Güven bunalımı (31 Ekim 2009)
Kelli felli adamlardan tutun da devletin zirvesine kadar hemen herkes imzanın kuru mu ıslak mı olduğunu tartışıyor. Psikolojik harekâttan yakınanlar bile bu harekâtın bir parçası olduğunun bilmem farkındalar mı? Böylesine ucuz işlerin memlekete keseceği faturanın ne kadar pahalı olduğunu da hesap eden yok. İmzanın ıslak mı kuru mu olduğu sınırlarını aşmakta tartışmanın odağında Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ve komuta heyeti var. Sözde demokratlardan faşist liberallere kadar entel dantel kesimi, istifa çığırtkanlığı ile ordunun komuta kademesini baştan sona değiştirmeyi murad ediyor. Anayasanın Türk Ordusuna verdiği görev ve hakları ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Dünyanın en büyük ordularının başında gelmekle kalmayıp, özellikle terörle mücadelede harp tarihini değiştiren, Türk ordusunun asimetrik psikolojik harekat karşısında nasıl da hazırlıksız olduğu ortaya çıktı. Elinde çok iyi eğitilmiş personel, milyonlarca dolar ödenerek alınmış silahlar olan ordunun bu eksiğini gidermek için çok da çaba sarf etmediğini görünce doğrusu üzülmekle kalmıyor, öfkeleniyoruz da.
Medyanın bugünkü duruma dönüşeceğini yıllar önce biz öngörüyor, yazıp çiziyorduk. Aydınlar bas bas bağırıyordu. Bunu ordunun kurmaylarının göremediğini veya önlem alamadığını düşünmek ayrı bir dert. Kimileri empati yapıp, ne yani ordu kendi medyasını mı oluşturacaktı, ordu kendi işine baksın gibi yaklaşımlar içinde. Evet Türk Ordusunun görevleri arasında milli medya oluşturmak gibi bir şey yok.Ama kendisine yönelik tehditleri önceden tespit ederek önlemini alması gerekmiyor muydu? Birinin ağız dolusu küfürlerine karşı bir kişinin suskun kalması nasıl düşünülemezse, kurumlardan da tepki beklemek normal değil midir? Neyse geçelim bu tatsız tuzsuz mevzuyu. Gelelim siyasetin perişan haline. AKP’ye alternatifin görünmediği ortamda Hüsamettin Cindoruk’un çabaları gözden kaçmıyor. ANAP-DYP bütünleşmesini engelleyen Mehmet Ağar’ı tarih çok ağır yargılayacak. Geç de olsa bu birleşmeyi sağlayan Cindoruk’u DP’yi yeniden toparlayıp, merkez sağı güçlendirme konusunda fazla iyimser değilim, ama parti içi demokrasi partilinin, delegenin iradesine kulak verilmesi açısından örnek bir kongre olacağı aşikar. İki partinin birleşmesinin ötesinde yönetici ve üyelerini hak ve hukuklarının korunup garantiye alınması ciddi iş.
Bir tarafta bir gecede milyonlarca üyenin silinmesine göz yuman kendi siyasi ikbali için genel başkanlık sultasına ses çıkarmayan pısırık bir yapı. Diğer tarafta iki farklı yapıyı bütünleştirirken, en üs yöneticiden il ve ilçe başkanlarına, üyelerine kadar kıymet veren bir anlayış.
Yine bir tarafta delegeyi üç yılda bir elini kaldırıp indiren bir meta olarak addeden bir yönetim zihniyeti, diğer tarafta delegenin iradesini yansıtabilmek için alternatif aday ve listelerin çıkmasını teşvik eden küçülmüş iki partiyi büyütmek için samimi olarak mücadele veren Hüsamettin Cindoruk.
Dünkü gazetemizde Macit Soydan’ın DP lideri Cindoruk ile yaptığı röportajı okudum. Türkiye’de muhalefet boşluğunu dolduracağına inandığım Cindoruk’un iki partinin bütünleşmesindeki demokrasi ötesi insan unsurunu ön plana çıkararak, partisine değer verdiğine gıpta ettim.
Yarın DP Kongresinin diğer partilere örnek olmakla kalmayıp özellikle haftaya yapılacak olan MHP kongresi için mihenk taşı olacağına inanmak istiyorum. Aday çokluğu listelerin farklı olması o partinin zenginliği ve halka verdiği umudun yansımasıdır. MHP’nin bu şansını mutlaka değerlendirmesi gerektiğini yazmıştım. Bakalım Bahçeli partisine, delegesine güvendiğini, kendi insanına değer verdiğini kanıtlayabilecek mi?