Gözüm bir yerden ısırıyor ama...
Bir adet; emperyalist politikaları savunan Taraf’ın sosyalist yazarı(!) Murat Belge...
Kendisi halihazırda Soros’dan fonlanan Helsinki Yurttaşlar Derneği üyelerindedir. Biraz matruşka edebiyatı yapmak gibi olacak ama bu dernek de NED’in -inorganik- yan kuruluşlarından... Veeee NED de, kurucusu Allen Weinstein’ın ifadesiyle “CIA’nin 25 yıl önce gizlice yaptıklarını, bugün açıkça yapan bir istihbarat yapısı”dır!
***
Bir adet; iflah olmaz jurnalci Yavuz Baydar...
Kendisi önce Nobel Vakfı’nın maskesini düşüren Banu Avar’ı İsveç’e jurnallemiş ve TRT’deki programının yayından kaldırılmasını sağlamış, sonra bununla yetinmeyip ’İsveç’le ilgili siyasi skandala neden olan gazeteci’ diye hedef göstererek TCK’nın 216. maddesinden yargılanmasını istemiştir... Sabah’ta “ombudsman” kılığında yaptığı işi meslektaşlarını lince kadar vardırmakta sakınca görmemiş, kendi gazetesi yazarları (bkz. Hıncal Uluç) tarafından dahi sert dille kınanmıştır. Ve huylu huyundan vazgeçmez misali, son olarak Dünya Editörler Forumu’na bu kez Ertuğrul Özkök’ü hedef alan bir şikayet mektubu göndermiştir!
***
Bir adet; 900 bin TL’lik transfer rekoru hala kırılamayan baş yazar Mehmet Barlas!
Kendisi, afiyetle yemeye, boğaza nazır ziyafetlerinde yedirmeye hazırlandığı bu parayı “meslektaşlarının uygun bulmaması üzerine geri iade ettiğini” açıklayarak, aslında kendisi için “garip-gureba”nın hakkını cukka yapmanın bir sakınca doğurmadığını -istemeyerek- açık etmiş, oradaki kaybını eşi Canan Barlas’ın TMSF’den aldığı maaşla telafi ettiğini düşündüren kişidir. “Kenan Evren’le Hatıralarım” belgeseli, ne zaman demokrasiden nağmeler şakımaya kalkışsa, düzenli olarak ayağına dolanmaktadır.
***
Bir adet; -hakkında yazılmayan kaldı mı bilmem ki- “kahrolsun Amerikan emperyalizmi” derken bir anda kaderini, layık görüldüğü Amerikan burslarının rüzgarına bırakan Cengiz Çandar...
Ve yanında bir adet de; Hrant kitabıyla aralarında Emin Çölaşan, Melih Aşık gibi isimlerin de bulunduğu bir çok ünlü gazeteci hakkında kara propaganda zemini hazırlayan Tuba Çandar!
***
Bir adet; AKP’nin anahtar teslim anayasa hukukçusu Ergun Özbudun!
***
Bir adet; TESEV cemaatinden, TSK’yı hedef alan almanakların baş “PR’cısı” Serap Yazıcı!
***
“Al birini vur ötekine..” standardında oldukları için ayrı ayrı anons etmeyi kesip “ve diğerleri” diyelim koronun “öteki” solistlerine de... İşte bu koro, kulüp rakısı ve Hacı Arif eserleri eşliğinde meşk eylemiş geçtiğimiz günlerde... “Meşk”i dahi sponsorlu koronun, iki eksik, üç fazla belki ama “omurgası” hiç yabancı değil aslında... “Balık Çorbası”nın yerini “Kurutlu Levrek”, cebinde makbuz tomarıyla gezen biricik Karen’lerinin (Fogg) yerini de yeller almış o kadar! Yine de, inanıyorum ki, Kör Agop’un Meyhanesi’ndeki talimleridir getiren onları bu noktaya... Neyin talimi mi? Rakı şisesinde balık olmanın değil tabii ki! Ama hafızası “balık” laştırılmış bir toplum yaratmanın olabilir belki... Tamam bu Karen Fogg’un, restore edilmiş halinin temel motifi “AB’ye sadakat” olan “toplumsal dönüşüm” projesinin gereği... Tamam bu “fasıl” da inkar edilemez Soros’un emeği, desteği... Yine de Cengiz Çandar oradayken infiale gerek yok ahali... Malum kendisi artık başka ülkelerin temsilcilerinin içişlerimize karışmasına karşı “canlı kalkan” olan bir bağımsızlık fedaisi!
Ama olur ya, insanlık halidir, iki dubleden sonra bir anlık Karen hasreti düşmüştür yüreğine; sormadan edemeyeceğim gecenin udisine: Dünyaya nizam vermeye niyetlendikleri günleri hatırlayıp da “Hep elele vererek hayaller kurduğumuz/ O ağacın altını bilmem anıyor musun?” şarkısını istedi mi Çandar gizli gizli?!
+++
Utanmazlık olur da bu kadar olmaz
Hırsızlar, arsızlar, teröristler, bölücü hainler girerken gıklarını çıkarmadılar da... Şimdi Emekli Korgeneral Engin Alan’ın “TBMM’ye girebilme ihtimali” çıldırtıyor sözde muhafazakar medyayı... Neymiş “başörtülüleri fişlemiş” miş... İnsanda biraz utanma olur, arlanma olur yahu... Başında yazması, yemenisi, oyalısı, yamalısıyla o annelerin evlatları girmesin diye yine ay-yıldıza sarılı tabutlara; canını ortaya koyarak çarpışan kimdi Güneydoğu dağlarında? İmralı’daki caniyi getiren, sorgulayan “Türk mahkemelerine teslim eden paşa” olduğunu da yazsanıza Alan’ın... Ve yazsanıza o caniyi şimdi kimin pamuklara sardığını da!
+++
İmralı’da Öcalan’la görüşmek bile değil Küçük’le görüşmek neden suç olsun!..
Akşam gazetesi haberi önceki gün: “Gazeteci Soner Yalçın ve Oda TV’nin iki çalışanını tutuklatan belge” diye verdi. Haberi heyecanla okuduk:
“Gazeteci Soner Yalçın ve Oda TV’nin iki çalışanını tutuklatan belgelerden biri ofisteki bilgisayarın hard diskinde bulundu. Belgeden, AK Parti hükümetini yıpratmaya yönelik notlar çıktı. Ergenekon sanıklarından Prof. Dr. Yalçın Küçük ile Oda TV’nin tutuklanan sahibi Soner Yalçın’ın teknik takibe takılmamak için kurye aracılığıyla haberleştikleri de öne sürüldü. Polis şimdi kuryenin peşinde...”
Acaba Yalçın Küçük, Soner Yalçın’a ne tür notlar göndermiş? Mesela:
- AKP kadrolaşmasını göz önüne sermek.
- AKP’nin gerçek maksadının şeriat devleti kurmak olduğunu hep gündemde tutmak...
- Sivil dikta ve sivil darbe konusunun işlenmesi.
- AKP’nin yaptığı özelleştirmelerin, vatanın satıldığı yönünde haberlerin yapılması.
- AKP’li belediyelerin mercek altına alınması. vs.. vs..
Haberi dikkatle okuyanlar tabii hemen merak ediyor.. Burada suç nerede? Prof. Yalçın Küçük’le haberleşmek neden suç olsun? (İmralı’da Apo ile görüşmek bile suç değil...) AKP’yi eleştiren haber ve yorum yapmak ne zamandan beri suç sayılıyor? Akşam gazetesi de günübirlik bu tür haber ve yorumlar yapmıyor mu?
Soner Yalçın Akşam’a açıklama göndermiş; “Bu sözde belge Odatv’ye casus program aracılığıyla girmiş, aynı anda silinmiş, bizim haberimiz yok” diyor. Her şeyin ötesinde... Olağan gazetecilik faaliyetinin suç gibi yansıtılması, AKP eleştirisinin suç gibi belletilmesi, kimi gazetecilerin suçlu gibi takdimi... Bugünlerde bu yönde yoğun bir beyin yıkama faaliyeti gözleniyor. Yargıya siyaset girince bakın neler oluyor...
Melih Aşık / Milliyet
+++
Akşam’ın bu yayınından sonra benim de sormak istediğim iki konu var:
1- Bu bir terör örgütü soruşturması ise neden sadece yazılıp, çizilenler ile ilgili sorgulama yapılmış? Bu sorunun yanıtını yandaş liberallerden bekliyorum!
2- Hazırlık soruşturması gizliyken, ifadenin neredeyse tamamı gazeteye nasıl sızmış? Bu sorunun yanıtını kimseden alamayacağımı bildiğim için öylesine, ortaya soruyorum. Belki Adalet Bakanı ile İçişleri Bakanı üzerlerine alınırlar diye!
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
+++
Savcılar açıklasın; neden tutuklandılar
Gazeteciliğin sınırları, mesleki etik kuralları ve yasalarla çizilir. Savcıların da bir “görev sınırı” vardır ya da olmalıdır. Elbette bu sınır da da yasalardır.
Ve yasalarımıza göre hiçbir savcı, hiçbir gazeteciyi, “Şu konuda neden çok haber yaptınız da bu konuda yapmadınız” diye suçlayamaz...
Hiçbir savcı, bir gazetecinin evine ve iş yerine sırf “falan konuda çok haber yaptığı için” baskın yaptırıp, o gazeteciyi gözaltına alamaz... Çünkü bir gazetecinin hangi konuda haber yapacağına sadece kendisi ve çalıştığı kurumun yöneticileri karar verir.
Eğer; yasama, yürütme ya da yargı kurumları habere “müdahalede” bulunursa; bu, “basın özgürlüğüne doğrudan müdahale”den başka bir anlam taşımaz!
Davanın savcılarına ve yargıçlarına tüm saflığımla soruyorum:
Bu adamlar neden tutuklandı?
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
İtibarsızlaştırmaya hodri meydan
Son olarak, Soner Yalçın’ın gözaltına alınması ardından basına sızan bir mektup ortaya çıkmış! O mektupta, Soner Yalçın, bir televizyon kurup, hükümeti devirmeye çalışacakmış, bazı isimleri de ’ekran yüzü’ olarak kullanacakmış, bu isimler arasında benim de adım varmış! Bu son olayı da, bilinçli bir ’itibarsızlaştırma’ harekâtının parçası, söyleyecek sözü olmayanların belden aşağı vurma taktiklerinden biri olarak görüyorum.
(...) Mevcut şartlar içinde, hele seçim sonrasına ilişkin tehditler ortalığı kaplamışken, bu konuda ısrarcı olmanın, itibarsızlaştırma harekâtını kışkırtabileceğini, bana pahalıya mal olabileceğini biliyorum. Biliyorum çünkü, adaletine en çok güvendiğim arkadaşlarım bile, adımı karalama çabalarından şikâyet ettiğimde, söylenecek bir şey kalmadığından olsa gerek ’çok öfkeli bir üslubun var, televizyonda sesin yüksek çıkıyor’ gibi yorumlar yapmaya başladılar.
Tekrar ediyorum, Türkiye’de sivil bir otoriter siyasete savruluş olduğunu düşünüyorum, birilerinin ’sivil dikta’ özeti üzerinden ne yapmaya çalıştığı, hangi mektupta kimin ne söylediği, beni hiç ilgilendirmez. Bunları söylemeye devam edeceğim. Çok cesur olduğumdan değil! Çok sıradan, çok insani bir nedenle! Doğru olduğunu düşündüğüm, vicdanımın gereği olan şeyleri söylemekten imtina edersem kendime saygımı kaybedeceğim için, bu açıdan sıkıntısız bir hayat yerine sıkıntılı bir hayatı göze almam gerektiğine inandığım için! Tek güvencem, ’Allah sözümle utandırmasın, zor imtihanlarla sınamasın’ duası. Hodri meydan!
Nuray Mert / Milliyet
+++
TKP “boyun eğmeyen” 500 bin kişi arıyormuş.
“Koyun gibi davranan” 5 milyon kişi arasaydı daha kolay bulurdu
Fahrettin Fidan
+++
“Soykırım”ın ne olduğunu görmek isteyenlere çağrı
Azerbaycan’da yayın yapan “Milletcilik Qazeti” den; onun yayın yönetmeni Perviz Elay’dan gelen e-posta kanımızı dondurdu. 19 yıl önce, Hocalı’da yaşayan Azerbaycan Türkleri’nin uğradığı soykırımı belgeleyen iki yeni fotoğrafı vardı yolladığı mesajın ekinde. Bir Rus gazetecinin objektifinden yansıyan karelerde Ermeni işgalcilerin geride bıraktığı trajedi tokat gibi patlıyordu insanlığın yüzünde...
Savaş koşullarında, bir devletin beka sorununu çözmek üzere aldığı “tehcir” kararını yıllardır “soykırım” diye yutturmaya tanımlayanlara; yahut hakikaten de 1915’te Anadolu’da bir “soykırım” yaşandığına inananlara, soykırımın ne olduğunu bilmek, öğrenmek fırsatı sunuyor bu fotoğraflar aslında. İyi baksınlar bugün Yeniçağ’ın birinci sayfasında yayımladığımız o manzaraya.
Ha bir de, Bilgi Üniversitesi’nin duvarlarının arkasına saklanmaktan vazgeçip, tarihleriyle yüzleşsinler... Yarın saat 19.00’da mesela, Kağıthane Kültür Merkezi’ne gelsinler. Hep Brüksel’in, hep Washington’un sesini değil, bu kez de Azerbaycan’dan gelen milletvekillerini dinlesinler. Ganira Paşayema, Elman Mamadov ve Yakup Mahmudov’dan öğrenecekleri çok şey vardır belki, ha...
+++
Benim liderim güzel çarpar...
Liderlerden hangisinin bildiği, hangisinin bilmediği tartışılan dört işlem dört tanedir:
*
Toplama: En iyi yapıldığı yer sünnet düğünleridir... Torba torba toplarsınız...
*
Çıkartma: Çıkarttığınız şey eksiliyorsa, hah demek ki çıkartma yaptınız... Milletvekili çıkartırsınız, artar... TEKEL’i satılığa çıkartırsınız, artar... Af çıkartırsınız, artar...
*
Çarpma... İki yanı vardır; çarpan, çarpılan... Çarpan genelde yukarıdadır... Kim ki, “Nedir bu başıma gelen” derse, hah... Demek ki o çarpılan...
*
Bölme: Dört işlemden en gizemli ve çetrefillisi olan bu işlemde üç hane vardır; bölen, bölünen, kalan... Bölene bir şey olmaz usta... Parçalanan bölünendir... Sonunda bölmenin diğer adı Taksim’e otuz kişi çıktığında görürsünüz, Cumhuriyet anıtının önünde kalanı... Eh işte o kadardır...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
330 milletvekili çıkaranın borusu öter.. 376’yı bulanın haydi haydi öter.. Anayasayı istediği gibi yapar deniliyorsa.. Düşünce buysa, felsefe buysa, plan buysa..
O zaman.. Bırakın ilerisini, demokrasi bile olmaz..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
Kod adı ‘petrol’
Arap dünyasındaki yangından hayır çıkarmanın yolu, acımasız bir özeleştiri yapmaktan geçiyor.
New York Times’ın üç Pulitzerli yazarı Thomas Friedman, özgür bir vicdanın kılavuzluk ettiği akılla gerçeği Washington’daki yöneticilerin yüzüne tokat gibi vurmuştur.
Dediği şu: “Batı elli yıldır Arap ülkelerine petrol istasyonu gibi baktı. Ucuz petrol ve İsrail’e yüklenmemeleri karşılığında diktatörlerin halklarını ezmesine, yolsuzluk yapmalarına ses çıkarmadı!”
Kaddafi’nin bugün kendi halkını ölümle tehdit etmesinde şaşılacak bir şey yok.
O cellâdı, ucuz petrol tezgâhının bir yan ürünü olarak Batı yetiştirdi!
Güngör Mengi / Vatan