Gökten üç elma düştü...
Muhafazakâr sağ, kendi “ideolojik” tarihinin en büyük zihni krizini yaşıyor. Türkiye muhafazakârları bu kriz ile ayrışırken bir cinnet halini de birlikte yaşıyor, en kötüsü ise bu hâle toplumu da ortak etmeye çalışıyorlar.
Bir şekilde kavgaya sürüklenen, kazaya kurban giden çocuklarına ağlamak isteyenlerin “gözyaşı” birliğinden bile rahatsız bir psikoloji toplumu kuşatmaya çalışıyor.
Kırk yıl öncesine bıraktığımızı zannettiğimiz bir ideolojik cinnet, bazılarının çok sevdiği kavramla “nekrofili” , ruhları esir almış, büyüklerin kavgasının kurbanı olmaktan başka suçu olmayan onbeş ila yirmi yaş yelpazesine dağılmış canlar seçim malzemesi ediliyor.
Oniki Eylül öncesi yaşadığımız toplumsal cinnette dahi ölülerimiz seçim meydanlarında, taraftarı “kemikleştirmek” için malzeme edilmedi.
Siyaset, toplumu birbirine düşürmek için bu kadar yırtınmadı.
Ve nihayet, kalabalıklar hiç bu kadar Romalılaşmadı.
Evet. Vicdanımızı yitirme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Adı her ne olursa olsun; Burak veya Berkin. Mezhebi ne olursa olsun; Alevi veya Sünni. Mensubiyeti ne olursa olsun; Türkmen veya Kürt, onlar önce insandı ve birilerinin yavrusu idiler.
Peki onları öldüren şey neydi?
Bugün bu çocukların mezarının üzerinde tepinmenizi isteyenlerin çıkardığı kavga değil mi?
Birbirini tanımayan bu iki çocuğu karşı karşıya getirip güya vatan müdafaası yapan prematüre beyin, onların babalarına bakmalı.
Birileri bu canlar üzerinden seçim sonucu tahmini yaparken, onlar “senin çocuğun, benim çocuğum” diye birbirlerini teselli ediyor.
İşte Türk budur.
Alevisi, Sünnisi, Türkmen’i, Yörüğü, Kürt’ü, solcusu sağcısı ile “kederde” birlik olmayı her daim becermiş.
Fırsatçıların hayallerini yıkmayı iş edinmiş bir millet.
Birileri dışarıdan birileri içeriden yıkmaya çalıştığı anda, omuz omuza bu “dahili ve harici” bedhahların suratlarına tokat aşk etmeyi her daim becermiş bir millet.
Bunu görmek isteyenler Çanakkale’ye gitsin.
Çanakkale, meydanlarda ayrıştırılmaya çalışılan milletimizin “birlik” destanıdır.
Türk milletinin birliğini “içeriden” bozabileceğini zannedenler, Çanakkale sırtlarına gidip yan yana yatan civanları görsünler.
Milletin ve memleketin bütünlüğüne “dışarıdan” göz dikenler de ANZAK Koyu’na gitsin.
Çanakkale’de herkese mesaj vardır ve her zekâ seviyesinin anlayabileceği açıklıktadır!..
Biri; bu topraklara göz diken dış güçleredir; boşuna yırtınmayın, bu ülkeye saldıranlar gömülür!
Diğeri; içerideki gafilleredir; Bu topraklar onbeş yaşındaki çocukların bedenleri üzerinde kuruldu, onbeş yaşındaki çocukların bedenleri üzerinden bölünemez, ayrıştırılamaz!
***
Haydi iyi bir iş yapalım, bütün bu yaşadığımız tartışmaların, yukarıda şikayet ettiğimiz ayrışmaların ve toplumsal huzursuzluğumuzun sebebini öğrenmek için geçtiğimiz hafta ölüm yıldönümünü idrak ettiğimiz Galip Erdem’e gidelim.
Merhum bundan kırk yıl önce, bugün canhıraş bir şekilde tartıştığımız, biteviye yazıp çizdiğimiz olayların sebebini “Ayrık otu ile Çınar” hikayesinde o kadar güzel anlatmış ki...
“Ayrık otu ile Çınar” , demokrasi ile yönetilen bir çayıra yerleşmek isteyen “ne idüğü belirsiz” bir otu, Çınar’ın “ Siz, ayrık otunu tanımazsınız. Görünüşüne aldanmayın. Son derece zararlı bir bitkidir. Aranıza girerse huzurunuzu bozar, kökünüzü kurutur, yaşama hakkınızı elinizden alır” sözlerine rağmen arasına alan çayır ahalisinin hazin hikâyesini anlatır.
Hikayede, bir şekilde çayıra alınan ayrık otu, zamanla kendisine ayrılan yer ile yetinmez her tarafa kök salar; herkesi yerinden eder.
Çayır’ın huzuru kaçar, dostça ve beraberce yaşanılan günler hayâl olur.
Çayırlık artık o canlılığını yitirmiş, çehresi “ölüm sarısı” na dönmüştür.
Hikayenin sonunda, sözünü kimseye dinletemeyen ulu Çınar, çayır sâkinlerinin haline o kadar üzülmüş, kaybolan saadetlerinin arkasından öylesine ağlamış ki, “Ben demedim mi?” bile diyememiş!..
Biliyorum, hepiniz yazıyı okuyunca “çözümlemeler” yapıp “ulu çınar şu, çayır şu, ayrık otu şu” tahminlerinde bulunuyorsunuz.
Herkes “meşrebince ve tarafınca” bu hikayenin kahramanlığına birilerini oturtacaktır.
İşte hikâyelerin ve Galip Erdem’in hikmeti budur...
Onlar gökten üç elma düşürür ve herkes nasibini alır...