Gönüllü "bombacı" avukatlarına
Boooooom diye bir ses ve paramparça olmuştu Eminönü... İnsanların kolları, Yeni Cami önündeki güvercinlerin kanatlarına karıştı. 7 ölü, 120 yaralı...
1998 yılında Mısır Çarşısı’nda yaşanan bu katliamın “bombacısı” olmakla suçlanıyordu Pınar Selek!
Yargılandı, beraat etti, Yargıtay 9. Ceza Dairesi beraat kararını bozdu ve “ceza verilsin” dedi. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi beraatte direndi...
Devam eden yargılamanın son gelişmesi: Savcı, aralarında Pınar Selek’in de bulunduğu 4 sanığın “Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir Devletin hakimiyeti altına koymaya veya Devletin istiklalini tenkise veya birliğini bozmaya veya Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmağa matuf bir fiil işlemek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet ağır hapisle cezalandırılması talebini yineledi!
Selek’in avukatı yerel mahkemenin direnme kararını gerekçe göstererek mütalaayı yok hükmünde saydıklarını bildirdi.
Bu hadi hukuki bir savunma stratejisi... Ya yıllardır Selek’le ilgili suçlamaların “yok hükmünde” sayılıyor olması... Can yakıcı değil mi?
***
Etyen Mahçupyan, Oral Çalışlar, İpek Çalışlar, Zeynep Tanbay, Ece Temelkuran, Jülide Kural, Yıldırım Türker, Lale Mansur, Cengiz Çandar’ın “tanırız iyi kızdır” diyerek “masumiyetine tanıklık etmesi” yetmedi mi zaten hükmü en başından vermeye: “Güzel yürekli!”, “İnsan hakları savunucusu!”, “Parıltılı bakışlı!”, “Vicdanlı abla!”,“Ülkenin yetiştirdiği en iyi sosyologlardan biri...”
Eeeee, Mehmet Haberal da ülkenin yetiştirdiği en iyi cerrahlardan biri!.. Onca zaman yakınları beraat da değil tahliye istedi; kaçınız destek verdi?
Ne çok sokak çocuğunun hayatını kurtarmış Selek... Ölçü buysa, Engin Alan’ın ne işi var Silivri’de şu anda; hepimizin can borcu var ona!
Mürekkep yalamış-mış... Selek yaşamını sürdürdüğü sözde sürgününde muhtemelen “notebook” kullanıyordur ama hücrelerinde, ucuz tükenmez kalemlerin boyalarını koklaya koklaya yazan-çizen birileri lazımsa Mustafa Balbay var, Müyesser Yıldız var, Tuncay Özkan var, Barış Terkoğlu var... Akademisyenler var, rektörler; herhalde en az Selek kadar mürekkeple haşır neşirdirler!
Yasa dışı telefon dinlemelerine, sızdırma belgelere dayanarak
“-cekti, -caktı” larla değil 7 cenaze ve yüzden fazla parçalanmış bedenin/hayatın kanıt olarak sunulduğu davada “bombacı” olduğu iddiasıyla yargılanan birinin suçsuzluğunu ilan etmek için en azından yargının nihai hükmünü vermesini beklemek gerekmez mi!
Türk olma da ne olursan ol!..
Hocalı Mitingi’nde acılan o çirkin dövize belki en sert tepkiyi gösterenlerden biriydim... Kimse kimseye etnik kimliğinden dolayı hakaret edemez, küfür edemez, aşağılayamaz, hor göremez... Buraya kadar tamam hemfikiriz...
Velakin kimse etnik kimliğinden dolayı “dokunulmaz” da sayılamaz. Ne yani Erdoğan sırf Ermeni oldukları için katillere katil demeyecek miydi?
Linç başladı; “Ermeniler sizin kardeşiniz oluyorsa Hocalıdakiler de bizim kardeşimiz” demek ırkçı söylemi teşvikmiş!
Neden?
Hepimiz Ermeni olunca değil de Türk, Türk’le kardeşliğini ilan edince mi “ırkçılık” oluyor?
Eğin’in acı günü
Haberi odatv verdi:
Akşam yazarı Oray Eğin’in babası vefat etti. Cenazesi bugün öğle namazından sonra Levent Camii’nden kaldırılacak.
Merhum’a Allah’tan rahmet, Eğin’e ve ailesine başsağlığı diliyorum...
Sızdırmaya dayanan “Erdoğan’ın iki yıl ömrü kaldı”
haberi Taraf’la ilgili o soruyu bir kere daha gündeme getirdi
Operasyon gazetesi mi
“Dedikoduya dayanan bir sızdırma” haber olur mu, olmaz mı?
Türk medyasının (aslında çok daha önce tartışılması gereken ve bugün de yazık ki “ilkelilik”ten değil de sadece habere konu olan kişi Başbakan olduğu için gündeme getirilen) yeni polemik konusu bu.
Taraf’ın “Stratfor Erdoğan’a ömür biçmiş” manşetini eleştiren Oral Çalışlar Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nin “Sağlık konusunda sansasyondan kaçınılmalı, insanlara umutsuzluk veya sahte umut verecek yayın yapılmamalıdır” ilkesini hatırlatarak Çalışlar, “Ne olursa olsun, belgesiz, dedikoduya dayanan bir ’sızdırma’nın bu şekilde yayımlanmasını meslek ilkeleri ve insan hakları açısından da toplumsal denge açısından da sorunlu olarak görüyor ve daha özenli davranılmasını öneriyorum” dedi.
Erdoğan’ın iki yıl ömrünün kaldığı ileri sürülen habere en sert tepkiyi Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül gösterdi. “Bu mu şimdi gazetecilik? Üç kuruşluk itibarı olmayan insanların kişisel değerlendirmelerini, “zan”larını istihbarat bilgileri gibi pazarlamak mı?” diye soran Karagül’ün aşağıdaki tespiti, Taraf kurulduğu günden bu yana tekrarlanan “operasyon gazetesi” iddialarını akla getirdi:
“Kasıt varsa, birileri bu ülkede derinlemesine psikolojik operasyon yapıyor demektir!”
Yeni Akit ise polemiğe “Siyonist fitnenin Taraf’ı” sürmanşetiyle dahil oldu.
Majestelerinin karikatüristi “darbe listesi”nde
10 Mayıs 1997 günü, yani Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat kararlarını alışından 2.5 ay sonra Hürriyet gazetesinin birinci sayfasında bir haber yayınlandı...
O gün Hürriyet’in birinci sayfasındaki haber şöyleydi:
“Adalet Bakanı Şevket Kazan, Başbakan Erbakan’ın talimatıyla 8 gazeteci ve 2 sendikacı hakkında ‘Darbe tahrikçiliği’ iddiasıyla soruşturma açtırdı.”
Peki kimmiş bu gazeteciler?
Hürriyet’ten başlayalım:
Bekir Coşkun.
Başka?
Başka kimse yok.
Gelelim Sabah’a...
Fatih Çekirge ve Necati Doğru.
Bitmedi...
İki kişi daha var..
Biri Murat Birsel...
Vay canına... O da mı...
Ama şimdi sıkı durun, Çünkü Sabah gazetesinden dördüncü bir isim geliyor.
Sıkı, çok sıkı durun...
Salih Memecan...
Darbeci... İyi mi...
***
Hemen tartışmaya başlamayın, bir isim daha var. O da Radikal gazetesinden...
Kim mi?
Sandalyenize sıkı sıkı sarılın, ismi söylüyorum:
Ertuğrul Kürkçü...
Sonra iki gazeteci daha var.
Posta gazetesinden rahmetli Ömer Tarkan ve Yeni Asır gazetesinden Işık Tapar...
Bu isimlere şaşırdım da, asıl şaşırdığım şu oldu; malum ve olağan şüphelilerden niye kimse yok.
***
Bu haberden sonraki günlerde dava açılmış mı diye baktım.
Hayır, açılmamış.
Peki bu haber yalanlanmış mı diye baktım. Aradan 15 yıl geçmiş, bir yalanlamaya da rastlamadım.
Demek ki mahkeme o arkadaşlarımızın darbe teşvikçiliği yaptığına inanmamış.
O kişiler şimdi ne yapıyor
- Salih Memecan, Sabah gazetesinde çizmeye devam ediyor. Hükümete yakın duruyor. Demokrat olduğunu söyleyen bir gazetecilik derneğinin başkanı.
- Ertuğrul Kürkçü... BDP Milletvekili olarak Meclis’te...
Ertuğrul Özkök / Hürriyet
Hepimiz kirlendik
AKP döneminde medyanın geldiği noktayı tek cümle ile özetlemem gerekirse şöyle derim; “Ahlaki olarak büyük çöküntüye uğradık.” (...) Medyanın en dürüst, en namuslu, en ilkeli, en ahlaklı gazetecisi miyim? Hayır, ben de bir dönemin oyuncularındanım. Bu yazıları örneğini çok gördüğünüz gibi kendini olayların içinden çeken, namus abidesiymiş gibi davranan bir gazeteci olarak yazmadım.(...) Konu kendimizi korumak, aklamak değil, bundan sonrasını daha dürüstçe, namusluca vicdanlı olarak kurabilmek için ilkeler etrafında birleşebilmektir. Can Ataklı / Vatan
Hükümet ABD’ye direnmeliydi
ASO binası, ABD Ankara Büyükelçiliği’nin tam karşısında. Başkanın makam odası da binanın 10’uncu katında. Odada, süs için konulmuş bir teleskop var. 10’uncu kattaki bu teleskopu nasıl gördüler bilinmez ama bir gün ABD büyükelçiliğinden bir yetkili gelir. Talebi ilginçtir: “Bu teleskobu buradan kaldırın! Büyükelçiliğimizi gözetliyor olabilirsiniz!”
Helal olsun ASO Başkanı’na... Kaldırmamış. ASO’nun teleskop için; “Kaldırmam!” dediği gibi, Hükümet’de Kürecik için; “Kurdurmam!” diyebilseydi...
Mustafa Yılmaz Milli / Gazete
Yollar yürümekle aşınmaz!
Yığınla gazeteci tutuklu. Ne zaman çıkacakları belli değil.. Ne yapıyoruz.. Taksim’den Galatasaray’a yürüyüş.. Yahu orası zaten İstanbul’un en keyifli caddesi olduğu için her gün, her saat on binler yürüyor. Beş yüz kişi daha yürüsen ne olacak?., Yollar yürümekle aşınmaz.. Kimsenin de kılı kıpırdamaz..
İşi “Sen, ben.. Benimki, öteki” haline getirmeden..
Ona buna sövüp saymadan.. Yargıya güvenip, onu etkilemeye çalışmadan, sadece usule, tutukluluğa karşı birleşsek, “Hep birlikte” akılcı gösteriler yapsak, Mitçileri kurtarmak için 24 saatte yasa çıkaran Adalet Bakanını harekete geçiremez miyiz mesela, bunca gazeteci, bunca köşe yazarı olarak..
Hıncal Uluç / Sabah
Kestane kebap acele cevap
Meclis Başkanlığı’na ve AKP Grup Başkanvekillerine soruyorum:
Hakan Şükür; televizyonda yorum yaptığı 4 Ocak, 1 ve 2 Şubat tarihlerinde, Meclis oturumlarına katılmamak için nasıl bir mazeret bildirdi? Hasta olduğunu mu söyledi? Eğer öyleyse; bunun için bir doktor raporu gönderdi mi? Gönderdiyse, siz Başkanlık Divanı olarak, doktor raporu alacak kadar “hasta” olan bir vekilin, televizyon ekranlarından saatlerce futbol geyiği yapması karşısında ne hissettiniz? Ve eğer öyle bir doktor raporu varsa, bu durumda o raporun doğruluğu konusunda hiç mi kuşkuya kapılmadınız? O raporun altında imzası bulunan doktoru en azından Türk Tabipleri Birliği’ne şikâyet etmeyi hiç mi düşünmediniz?
Mustafa Mutlu / Vatan