Gönülsüz Köktendinci
Erzurum'da Mördülüklü Hacı Selahattin vardı. "Nikolay'ın Av Köşkü" adlı öykü kitabımda onun da öyküsünü yazmışımdır, dileyen okur. Hacı Selahattin CHP'li idi. Hacca gidip geldikten sonra çevresini doğal olarak değiştirip hacılarla oturup kalkmaya başladı, fakat kısa zamanda onların çoğunun cahil, bağnaz ve yobaz kimseler olduklarını anladı, sözü cebinde ve küfürbaz bir adamdı, tartıştı onlarla, sövüp saydı, sonra onlara kızıp gidip sakalını kestirdi, yeniden içkiye başladı. Aynı kahvehanede otururduk Hacı Selahattin'le. Bir gün baktım, tam karşıda oturan sakallı beş-altı kişiye başını sallayıp kalaylıyor. "Ayıp Hacım, niye sövüyorsun, ne yaptılar onlar sana?" diye sordum, Hacı Selahattin "Ah yeğenim ah, sen bilmezsin, bu k...lar beni gül gibi dinimden ettiler" diye cevapladı.
Hacı Selahattin sonra bir ABD'li bir papazla tanışıp onunla birlikte Amerika'ya gitti, papaz bunu üç ay gezdirmiş sonra ağzından baklayı çıkarmış: "Selahattin senin Müslümanlıkla aran açık, ben seni gezdirdim ve İsa Mesih'in yolunu gösterdim, gel bu yola gir" demiş. Eeee Hacı Selahattin bu, kül yutar mı? Hıristiyanlıktaki teslis (üçleme) ilkesini kast ederek yanıtlamış papazı: "Ulan k... oğlu k...t, beni orada birine inandıramadılar, sen burada üç tanesine nasıl inandıracaksın?"
Mohsin Hamid adlı Pakistanlı yazarın "Gönülsüz Köktendinci" adlı romanını (Pegasus Yayınları) okuyunca aklıma Mördülüklü Hacı Selahattin'in bu sözleri geldi. Mohsin Hamid, ABD'nin en gözde üniversitelerinin birini kazanıp oradaki öğrenimini de başarıyla bitirerek bir şirkette iş hayatına atılan Cengiz isimli bir Pakistanlı genci anlatıyor. Aslında kendisini anlatıyor.
11 Eylül saldırısı oluncaya dek her şey yolunda gidiyor. Cengiz memnun ve mutlu, üstleri de ondan memnun. İyi kazanıyor, iyi yaşıyor, bir de sevgilisi var. ABD'nin yayılmacı emellerini, ABD şirketlerinin acımasız sömürülerini görmezden geliyor. 11 Eylül saldırısını televizyondan duyduğunda ABD dışında bir yerlerde iş icabı. Sevindiğini anlıyor, şaşırıyor bu duruma, demek içinde bir şeyler birikmiş ve bastırmış onları uzun süre. ABD'ye dönüyor hemen ve girerken kendisine yapılan muamele hemen değişiyor "Ülkemizde ne amaçla buluyorsun?" diyorlar.
Cengiz, bir iç hesaplaşmaya giriyor, soruyor ve yoruyor... Canına okumak üzere denetime aldıkları bir yabancı şirketin yetkilisi ondaki bu kimlik bunalımını fark ederek soruyor: "Yeniçerileri duydun mu, bilir misin?" Duymamış, anlatıyor adam, Yeniçeriler nasıl devşirilir, neye hizmet ederler, halleri nedir?.. Cengiz, anlıyor kendisinin de bir Yeniçeri olduğunu. Bu algılayış, onu bir "içgözlem krizi"ne sokuyor kendi deyimiyle, daha da keskin yapıyor. Sakal koymak gibi biçimsel ve başka tepkisel davranışlar, uyumsuzluklar geliyor bunun ardından...
Sonra ayrılış ABD'den, Pakistan'da Anti-Amerikancı bir üniversitede öğretim üyeliği ve orada Amerika karşıtı faaliyetlere öncülük...
Bu romanın kurgusu mükemmel, çeviri de öyle. Bir de hüzünlü bir aşk hikâyesi var Cengiz'in. Bildiğiniz hikâyelerden değil, özgün ve ayrıksı... Bu hikâye, romana pek güzel monte edilmiş ve çekici kılmış.
Village Voice, "Huzursuz zamanlara yakışır huzursuz bir roman" demiş, bence çok doğru demiş... Okuyunuz bu romanı...