Görüşmelerle dökülen kanı durdurmak!
Şu sözleri televizyonlarda hemen her akşam Türk milleti dinliyor: Kanı durdurmak için şeytanla bile görüşülür. Annelerin ağlamaması, akan gözyaşının dinmesi, silah seslerinin susması ve barışın gelmesi için elden gelen her şey yapılır. Yıllardır silahla çözmeye çalıştık olmadı, konuşarak çözmek en iyisidir.
Toplum bu söylemlerle -barış gelecek, kan dökülmeyecek diye- büyük beklentiler içine sokulmaktadır. Adeta konuşarak ya da bazı düzenlemeler yapılarak terör, gözyaşı ve terörist cinayetler sona erecekmiş gibi bir hava yaratılmaktadır. Hükümet adım atsa, Oslo ve İmralı görüşmeleri devam etse terör sona erecekmiş gibi bir iklim oluşturulmaktadır.
Böylece kamuoyuna, silahlı ve sivil terörist unsurlar ile uzantılarının silah bırakmak ve cinayetlere son vermek için mağarada, kentte, hapishanede, sokakta, Oslo’da, İmralı’da ve Kandil’de hazır beklediği imajı veriliyor. Dökülen kandan suçlu olarak ceberut devlet, kötü bürokrat, tek tip insan yetiştirme düzeni, insanlık dışı işkenceler ve üniter yapı sorumlu tutuluyor!
Hatta PKK yanlısı yazar/çizer takımı barışın önündeki en büyük engelin “kan ve göz yaşından beslenen siyaset” olduğunu söylemektedir. Bu, PKK’nın vicdansız ve utanmaz psikolojik hareket unsurlarına göre dağa çıkanların, yollara mayın döşeyenlerin, araç ve okul yakanların, kitleler halinde insan katledenlerin amaçları kutsaldır. Onlar dağa çıkmak zorunda bırakılmışlardır. Bu insanlık düşmanı terörist savunucuları, ’dağdaki teröristlerin ’insan öldürmesiyle devletin insan öldürmesi aynı değil’ diyebilmektedir.
Sorunu terörist örgüt temsilcileriyle görüşerek ve anlaşarak çözmek gerektiğini söylüyorlar. Halbuki katilin caniliğinden muhafaza için katille, tecavüzcünün tecavüzünden korunmak için tecavüzcüyle görüşmek ne ise teröristin teröründen korunmak için teröristle pazarlığa girişmek de odur. İnsanlıktan nasipsiz, hiçbir ahlaki kural tanımayan, hukuk ve devlet düşmanı şiddet erbabıyla ne, nasıl ve hangi bağlayıcı ilkelerle görüşülebilir? Kendisini hiçbir kurala bağlı hissetmeyenler hangi kuralla ikna edilebilir ki?
Gerçeğin apaçık orta yerde durduğu bu şartlarda, terörün bitmesini, başlamayan görüşmelere, atılmayan adımlara, verilmeyen haklara ve çıkarılmayan yasalara bağlamak birinci sınıf bir aldatmacadır.
“Kürt sorunu” hak, hukuk, adalet ve eşitlik sorunu değildir. Türkiye’de herhangi bir etnisiteye yönelik haksızlık, adaletsizlik, eşitsizlik sorunu diye bir şey yoktur. Eli silahlı ve teçhizatlı teröristlerin istedikleri çözüm, Anadolu’dan, içinde 21 ilimizin bulunduğu toprakların bir biçimde kendilerinin yönetimlerine bırakılmasıdır.
Gerçek bu iken milletin bütünlüğü ve milli devletin varlığına karşı olanlara göre anadille eğitim serbest bırakılsa, Anayasada Kürtlerin statüsü belirlense, özerk bölgeler oluşturulsa sorun kökten halledilecek!
Bu söylemlerin arka planında şu vardır: Millet; Kürt ve Türk olarak bölünür, devlet de Türkiye ve Kürdistan olarak ayrılırsa sorun çözülecektir.
Başbakan Erdoğan, bu gerçeğe karşın “Eğer İmralı’ya, yarın gidilmesi gerekiyorsa, ben müsteşarıma derim ki, ’gereğini yap.’Bu kanı durdurmak için ne yapabiliriz, bizim derdimiz bu”.
Başbakanın sözlerinden yıllardır PKK terör örgütünün döktüğü kanı nasıl durduracağı konusunda bir fikrinin olmadığı, ancak bugün nelerin yapılabileceğini hesaplamakla meşgul olduğu anlaşılıyor! Acaba neden? Bunun yaklaşan yerel seçimlerle bir ilgisi olmasın?
AKP döneminde her seçim öncesi dökülen kanın nasıl durdurulacağı hususu hükümetin aklına geliyor! Seçimlere kadar terör örgütüyle pazarlık yapılıyor, protokoller imzalanıyor ve sözler veriliyor.
AKP görüşmeler süresince askerlere operasyon yaptırmayarak zaman ve seçim kazanıyor. PKK ise sivil örgütlenmesini tamamlıyor, mevziler kazanıyor ve bölgede alan hakimiyeti tesis ediyor. Seçimden sonra taraflar eski mevzi ve söylemlerine dönüyor. Olan ise Mehmetçiklere oluyor! Yazık değil mi?