya ivme kazandırmak üzere 30 milyonluk fonu cömertçe harcayanlara?
İçinizden o fonu reddeden birkaç onurlu Türk aydını çıksaydı ‘tek devletli çözüm’ adı altında Türklerin egemenlik haklarına el koyarak, asimilasyonlarını öngören planın propagandası için binlerce sivil genci sokağa dökmek mümkün olmayacaktı! O fon reddedilmiş olsaydı Kuzey Kıbrıs’ta kitleler Denktaş’a karşı “Yes be annem” demek üzere örgütlenemeyecekti! O fon kullanılmasaydı, kullandırılmasaydı Türkler’in yüzde 76’sı plana “evet” demeden önce ne yaptıklarını sorgulayabilecekti.
Bari şimdi utan! Yerin dibine gir! Kızar, bozar... Vicdan azabı çek! Pişmanlık hisset! Ne bileyim “insan”a dair birtakım belirtiler göster işte...
Ama pişkin pişkin kalkıp da “Bugün benim hayatımda özel bir yeri olan, bir dönem bana ‘evinin evladı’ gibi davranmış olan Rauf Denktaş’ın toprağa verileceği gün aynı zamanda. Onu, küçücük bir toplumun bu çok büyük ismini, geçen yüzyılın unutulmaz tarihi şahsiyetini ayrıca anmam gerekiyor. Allah rahmetini senden de esirgemesin Başkan!” deme...
Denktaş “tüüüh yazıklar olsun” diyemez artık belki ama... Madem bir de “evladı gibi” davranmışlığı var, o zaman iki kere “yazıklar olsun” benden sana... “Hain evlat Ökkeş” olsa yapmaz bu kadarını ya!




“İkinci eş” Aydın Hanım’ın vedası

Kuzey Kıbrıs’ta Rauf Denktaş için düzenlenen törenlerden gelen fotoğraflarda hep ona takıldı gözüm.
Ağlamaktan bitap... Ayakta zor duruyor, duramıyor bile... Bir tek eşinin naaşı önünden geçtiği sırada zorluyor kendisini, “Oğlum beni ayağa kaldır” diyor Serdar Denktaş’a;
“Baban geçiyor!”
Aydın Denktaş’tan söz ediyorum...
Bir an dahi “protokol yası”na ayak uydurma çabasına girişmeyen, ölümün ağırlığını taşıyamadığını gizlemeyi denemeyen, ayrılık acısının nasıl canını yaktığını göstermekten çekinmeyen, en kişiye özel anlardan birini kamulaştırmayı reddeden, sarılan, ağlayan, çöken, bir kadın gibi, bir anne gibi davranan Aydın Hanım’a hayran kaldım...
Daha yakından tanımak istedim, çeşitli zamanlarda gazetelerde yayımlanmış röportajlarına baktım.
“Cumhurbaşkanı eşi” olarak konuştuğunda dahi hiç -hani bazıları yapıyor ya- karşı mahalledeki okulun müdürü gibi, “üçüncü tekil şahıs” kipleriyle bahsetmemiş eşinden. “Rauf” demiş, “o” demiş, “adam” demiş... “Saray”larındaki tadilatları filan anlatmamış hiç. Daha fazlasını, daha görkemlisini, daha şatafatlısını değil “milli davanın sonuçlandırılacağı ve Kıbrıs’ın aralarından çekileceği günü” hayal etmiş.
“İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız” edebiyatı yapmamış, rol kesmemiş... “Rauf Denktaş’ın ikinci karısı” olduğunun şuurunda, yerini bilerek yaşamayı tercih etmiş. Denktaş en başında kendisine söylemiş:
“Sen benim ikinci karımsın, birinci karım cemaatimdir. Onların yanına gideceğim. Sana çocukları emanet ediyorum!”
Aydın Hanım da gerçek manada hiç vuslata eremediği eşini uğurlarken belli ki Denktaş’ın kendisinden istediği fedakarlığa nihai cevabını vermiş aslında: “Rahat uyu, çocukların bana emanet!”
Niye mi yazdım bunları...
Hiç, sadece “eşinin makamının kılığına giren First Lady”lere muhtaç oldukları sahicilik dersinde kapak olsun istedim galiba!



BASINDAN SEÇMELER


Herkes, baktığı yerden belli olur Ertuğrul Bey

“Gazeteci” olduğunu unutup, duygusal bir yazıyla insanları kınayacağına, “Yüzde 50 oy alan Başbakan, neden ıslıklandı” yazısı yaz!

Başbakan Erdoğan, Lefter’in cenaze töreni için gittiği Şükrü Saracoğlu Stadı’nda yuhalanınca, Hürriyet Gazetesi’nin eski Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök’ün içi burkulmuş...

***


BİR: Lefter’in cenazesi sadece bir tören değil, aylardır kendisini haksızlığa uğramış hisseden insanları Başbakan’la ilk kez bir araya getiren bir “arena”ydı.
İKİ: Fenerbahçeliler, Başbakan’a hem Fenerbahçe üyesi olup, hem de kulübüne yapılan haksızlıklara seyirci kaldığı için kırgındı.
ÜÇ: Dünyanın tüm gerçek demokrasilerinde başbakanlar ve cumhurbaşkanları ıslıklanabilir. Hatta boyalı saldırıya uğrayanlarını bile gördük...
DÖRT: Halkın yüzde 90’ından fazlasının güvenoyunu almış bir Cumhurbaşkanı’nın yargılanmak üzere olduğu bir dönemde, Başbakan’ın yüzde 50’lik oyu, onu protestolardan muaf tutmaz, tutamaz.
BEŞ: Evet, bu bir cenaze töreniydi. Belki de ıslıklayan Fenerbahçeliler, tıpkı şehit cenazelerinde slogan atanlar gibi en çok bu yüzden hoş görülmeliydi. Çünkü hepsinin içi en az Ertuğrul Özkök kadar buruktu. Hepsi duygusaldı. Anlık bir tepki verildi ve uyarı üzerine son derece erdemli davranılarak protesto kesildi. Tören de berbat falan edilmedi. Bunu büyüten Ertuğrul Bey oldu!
ALTI: Bir gazeteci ve toplumbilimci olarak onun yapması gereken şey; böyle bir toplumsal tepkiden sonra protesto edilene övgüler düzmek değil, protesto edenlerin ruh halini anlamaya çalışmak olmalıydı.

***


Kısacası, senin yüreğin, o protestolar yüzünden burkulmuş olabilir Sevgili Ertuğrul Özkök...
Ama “gazeteci” olduğunu unutup, duygusal bir yazıyla insanları kınayacağına...
Keşke; bir “Yüzde 50 oy alan Başbakan, neden ıslıklandı” yazısı yazabilseydin!
Keşke; Şeref Tribünü’ndeki Başbakan’ın ruh halini tanımaya ayırdığın zamanın yarısını, protestocuları anlamak için de ayırabilseydin!
Herkes, baktığı yerden belli olur Ertuğrul Bey...
Hazır omuzlarında “yöneticilik” yükümlülüğü kalmamışken, biraz da “haksızlığa uğradıklarını düşünenler” ilgi alanına girebilse...
Eminim ki o zaman müthiş yazılar döktürürsün.
Mustafa Mutlu / Vatan




Kıbrıs Türktür’e kefil olmam ama Denktaş bizimdir

...görünen o ki Rum’un Türk’e ettiklerini unuttuğumuz gibi, Kıbrıs Türkü’nün Denktaş’a ettiklerini de unutmuşuz.
Statükocu dediler.
Takoz dediler.
Faşist dediler.
Hatta, defol dediler.
İstemiyorlardı onu.
Yatacak yeri yok, ona bu muameleyi reva gören vefasızların...
Ama, onun ilelebet var.
Denktaş...
Anıtkabir’e defnedilsin.
En azından sembolik mozole öneriyorum. Çünkü, üç kuruş para’yı bağımsızlığa tercih eden zihniyet nedeniyle, Denktaş’ın defnedileceği yerin de Türk toprağı olarak kalacağı meçhul.
Yılmaz Özdil / Hürriyet




Rum basını Denktaş’ın ölümünün ardından kin kusmuş! Bizdeki iktidar yalakası yandaş medya bu kadar da sabredememiş aynı işi Denktaş’ın sağlığında yapmıştı!
Gülhan Elmas




Kahramanlar yalnız ölmez

Soğuk Savaş zamanında başlayan Kıbrıs sorunu, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra ortaya çıkan küresel dönemde büyük devletlerin, özellikle de ABD’nin ve Yunanistan’ın tam üye olmasından sonra AB’nin tavır değiştirmesiyle farklı bir konjonktürle karşı karşıya kalmıştı.
Türkiye’deki iktidar değişikliğiyle de desteklenen bu yeni konjonktür, “uzlaşma” adına, olaya insan hakları bağlamında, adada yaşayan Kıbrıs Türklerinin kültürel kimlik, özgürlük ve bağımsızlıkları açısından bakan ve bunu tarihsel bir çizgide savunan Denktaş’ı devre dışı bıraktı ve yalnızlaştırdı.
Ama Denktaş yalnız ölmedi...
Çünkü kahramanlar yalnız ölmez... Ve tarihin şanlı sayfalarına, insanların kalplerine gömülür!
Emre Kongar / Cumhuriyet




Öncülerin sessizliği

Toplum, Cumhuriyet kurumlarına ve ritüellerine yönelik saldırıları endişe ile izliyor. Öfkeyi derinde tutan sessizlik öncü kurumların tepkisini bekliyor. Peki nerede onlar?.. Baksanıza başta CHP, ADD, ÇYDD, DİSK vs. kuruluşlar, cılız tepkileriyle adeta bir görevi geçiştirir görünüyor! Onların sessizliği, Türköneler’in, Dinçerler’in saldırısından daha da vahim değil mi?
Aşağıdaki açıklamayı MHP lideri Bahçeli yapmış. Birileri belki ders alır diye özetledim: “Cumhuriyet’in ilanına giden sürecin miladı olan 19 Mayıs tarihini çarpıtmak, çaptan ve gözden düşürmeye cüret etmek AKP’nin gizli gündemleri paralelinde hareket ettiğini bir kez daha teyit etmiştir. Hükümetin tedavülde tutup, yönlendirdiği yıkıcı ve bölücü emeller; aziz milletimizi boyalı demokrasi algısı ve yapay özgürlük iddialarıyla kuşatmış ve zaafa düşürmüştür.”
Mehmet Faraç / Aydınlık




Aklınızın bir köşesinde dursun

İngiliz Parlamenter Andrew Duff; AKP yönetimine; “Atatürk resimlerini devlet dairelerinden indirin!” talimatı vermişti. AB raporlarında da sık sık, “Kemalizmle mücadele edin!” emri bulunuyordu. Bir zamanlar AB’nin Türkiye jandarması Alman Karen Fogg da Kemalizmle mücadele talimatı yollamıştı. 19 Mayıs Bayramı; Türk milletinin sömürgecilere karşı direnişinin; Batı’yı dize getişinin simgesidir. Bu yüzden antiemperyalist Kemalist ideolojinin bayramıdır. İşte bu yüzden yasaklanması gerekiyordu; yasaklandı.
Rıza Zelyut / Güneş




Son yılların en çarpıcı yağdanlık yazılarından...

Tayyip stada gidiyor, ıslıklanıyor, protesto ediliyor, yuhalanıyor. Şiddet yok. Kitleler “Demokratik haklarını” kullanıyor. Ne de olsa “İleri demokrasi” yaşamıyor muyuz!..
Protestoları, devreye giren Fenerbahçe yöneticileri zor bela sonlandırıyor.
Gerçekler böyle iken bir işgüzar çıkıyor ortaya ve “Aferin sana Sayın Başbakanım, onlara aldırış etmedin” diye yazı döktürüyor.
Ertuğrul gibi yandaş cambazlar sadece Türkiye’de değil, dünyanın bütün baskı rejimlerinde iktidarların güç kaynağı olarak görev yaparlar.
Onların görevi güç sahiplerine payanda olmak, baston ve stepne olmak ve en kritik bir zamanda yazılarıyla iktidarlara arka çıkmaktır.
Tayyip’i stadyumda izlerken yanına gidip gitmediğini, onu kutlayıp kutlamadığını, elini öpüp öpmediğini, saygılar sunup sunmadığını yazısında anlatmıyor!
Gazetecilik mesleğinin bu “yüz akına!” , bu onurlu ve şerefli yolunda daha nice başarılar dilerim!
Emin Çölaşan / Sözcü

Yazarın Diğer Yazıları