Gurbetteki Türkler
Yazımın başlığını böyle atsam da sadece gurbetteki değil Türk dünyasında ve çeşitli ülkelerde yaşananları dile getirmek istiyorum.
Özellikle hariciye yani dış işlerine bağlı büyükelçilik ve başkonsolosluklar ve orada çalışan ilgili yetkililerle ilgili sizlere bu konuda biraz bilgi vermek istiyorum.
Büyükelçilerin başkonsolosların ne kadar maaş aldığını bilmiyorum ama ataşelerin, müşavirlerin 12.000 dolar civarında aylık aldığını, ayrıca uçak biletleri, izin paraları, tazminatlar ve Türkiye’deki maaşlarının da artı olarak ödendiğini biliyoruz.
Evet, Türkiye Cumhuriyeti devletinden bu paraları alanlar bunları hak ediyor mu biraz da bunu sorgulamak istiyorum?
Türkiye içinde kutuplaşmanın getirdiği boyutlar, vatandaşlar arasındaki görüş ayrılığının geldiği üzücü noktayı hepimiz biliyoruz ancak yurt dışında bunun kendi ülkemizden daha beter bir hâle geldiğini söylemek asla abartı olmaz.
Birçok ülkede herkesin camisi ayrı, takıldığı kahvesi ayrı, barı ayrı, günahı sevabı ayrı. Mesele öyle bir boyuta gelmiş ki herkes birbirine ticari kavgalarını, siyasi kavgalarını, ispiyonculuğa ve iftiracılığa kadar getiriyor. Bu da Türkiye Cumhuriyeti görevlilerine, yıpranma korkusundan dolayı bir fanusun içinde yaşama ve dolar biriktirme dışında bir şey yapmamayı, çalışmaktansa kimseye bulaşmamayı yeğletiyor.
Örneğin Türk dünyasında, ülke ismi de büyükelçi ismi de verebilirim ama meseleyi kişiselleştirmemek için Türkiye’den gelen yatırımcılara buralara gelmeyin, buralarda risk var, batarsınız gibi görev yaptıkları ülkeleri kötüleyerek esas görevlerini ihmal etmektedirler.
Türk yatırımcılarının, Türk öğrencilerin, oralarda yaşayan Türk vatandaşlarının, sorunlarına çözüm aramak yerine o ülkelerle iyi ilişkiler kurmak yerine Türkiye’yi tanıtmak yerine öyle bir misyonla görev yapanlar aslında görev yapmıyor. Türkiye’ye zarar veriyorlar. Özellikle konsolos çalışanlarının dedikodularla o şucu bucu şeklindeki suçlamalarına karşı kimseyle görüşmemeyi yeğledikleri, yıpranmamak için bir yaşam biçimi haline getirdikleri aşikârdır.
Diğer kurumların Türk akraba toplulukları, Türksoy, Yunus Emre ve diğerleri, inanın çok farklı değil, çalışmak yerine algı ile işi kapatıyorlar.
Faaliyetlerin nasıl yapıldığı, kimlerin kimleri nasıl davet ettiği, Türk devletinin amacına uygun olmayan faaliyetleri eşine, dostuna, sevgilisine davetiye göndererek uçak biletleri devlet bütçesinden karşılandığı vs. dedikodularını bir kenara koyuyorum. Türk Dışişleri Bakanlığı, siyasi iktidar ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu konuların doğru olup olmadığını öğrenebilmek için bir düğmeye basmaları yeterlidir. Yıllarca FETÖ’cülerin himayesinde gelişen Türk diasporası 2008’den bu yana ciddi bir örselenme ile karşı karşıya.
Bir taraftan devlet olarak FETÖ’nün elindeki okulları devlete kazandırma çalışmaları var. Ama Türk nüfusunun (diasporasının) FETÖ’nün elinden kurtarılıp tekrar devlete millete kazandırılma çalışmaları yapması gereken Türk dışişleri, etliye sütlüye dokunmayan stratejisini her yerde olduğu gibi bu alanda da devam ettirmekte. Türk dışişlerini tarikat ve cemaatlere bırakan iktidar bugün de farklı bir şey yapmıyor.
Atanan büyükelçilere baktığınızda liyakatten uzak konuyla ilgisi alakası olmayan kendi siyasi yandaşlarıdır. Bu bakış açısıyla devlet yönetmek dışişleri politikalarını oluşturmak Türk devletinin geleceğine katkı yerine zarar verir bunlar tecrübeyle sabit tespitlerdir.
Her geçen gün Türk pasaportu dünyada değersiz ve itibarsız hâle biraz da bu yüzden gelmektedir.
Vize sorunlarımız, AB ile ilişkilerimiz, krizler, doğru yönetilmediği için Türkiye Cumhuriyeti güçlü devletler nazarında yalnızlaştırılmaktadır. Türk dış politikası cahil yobaz tarikatlar ile yönetilemez, atamalarda liyakat çok önemlidir.
Yurt dışında başka devletlerin büyükelçileri, bulundukları ülkelerin iş insanlarıyla kendi ülkelerinin iş insanlarını buluşturup vatanlarının ticaret yapıp para kazanmasını sağlamaktadırlar. Bizimkiler ise tam tersine, bu ülkeye gelmeyin zarar edersiniz şeklinde insanları yüreksizlendirmektedir.
Yurt dışında görev yapacak her kim olursa olsun o ülkenin dilini mutlaka bilmesi gerekiyor. En az iki sene önceden o kişiye gideceği ülke söylenmeli ve iki sene içinde o ülkenin dili, örf ve adetleri, tarihi, edebiyatı hakkında çok detaylı bilgi sahibi olması gerekiyor ki o ülkeye gittiğinde acemi asker gibi durmasın.