Görmeyeli epey büyümüş

Yedi yılda sofralardaki ekmekler yüzde 60 küçüldü, et yüzde 80 küçüldü, pirinç yüzde 100 küçüldü, arabalarda benzin depoları yüzde 400 küçüldü, doğalgaz yüzde 250 küçüldü... Ama Türkiye büyümüş!
Bizim Osman’ı gördüm...
Küçülmüş...
Sıkıntıdan solmuş, incelmiş, yamulmuş, kamburlaşmış, daralmış ve sanki boyu-posu da kısalmış gibi...
Kendisini küçültenlere küfretmeye başladı, ona “Onlara uyup öyle küçülme” dedim... “Küçülürüm” dedi...
Oysa dün televizyonlar “büyüme” müjdesi verdiler:
“Yüzde 11.7 büyüdük...”
Ben ekonomiden anlamam, belki siz de anlamıyorsunuzdur... Ama bu büyümenin iyi bir şey olduğunu biliyoruz... Onun için zaten yedi yılda sofralardaki:
Ekmekler yüzde 60 küçüldü... Et yüzde 80 küçüldü... Pirinç yüzde 100 küçüldü... Arabalarda benzin depoları yüzde 400 küçüldü... Doğalgaz yüzde 250 küçüldü... Osman küçüldü... Ama Türkiye büyüdü...
Kredi kartını ödeyemeyenler ordusundan 70 bini o kadar küçüldü ki, mahkeme icra onları asla bulamıyor...
7.172.983 işçi, esnaf, çiftçi yoksulluk sınırının altında...
Son bir yılda tam 1.000.000 kişiye haciz gitti...
Büyümenin en sağlıklı göstergesi istihdamdır; işsizlik kentlerde yüzde 15.5 ve son bir buçuk yılda 2.592.000 çalışan işini kaybetti...
Ama Türkiye yüzde 11.7 büyüdü, müjde...
(Diyelim ki Danimarka- Hollanda’da işsizlik yüzde 3.5-4... Ama asla bizim kadar büyüyemediler...)
O zaman ülke büyüdü, memleketin haberi yok...
Böyle şeyler oluyor... Kalkınmamızdan, ilerlememizin haberi olmadığı gibi... Ya da; millet zenginleştiğinde, vatandaşın bunun farkında olmayışı gibi... Osman küçülmüş... Yüzde 11.7 büyüdüğünden habersiz...
* Bekir Coşkun / Habertürk

+++++

GÜNÜN SÖZÜ
TÜİK’e göre ekonomi yüzde 11.7 oranında büyümüş. TÜİK şu aralar Terim yönetimindeki Milli Takım’ın, Dünya Kupası’nda tarih yazdığını da açıklayabilir.
* Gülhan Elmas

+++++

PKK’yı yöneten genç subaylar(!)
Sizler için özetliyorum. Okuyun da öğrenin(...):
“Genç Subayların teknik donanımından faydalanan örgütün hedefi, ülkeyi kaosa sürüklemek... PKK’nın önemli kısmı artık Alevilerden oluşuyor. Teröristlerin en çarpıcı özelliği radikal solu benimsemeleri ve Ateist (Allahsız) olmaları. Bu isimler İslamiyete ve dindar yöneticilere (Tayyiplere mayyiplere) karşı...”
(...) Amaçları o kadar açık ki beş yaşında çocuk bile anlar:
1. PKK’yı Türk ordusu besliyor.
Bu doğrultuda, 50 subay ve astsubay PKK’ya gönderildi. Örgütü onlar yönetiyor.
2. PKK’yı TSK’dan emir alan Ergenekon çetesi(!) ele geçirdi.
3. Cumhuriyet rejiminin bekçisi olan Aleviler bizim zaten düşmanımızdır. PKK şimdi ’Allahsız Aleviler’ tarafından yönetilmektedir.
Şu anda fırsat kollayıp bunun hazırlığını yapıyorlar.
Göreceksiniz bir süre sonra, yeni terör olayları gerçekleştiğinde “Bunu TSK’nın Ergenekon’la bağlantılı mensupları yapıyor. Zaten PKK’yı Allahsız Aleviler’in yönettiğini biz dergimizde yazmıştık.” diyecekler.
* Emin Çölaşan / Sözcü

****

TÜSİAD siyasi parti mi!
Son günlerdeki çıkışlarında “Taşın altına biz de elimizi sokalım” dememelerini eleştirdiğim için kızgınlar. Dün de bu kızgınlıkla olsa gerek “TÜSİAD’ı bölgeye yatırım yapmıyor diye suçlayamazsınız. Biz hayır kurumu değiliz” demiş.
O zaman ben de sorarım, “Mademhayır kurumu değilsiniz, niye açıklamalarınızda istihdamın şu kadarı, ihracatın şu kadarı, verginin bu kadarı bizim” diyorsunuz. Bu ihracatları hayır olsun diye mi yapıyorsunuz, o işçileri hayır olsun diyemi çalıştırıyorsunuz, o vergiyi hayır olsun diyemi ödüyorsunuz!
Tabii ki, değil. Ben de biliyorumhayır kurumu olmadığınızı. Ama eğer bu saydığınız özelliklerinizle bu ülkeyi ne kadar sevdiğinizi ve geleceğini düşündüğünüzü göstermek istiyorsanız ben de diyorumki, “Orada da yatırım yapmak için ne gerekiyorsa onu da söyleyin”. Yanlışmı bu? Yatırım yapın ki, istihdam yaratın ki, teröre karşı siz de bir şeyler yapmış olun devlete “siyasi akıl vermenin” dışında. (...)
Hayır kurumu olmadığınız doğru.
Ama siyasi parti de değilsiniz.
* Fatih Altaylı / Habertürk

+++++

Soyulmuş toplum ödülü
STK yani sivil toplum kuruluşu demek, çok kişinin sandığı gibi “askeri olmayan” demek değil. Buradaki “sivil” otorite ile bağı olmayan demek. (...) Geçenlerde, Tüm Sivil Toplum Kuruluşları Konfederasyonu (TSTKK), birtakım kişilere ödül vermiş. Civanımın padişahı Fatih Sultan Recep “uluslararası ilişkiler ve barış” ödülüne, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım “vizyon” ödülüne, Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin “halk” ödülüne, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “barış” ödülüne layık görülmüş. (...) Bunca çürümeden sonra birileri “soyulmuş toplum” ödülleri verirse hiç şaşmayın.
* Deniz Som / Cumhuriyet

+++++

Başka lokantada yiyen lokantacı
“Cumhurbaşkanı Gül’ün oğlu Mehmet Emre Gül ABD’de girdiği sınavlarda üstün başarı göstererek dünyaca ünlü Harvard Üniversitesi’nde eğitim hakkı kazandı.”
Bu haber hem televizyonlarda ballandırıldı hem gazetelere manşet oldu. Aslında haber balon... Odatv’de Barış Pehlivan anlattı içyüzünü. Dedi ki: “Kurumun resmi sitesinde yayımlanan istatistiğe göre; SAT’ın matematik bölümünden 2009 yılında 800 puanı alan kişi sayısı; 10 Bin 52 kişi...”
Harvand’a girmek için SAT’tan 800 puan almak yetmiyor, iyi bir referans gerekiyormuş. Emre Gül’ün en büyük avantajı babasının mevkii olacak...
AKP 8 yıldır iktidarda... Okulları düzeltmek, eğitim düzeyini yükseltmek için bütün fırsatlar 8 yıldır elindeydi. Peki neden hükümet devlet okullarını (hatta özelleri) iyi öğrenci yetiştiren kurumlar haline getiremedi de iktidar üyeleri çocuklarını hep ABD’de okutuyor? Fıkralarda öğle yemeğini başka lokantada yiyen lokanta patronu hicvedilir. İktidardakilerin o lokantacıdan farkı ne?
* Melih Aşık / Milliyet

+++++

Son durak Babahan gezegeni
Ölen Radikal gazetesi, sorumlusu ise yayın yönetmeni İsmet Berkan’dı. Sezen Aksu’nun konserleri, Türkbükü’nde yazları kiralanan evler, çocuğunun Amerika’daki doğumu gibi işlerle ilgilenmekten bir türlü yayın yönetmenliği yapamadı... Ama koltuğunu tam 10 sene korudu: Kendisini unutturarak. Yılın 300 günü tatil yaptığı için, hiç kimse onu görmüyordu, hiç kimsenin de aklına gelmiyordu doğal olarak! (...) Eylülden itibaren böyle bir Radikal de yok... İsmet Berkan da yok... (...)Yazarlık teklif edilmiş ama o ’kabul etmemiş...’ Son dakika kahramanlığı galiba... Etse ne olur, etmese ne olur... Son 10 yılda yazdı da bir işe mi yaradı...
Umarım bundan sonraki yolculuğu ’Ergun Babahan gezegeni’ olur.
* Oray Eğin / Akşam

+++++

‘O uçakta ah ben de olsaydım’
Galiba Toronto’ya âdeti veçhile gazetelerin yöneticilerini yanına alarak gitmedi Başbakan Erdoğan; kendisi ve görevlendireceği kişiler de olup-bitenleri izlesinler diye yayın kuruluşları tarafından Toronto’ya gönderilen habercileri bilgilendirmedi. (...) Bu tür görüşmelerde ’devlet sırrı’ niteliği taşıyan ayrıntılar dışındaki bilgiler sağlıklı bir biçimde medyayla paylaşılır... (...) Aksi halde, görüşmenin bir başka versiyonunu bizim gazetelerde okur Başbakan, yanlışları düzeltene kadar da canı sıkılır, kızar... İçeriği öğrenilmemiş hiçbir önemli görüşme yoktur; buna karşılık, siyasi tarih, tek taraflı yansıtıldığı için içeriği yanlış öğrenilmiş görüşmeler hazinesidir.
* Fehmi Koru / Yenişafak

+++++

Davanın reddine; dik dur çağrısı hakaret değil
Açılan dava haberi sayısı; ohooooo...
Sonuçlanan dava haberi sayısı; 0...
Hadi pintilik yapmayalım; üçtür, beştir...
Gün geçmiyor ki, hakaret olur, tehdit olur, tahrik olur; “basın yoluyla suç” işlediği gerekçesiyle bir gazeteciye mahkeme yolları gözükmesin...
Ve gün geçmiyor ki, “suç duyurusunda bulundu”, “hakaret davası açtı”, “kanun önünde hesaplaşacaklar”, “tazminat ödeyecek” başlıkları cilalanmasın, özene bezene, sayfaların herkesin görebileceği yerlerine konumlandırılmasın...
Peki sonra ne oluyor?
..!
Aynen bu; kocaman bir suskunluk.
Tamam geciken ve geciktikçe adaletin adil dağıtımını engelleyen bir garip yargı sistemine mahkumuz hepimiz; ama ağır aksak dahi olsa ’işliyor’ bu sistem değil mi? Ebed müddet süremeyeceğine göre, ’istisnalar’ hariç “bir gün her dava kararı tadacaktır” çıkarımı yapabiliriz az buçuk hukuk bilgimizle...
O zaman neden, sistem “işte suçlu” diye, linç edilmek üzere kalemlerimizin önüne atmadığı sürece umrumuzda bile değil o “hesaplaşma”ların sonuçları...
İnsanların flaşlar altında kelepçelenip, adeta gizli saklı tahliye edildiği, iddianamelerin dokuz sütuna açılıp, beraat kararlarının tek sütuna beş santim verildiği bir sistem, kendi mensuplarını da “suçlu”luğa mahkum etmeye mahkum nihayetinde!
Mirgün Cabas’ın, Taraf-NTV kavgasındaki tutumunu eleştiren Oray Eğin’e dava açma girişiminin hüsranla sonuçlandığını duyduğumda ilk bunlar geçti aklımdan.
Hatırlarsınız; Cabas, Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düşmesi olayında, kendisine “suikastçı” yaftası yapıştıranlara ekrandan bir gün “kalleş” diye esmiş gürlemiş, ama asıl konuşması gereken zamanda, yani Taraf’ın “yalan”ı ortaya çıktığında tuhaf bir suskunluğa bürünmüştü. Habere imzasını koyan Mehmet Baransu’ya ve haberi gazeteye koyan Yasemin Çongar-Ahmet Altan ikilisine dava mı açacak, yoksa sözleriyle mi rezil edecek, ne planlıyor diye merak edip aradığımızda “Bu olayın içinde olmak istemiyorum” demişti sadece.
TRT’nin Tuncay Güney skandalının vatandaşın cebini yakmasına benzer, Taraf’ın NTV’yi neredeyse suikast timi barınağı ilan etmeye yeltendiği olaylar zincirinin kabağı da, Cabas’ın Yeniçağ’a sarf ettiği o tek cümleye binaen, “Dik durursan birşey kaybetmezsin” çağrısı yapan Eğin’in başına patlamıştı...
Uzun lafın kısası, yapılan fikri takibin neticesi şudur:
O kabağın susak çıktığı anlaşıldı...
Teknik olarak davanın reddine, içerikle birlikte ele alınca, otomatikman “dik duruş çağrısı”nın “hakaret” sayılamayacağına karar vermiş, yüce Türk adaleti!
Şahsi tercihidir; “dik duruşa teşviği” ahlaksız bir teklif gibi algılayabilir Cabas; hakaret de sayabilir...
Ama yasalar da onay verseydi buna, işte o zaman “vah” çekerdim halimize ve basardım yaygarayı:
Biri bizi omurgasızlaştırmaya mı çalışıyor yoksa(!)
Bir anda çok sık telaffuz edilmeye başlanan çömelmelerin diz çökmelerin filan tezahürü mü bu!
Kemiksiz bedenlere ve kılçıksız haliyle “ölü” balık ruhlarına sahip yeni bir türe mi evriliyoruz!
Ama yırttık;
Yaşasın yargı; ki “dik durmak iyidir” dersi çıkarılabilecek daha nice karar alsın...

+++++

MİNİ YORUM
Kışlalarla barışmaya hazırlanıyorlar

TBMM İnsan Hakları Komisyonu, “Güneydoğu”ya yönelik muazzam çözüm önerilerine bir yenisini eklemiş; “Bölge barışına gölge düşüren ’Mustafa Muğlalı Kışlası’ adı değiştirilsin...” Şeyh Said kutsamalarına dokunmayın diyen zihniyetten beklenmeyen bir adım değil. Ama keşke Muğlalı’nın yerine kışlaya hangi adı önerdiklerini de söyleselerdi...

Yazarın Diğer Yazıları