Görgüsüz, sevgisiz ve imlâsız toplum...
Görgü kurallarımız, eski deyimle "adab-ı muaşeret"imiz vardı bizim; ailede, okulda, derneklerde ve diğer STK'larda öğretilir, üzerine titrenirdi... Anayasadan ve yasalardan daha fazla önemsenirdi.
Şimdilerde unutulur, reddedilir hiçe sayılır oldu bunların çoğu... Köyden gelenler köydeki görgü kurallarıyla şehirde yapamayacaklarını öğrenince önce şaşaladılar, sonra da o kurallara direndiler, çünkü öğretme değil dayatma ve aşağılama vardı...
Ve kuralsız, görgüsüz bir toplum olduk... Erzurum'da "çılgısız, çırpısız" derlerdi, tam da öyle olduk...
"Görgülü kuşlar gördüğün işler, görmemiş kuşlar ne görmüş de ne işler" atasözümüz, o günler için değil, bugünler için söylenmiş olmalı...
Kuralı gidince, görgü de gitti, görgü gidince de "nezaket" ve "zarafet"ten eser kalmadı...
Toplumun bir kesimi yakınıyor elbette bu durumdan, fakat düzeltmek için kılını kıpırdatmıyor, yeni nesli suçluyor, yeni şehirli olmuşları suçluyor, o kadar... Oysa uyarmak, anlatmak, örgütlü, sistemli, bilinçli ve sabırlı olarak mücadele etmek gerek bu konuda... Eskiden televizyonlarda kısa kısa uyarı yayınları yapılırdı, şimdi onlardan eser yok, üstelik bazı diziler görgülerin ve kuralların canına okumakla meşguller...
Sevgisiz de olduk... Bir Kızılderili atasözü "Sevgi ile yaratıcı oluruz. Sevgi ile başkaları için özveride bulunabiliriz" der. Yaratıcılıktan atgözlüklülüğe duçar olmamızda sevgiden uzaklaşmamızın payı vardır elbette, bunu nasıl yadsırız? Özveri eksikliğinde, hatta özverinin enayilik olarak kabulünde de bu sevgi eksikliğinin büyük rolü vardır.
Sevgiyi yargı gibi de algılıyor bugünkü toplumumuz, yargılayıp duruyoruz sevgi adına birbirimizi, Oysa teey asırlar öncesinden bir bilgeye ses kulak verebilsek, hemen reddederiz bu kötü algıyı. Şeyh Bedrettin'dir o ses, bakınız neler diyor: "Sevgi yargı değildir, sevgi heyecandır; sevgi parça değil bütündür". Sevgi ve heyecan... Bunları birlikte duysak, bir duysak... Neler olur neler...
Peki bu sevgisizliğimiz, çarpık sevgi algımız değişmezse ne olur, ne gelir başımıza? Onu da Somerset Maugham desin: "Yaşamın en büyük dramı insanların yok olması değil, sevmekten vazgeçmeleridir."
Ve imlâ... Özellikle sosyal medyada ve de bazı internet gazetelerinde, imlâ kuralları değil, imlâ cinayetleri sergileniyor. Türkçü, Ülkücü, Milliyetçi olarak nitelendiriyor, konumlandırıyorlar birileri kendilerini... Fakat Türkçe sıfır... Hangi ki'nin bitişik, hangisinin ayrı yazılacağını bilmiyorlar. Dahi anlamına gelen de ve da'ları da bitişik yazıyorlar. Soru eklerini de öyle... Büyük harfle başlamıyor tümceleri, özel isimler de öyle... Ve "herkes" yerine "herkez" yazmak gibi hataları yapıyorlar çokça ve sıkça... Türkçe ve imlâ bilmeden gazetecilik yapmaya yelteniyor ve de kötü örnek oluyorlar. Bunlara Türkçe ve Dilbilgisi okutan öğretmenlere lanet olsun! Uyarınca da pisleşiyorlar, hakaret ediyorlar ya da küçümsüyorlar yazım kurallarını, "Efendim, ülke bölünüyormuş, biz de nelerle uğraşıyormuşuz... Ki'yi ayrı yazınca ülke mi kurtulacakmış". Behey idraksizler, bu dil sizin diliniz değil mi, siz bu dili koruyup geliştirmezseniz, ses bayrağımızı yükseklerde tutmazsanız kim tutacak?