Gün kurtuluş günü...
Ankara ve İstanbul’da yaşanan olaylara bakış açım farklı. Herkes ayrıntılarla uğraşıyor. Ben bu işin tepesi komuta kademesine dikkat çekmek, içerideki satılmışlar, patronları ve onların çıkarlarını değerlendirmekten yanayım. Biz Türk televizyon yayınlarını yurt dışında farklı izliyoruz. Amerika’dan Avrupa’ya yönelik Türk TV yayınları uydudan izleniyor.
Yayın kalitesi rezalet. Bu televizyonlara verilen reklamların yüzde 85’i bakkal malzemesi. Peynir, sucuk, makarna, çaydanlık. Biz Türkler yalnızca dünyaya sindirim borumuzla mı bağlıyız, tabii ki hayır. Yıllar önce geçim sıkıntısı içinde olan Türk halkı, eğitimsiz, vasıfsız, kültürel ve en tutucu kesimini, yurt dışına göçmen işçi olarak ihraç etti. Aradan geçen yarım asra rağmen bu toplum Batı kültürüyle kaynaşmadı, çocukları, muhafazakâr tutumla Avrupa serbestliği arasında bocaladı. Bugün, Türk müziğini saçma sapan boyuta taşıyan sanatçıların yüzde 65’i, Almancı diye tanımladığımız bu grubun çocukları. İsimlerini burada yazmak istemiyorum.
Türkiye düşmanı örgüt ve ideolojiler de bu yeni kültür içinde beslenip yeşertildi. Sol örgütlerden tutun da tarikatçılar ve PKK terör örgütüne kadar herkes orada büyüdü. Terörü kınamak istemeyenler, teröristleri Türkiye’ye vermedi. Batılı ülkeler, bocalattıkları ekonomisi için Türkiye’ye milli kurum ve kuruluşları sattırdı, kendilerininkini devletleştirdi. Türkiye düşmanı örgütlere yönelik baskılar için insan hakları ihlali ninnisi söylendi. Ayrıca hiçbir zaman almayacakları AB için havuç ve sopa metodu kullanıldı, ülkeyi birlik içinde tutan kurallar ve yasalar yok ettirildi.
Osmanlıya asırlardır kin duyan Hıristiyan Avrupa, intikam için bükemediği bilek Atatürk’ü karalayıp, kurduğu devrimleri yok etmeye çalıştı. İşbirlikçi ucuz gazeteciler ve aç iş adamları kullanıldı. Dönüp bakarsanız, Avrupa’nın bugün Türkiye’de yaşanan tüm sorunların kaynağı olduğunu görürsünüz. Bölgede çıkarlarına mani olan bir Türkiye istemeyen ABD de Avrupa’ya katıldı. Her iki kıtanın büyük çabasıyla Türkiye’de tarım, üretim, hayvancılık, eğitim, sanayi yok edildi.
Avrupa, karşısında kaya gibi oturan ve kendisine yenilmeyen Mustafa Kemal’in ordusunu devre dışı bırakmayı hedef aldı. AB’ye giriş kurallarının en başına, askerin siyasetten uzaklaştırılması yerleştirildi. Oysa AB ve ABD’de askerler her zaman siyasetin içindeydi. Almanya, Fransa, İspanya, İtalya, Hollanda ile Danimarka ve hatta Amerika tarihlerini incelerseniz, bunun ne kadar derin ve etkili olduğunu göreceksiniz. İktidarlar içine kendi adamlarını yerleştirdiler. Bakın iş başındaki iktidarın bu konuda en fazla konuşan yetkilisi hangi genel başkan yardımcısı ve daha önce hangi Avrupa vakfından geldi.
Son olarak; asker içine NATO aracılığı ile köklerini saldılar, tepeye doğru kıta subayları yerine, karargâh ve yurt dışında görev yapmış çeşitli gruplara yakın komutanların yükselmesine destek verdiler. Türkiye’de 1980’den itibaren uzun süre ülke başında kalıp ülkeye derin yaralar açan, birbirinin benzeri iki çoğunluk iktidara geldi. Her iki iktidarın ortak noktası, halk yerine kendi ceplerini doldurmak oldu.
Nedeni ne olursa olsun bugün Türkiye, İstiklal Savaşının başındaki döneme geri döndü. Biz Türkler kişilik olarak demokrat değiliz, kendinizi kandırmayın. Bizlerin internetle birbirimize attığımız emaillerle bu zorbalardan kurtulmamız mümkün değil. Sorun, Türk toplumunu bu uçurumun kenarından çekip çıkaracak yeni bir Mustafa Kemal’in ne zaman çıkacağı.
Not: Hava Kuvvetleri eski Komutanı İbrahim Fırtına, Amerikalıların Atatürk’ten şikâyeti üzerine, Washington Büyükelçiliği bahçesine bir Atatürk heykeli yollayan komutan. Birinci Ordu eski Komutanı Ergin Saygun da kendisinden kimlik istenmesi üzerine Beyaz Saray kapısından dönen komutan. Ne garip, gururlular içeride, gurursuzlar dışarıda.