Gün lâkaydîlik günü değil
Fransız yazar Claude Farrere, “Türklerin Mânevi Gücü” isimli çalışmasının, “Türk Şuuru” bölümünde “Köpek Hikâyesi” başlıklı yazısının “haşiye” bölümünde, “Hem Türk var, Türk sanılan var” dedikten sonra,“Türk sanılan Türk’ü” şöyle özetler: “Yarı Garplı Türk, jön Türk, her devirde Türkiye’nin kötü ruhu olan Levantenlerle düşe kalka çok değişmiştir. Bunlar bana, hiçbir zaman işe yarar bir şey söylememiştir.”
Farrere devam eder:
“Ve öbür Türk, siyasetle alâkası olmayan eski Türk; tarlasını bellemekten, sürüsünü otlatmaktan, bazı küçük el sanatlarıyla uğraşmaktan başka bir şey bilmeyen, sade ve tatlı Türk... Tanıdığım, Asya ve Avrupa köylerinde evlerine girip çıktığım Türk... Ah, inanın bana.. Dünyada hiçbir kimse onun kadar sevilmeye, hürmet edilmeye ve itibar edilmeye lâyık değildir. Beşeriyetin varlığıyla iftihar edebileceği ondan başka insan yoktur.”
Bu tespit bizim de katıldığımız bir tespittir.
Bugün, “hiçbir zaman işe yarar bir şey söylemeyen o Türk sanılan” grup menfî yönde birçok aşama kaydedip, “Türkiye’nin kötü ruhu Levantenlerle düşe kalka değişmenin” ötesine geçmiş, “insanlığın kötü ruhu Siyonizm ve onun ürünü olan global organizasyonlarla düşe kalka” çok daha kıvrak ve fakat çok daha tehlikeli bir ’Türk sanılan Türk’ olmuş ve Fransız Farrere’in o, “Dünyada hiçbir kimse onun kadar sevilmeye, hürmet edilmeye ve itibar edilmeye lâyık değildir” dediği “Hakiki Türk’ü” yıllardır, “Senden adam olmaz” diyerek aşağıladıktan sonra da tutmuş, Farrere’in ifadesiyle, “Beşeriyetin varlığıyla iftihar edebileceği yegane varlık olan” olan bu kavmi, “insanlığın kötü ruhu Siyonizm projeleri olan BOP ve AB” kapısı önüne ’sahipsiz bir çocuk gibi’ bırakıvermiştir.
“BOP ve AB” gibi el kapıları önüne bırakılan “Gerçek Türk”ün arkada bıraktığı toprağı, fabrikaları, mâdenleri, din ve milliyeti çekirge sürüsü gibi talan edilmeye başlanmış, başına öyle bir çorap örülmüş ki, bir yandan elinden her şeyi para verilerek alınmış, diğer yandan satılan mülk ve akarlardan gelen paraları ne zaman ve kimin alıp ne yaptığı belli olmayan borçların bir yıllık faizini bile karşılayamadığı görülmüştür.
2007’nin fotoğrafı budur.
Elbette kötü günler de bizim içindir amma, altın yere düşmekle pul olmaz misali bir milletin aslı ne ise başına ne gelirse gelsin, o bir gün mutlaka aslına dönecektir ki, Mustafa Kemal’le birlikte Türk milleti “Düştüğü yerden kalkmayı” başarmış, yeniden mazlum milletlerin kıblesi haline gelivermişti. O gün Hindistan’ından Cezayir’ine kadar bütün mazlum ve mağdurların göğüslerinde Türk’ün Ay-Yıldız’ı ve ceplerinde Atatürk’ü vardı.
Atatürk’ün Türkiye’si Filistin’de bir Yahudi Devleti kurdurtmam diyor, SSCB dağılırsa Türk Cumhuriyetleri ile nasıl irtibat kurarım diye hesaplar yapıyor, Irak’ı, Suriye’yi ve diğer yeni Müslüman devletleri nasıl derler toparlarım hesabı yapıyordu. Oysa bugün Yunanistan’ın Türkiye üzerine hesapları var. İsrail’in Türkiye üzerine hesapları var.
ABD’nin, AB’nin, hatta Barzani’nin, hatta bir terör örgütü olan PKK’nın, Ermenistan’ın Türkiye üzerinde, Fener Patrikhanesi’nin Türk toprağı üzerinde hesapları var. İşte biz, “Türkiye masada” derken bunu kastediyoruz. Bu yalan değil, var olan bu gerçeği yok sayarak, yok edemeyiz ve biz bu noktaya işte o “Türk sanılanların” işte o gece gündüz Türkiye’nin kötü ruhu Levantenlerle düşe kalka Türk olmaktan çıkmış ve ardından Siyonizm ve onun alt kuruluşları olan Masonluk gibi, NATO gibi, AB gibi, BOP gibi organizasyonların devşirdiği bu akıllara siyasetin dizginlerini teslim ederek geldik.
Bu dizginlerin sevk ve idaresinde varacağımız yer Türkiye’nin parçalanmasıdır, Sevr’dir.
Onun için ey milletim, Meclis’te olup bitenleri çok ciddi takip et, çünkü mesele lâkaydîliği kaldırır noktayı çoktan geçmiştir..