Gül, Türkiye'nin önünü açmalıdır!
AKP yanlısı medyanın kalemşorleri son zamanlarda kraldan çok kralcılık yaparak “uzlaşma” kavramına karşı savaş açmışlardı. Onlar “halk AKP’yi seçti. O halde Cumhurbaşkanını da TBMM başkanını da AKP seçmeli, uzlaşma da ne oluyor?” diyorlardı. Elbette her iki şerefli makama da kimi seçeceğini AKP gurubu karar verecekti. Ancak AKP içinde mümkün olduğu kadar herkesi hoşnut edecek bir adayın başkanlık için çıkarılması ortak aklın arzusuydu.
Makamlar hizmet yerleridir, meydan okumak yerleri değildir. “Taç giyen baş, uslanır” diye bir söz vardır. Eğer taç giyen bir baş uslanmıyorsa ya başta ya da taçta bir sorun var demektir. Böyle bir durum taç ile başın birbirinden ayrılmasını zorunlu kılar. Sağduyu bunu gerektirir. Nitekim TBMM başkanlık seçimi bu tür bir tavrın kanıtı olmuştur.
TBMM başkanlığı için yapılan seçim “uzlaşma” nın ne olduğunu tek yanlı ve tek boyutlulara göstermiş oldu. TBMM başkanından daha çok parti ideologu gibi davranan ve her fırsatta bu kutsal makamı bir yerlere mesaj göndermek için kullanan Bülent Arınç aday olmadı. İyi de yaptı. Onun yerine rekor bir oyla Köksal Toptan, TBMM başkanı oldu.
Köksal Toptan muhalefetin de desteğini aldı. Türkiye’nin iki numaralı zirvesine seçilen adam Meclis’in alkışlarıyla görevine başladı. Herkes Toptan’ı kutladı. Toptan’ın “AKP milletvekili olarak aday oldum. Ama şimdi yüce Meclis’in başkanıyım, bütün partiler benim partim” sözleri de onun farklılığını daha doğrusu devlet adamlığı tavrını ortaya koymuştur. Böyle bir sözün TBMM Başkanıyken AKP mitinglerinde kürsünün en önünde yer alan Arınç’ın ağzından çıkması asla mümkün olmazdı. Onun için TBMM Başkanlığına aday olarak Toptan’ı gösterenler basiretli davranmışlardır.
Meclise hâkim olan bu basiret ve sağduyunun devamını dileyenler “Darısı Köşk’e” demekten kendini alamadılar. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçiminin TBMM Başkanlığı seçimi gibi kolay olmayacağı da anlaşılmıştır.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşananların Türkiye’yi altı ayda nereden nereye sürüklediğini herkes gördü. Halk biraz da bu seçim sürecinde yaşananlar yüzünden AKP’ye bu kadar yüksek düzeyde oy verdi. Elbette seçimde alınan oyları yalnızca Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı aday sürecinde yaşananlara bağlamak da yanlıştır. Seçim sonuçlarını “kaybet-kazan” stratejisinin bir unsuru olarak değerlendirmek ise çok daha tehlikeli bir yanlıştır. Kaldı ki, Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında ayrışan tarafların pozisyonlarında da herhangi bir değişiklik olmadığı da bilinmektedir.
Böyle bir durumda kronik dayatmaların beklenmeyen sonuçları olacağından kimse kuşku duymamalıdır.
Başbakan Erdoğan, bir yandan “Ülkemiz her alanda böyle bir dayanışmayı bekliyor” derken, diğer yandan da “Millet ne kadar yetki verirse, herkes o kadar güçle temsil yetkisine sahiptir. Biz hiçbir zaman azınlığın çoğunluğa tahakkümünü öğrenmedik” diyor. Başbakan bunları söylerken yeni ve farklı bir şey söylemiyor. Malumu ilan ediyor. Doğrudur. “Milletin ne kadar yetki verirse, herkes o kadar güçle temsil” edilmesi demokrasinin basit bir kuralıdır. Ancak milletin verdiği yetkiyi doğru adamlar eliyle kullandırmak da demokrasinin gerekleri arasında vardır. Başbakan Erdoğan halkın kendilerine verdiği yetkiyi daha ılımlı, olumlu ve dengeli kişiler vasıtasıyla kullandırırsa halka daha fazla hizmet etmiş olur. Bu anlamda devletin en yüce makamına kavga, gerilim ve tartışma yaratacak kişilerin getirilmesi halkın verdiği yetkinin en kötü bir biçimde kullanılması anlamına da gelir.
Kısacası AKP’in, Cumhurbaşkanlığı için Gül’ü aday göstermesi milli irade bakımından ne anlama gelirse, bir başkasını aday göstermesi de aynı anlama gelir. Abdullah Gül’ün “meydanların dili” ya da mesajı dediği şey, sandığı gibi seçmenin kendisinin Cumhurbaşkanı olarak görmek istediği mesajı değildir.
Meydanlar uzlaşma, birlik, bütünlük, hoşgörü, kardeşlik, denge ve uyum içinde kalkınan bir Türkiye mesajı vermişlerdir. Toptan’ın TBMM Başkanı seçilmesiyle aynı mesajı Meclis de vermiştir. Sıra Cumhurbaşkanlığı seçiminde de aynı duyarlılığı göstermeye gelmiştir.
Gül’ün kronik adaylığının devamı, Türkiye’nin gerilim ve stres ortamının sürdürülmesi anlamına gelmektedir. Gül’ün bir an önce Cumhurbaşkanlığı makamına aday olmadığını açıklaması, herkesten daha çok AKP’nin, Erdoğan’ın daha doğrusu Türkiye’nin önünü açacaktır.