Gladyatör gazeteciliğini mi tercih edersiniz

Barış ve sağduyu gibi kavramları kullananların sesi duyulmaz oluyormuş...
Sürmanşetlerde F16 illüstrasyonları, bomba patlama görüntüleri ve yüzü boyalı askerlerle savaş söylemi pompalanıyormuş...
Ekranlarda emekli generaller şehvetle askeri strateji anlatınca medya topyekün bir intikam histerisinin zemini oluveriyormuş...
Ve bunun da adı nefreti, ayrımcılığı ve düşmanlığı körükleyen “Rambo gazeteciliği”ymiş... Öyle diyor “iletişim uzmanları”!
Bu gidişten dönün çağrısı yapıyorlar.
Peki nereye?
Teröristlerin değil de askerimizin, gazetecimizin, öğretim üyelerimizin, politikacılarımızın, işadamlarımızın, idealist gençlerimizin hayatlarının yem yapıldığı, kelimelerin vahşi bir hayvanın dişleri gibi ciğerleri parçaladığı gladyatör gazeteciliğine mi?
Benimki de soru işte...
O azgınlığa “ileri demokrasi” diye alkış tutuyordunuz tribünden değil mi!


Bu manşete kargalar güler

Hiç öyle sandığınız gibi Orta Doğu’ya egemen olma planlarıyla filan ilgisi yokmuş...
Obama, Suriye Devlet Başkanı’na sırf Tayyip Erdoğan’ın “sabrını taşırdığı için” çek git demiş.
Bakmış Erdoğan “Kaddafi” diyor eski dostu Esad’a; sırf “kardeş kanı dökülmesin” diye araya girmiş Obama:
“Hadi koçum sen ufak ufak uza da tadımız kaçmasın!”
Türkiye’ye, Suriye için biçilen taşeronluk rolüne böyle maskeler giydiren gazeteciliğe, kargalar bile güler; Hem de katıla katıla!


Pentagon’un ortağı olmalı

19 Ağustos tarihli Türkiye gazetesi... Birinci sayfada bir başlık: “Amerikan desteği: Yanınızdayız!” Sanırsın Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak, Pentagon’la ortak!
Haydi diğerleri olsa neyse de, adı “Türkiye” olan bir gazete nasıl hizmet eder ABD’nin Türkiye’yi “mayın eşeği” misali sömüreceği işgal projesine...
Siz kestirmeden “Türkiye”nin adını değiştirsenize... Okur da logonuzdaki Türk bayrağına aldanmasın, zikrinize bakıp anlasın; fikriniz ne?



BASINDAN SEÇMELER


Kandil’de tavşan avına çıktılar

Bu iktidar;
TSK’nın komuta kademesine karşı yürüttüğü çökertme operasyonunun yarısı kadarını PKK’yı
çökertmek için yürütse; örgütün kolu kanadı kırılacaktır.

Onlar bizim çocuklarımızı vuruyor. Biz onların tavşanlarını, kirpilerini, domuzlarını, kurtlarını, çakallarını...
Kinaye yapmıyorum; gerçeği söylüyorum. İki günde PKK 11 askerimizi daha şehit etti. Karşılığında bizim uçaklar havalanıp Kandil’i bombaladı. Yüzlerce kilometrelik bir hat üstündeki yüksek dağlar arasında, sanıyorum ki 1 PKK’lıyı bile saf dışı edemediler. Çünkü; siyasetçilerimiz, davul zurna çalarak operasyon işareti verdiler. Zaten; hava akınlarına karşı yıllardır doğal korunaklar inşa etmiş olan teröristler de girdiler içeri...
Öcalan’ı aklamayın
Abdullah Öcalan iki ileri bir geri taktiğiyle; 10 senedir hükümetleri kandırmıştır. Öyle ki daha önceki PKK eylemlerini; bu iktidarın yandaşları; “Derin PKK” veya “Ergenekon Terör Örgütü” işi gibi göstermeye bile kalkıştılar.
Hatta Başbakan Erdoğan; 27.7. 2011 tarihinde Azerbaycan dönüşü, uçakta gazetecilere açıklama yaparken; terör olayları ile ilgili olarak şöyle demişti: “Bazı şeyler Öcalan’ı da aşmış vaziyette. Herşey onun da kontrolünde değil. Çatlak iddiaları, söylemi boş değil.”
Halbuki; Öcalan; terörün tek elebaşısıdır, tek seçicidir. Kimse onudan habersiz parmağını bile kıpırdatamaz. Bütün bu terör olaylarının olur emrini de bulunduğu adaya gelen avukatları aracılığı ile iletmiştir.
Kandil’daki militanların elebaşısı Murat Karayılan, Öcalan’ın yanında bir hiçtir.
Ne yazık ki hükümet ve yandaş basın; bu terör olaylarını Kandil’in işi gibi göstererek İmralı’daki Öcalan’ı saklamaktadırlar.
Politika iflas etti
AKP hükümetleri; en başından beri PKK sorununu “Kürt sorunu” gibi göstererek; onları mazlum ve haklı konumuna getiren politika izledi.
Erdoğan; karşı tarafın isteklerini demokrasi, insan hakları, kültürel talepler gibi zannetti. AB’ye giriş adına; Güneydoğu; PKK’nın istediği gibi yeniden örgütlendiği bir boş alan haline sokuldu. Kürt açılımı, Habur gösterileri ile terör örgütüne moral üstünlük sağlandı. Lakin; Hükümet ne verdi ise onlar hep bir fazlasını istediler. Çünkü; en son hedef Kürdistan idi. İşte Başbakan Erdoğan bu yakıcı gerçeği görmek istemiyordu. Kaçınılmaz olarak; PKK’ya karşı izlenen pasif ve tavize dayalı politika çöktü.
Çözüm kesinlikle yeni bir politikadır: Güvenlik önlemini ihmal etmeyen ve bölgenin sosyoekonomik yapısını kökten değiştirecek bir politika.
Bu iktidar; TSK’nın komuta kademesine karşı yürüttüğü çökertme operasyonunun yarısı kadarını PKK’yı çökertmek için yürütse; örgütün kolu kanadı kırılacaktır.
Rıza Zelyut / Güneş




Terörist için özel kuvvetler “ölüm” demek

Terör örgütü için Kuzey Irak cephe gerisidir. O bölgeyi cephe haline getirmeyi başaramazsak elde edeceğimiz sonucun, kızgınlığını tabakları kırarak, camı çerçeveyi indirerek gideren bir insanın tatmininden öteye geçmeyeceğini bilmemiz lâzım.
(...) Terör örgütünün çatışma iradesi üstünde en derin olumsuz etkiyi komandolar ve özel harekât birlikleri yaratmaktadır. Profesyonel timleri yeter sayıya çıkarmak ve bunu bir an önce yapmak büyük önem taşıyor.
Özel kuvvetler artmalı...
Dağa gönderilen PKK’lılara şöyle dendiği söyleniyor:
“Karşında sürekli şarjör boşaltan birisi varsa o piyade askeridir. Tek tek mermi adan biri varsa o komandodur. Çok dikkat etmelisin.. Karşı tarafta birisi var ve sana hiç ateş etmiyor ise bil ki karşında bir özel kuvvet elemanı vardır. Ve bu, öldüğün anlamına gelir!”
Güngör Mengi / Vatan




Aydınlık baskını haber değil mi?

Bir siyasi parti ve iki medya organı, üstelik Başbakan’ı ilgilendiren siyasi bir konuyla ilgili olarak İstanbul’un ortasında, güpegündüz polis tarafından basılıyorsa, yöneticileri gözaltına alınıyorsa bu -dünyanın her yerinde- haber midir değil midir?
4 büyük televizyon kanalının ana haber bültenlerini tek tek izledim. Hiçbirinde baskından tek cümleyle olsun bahsedilmedi.
Dikkat edin; “Kısa kesildi”, “Şöyle bir değinildi”, “Üstünkörü geçiştirildi” demiyorum. Böyle bir baskın olmamış gibi davranıldı. Yok sayıldı.
...yazılı basında da benzer bir durum vardı:

***


Muhaliflerin konuşmalarını illegal yollarla dinleyip sereserpe yayınlayanlara ses çıkarılmazken, Başbakan’ın bir telefon konuşması söz konusu olunca, iki yıl önceki bir yayının hesabını böyle sormaya kalkmak çifte standarttır.
İşçi Partisi’ne karşı olabilirsiniz.
Aydınlık’ı sevmeyebilirsiniz.
Ulusal Kanal’ı izlemeyebilirsiniz.
Ama “ileri demokratik” bir ülkenin muhalif partilerinden biri ve muhalif yayın organlarından ikisi basılırsa bunu görmezden gelemezsiniz.
Gelirseniz bu suskunluk ihmale yorulmaz; ya umursamazlığa ya çekingenliğe yorulur; ki ikisi birbirinden tehlikelidir.
Yarın sizin büro basıldığında, arkadaşınız gözaltına alındığında doğacak suskunluğa şaşmaya hakkınız olmaz.
Can Dündar / Milliyet




Bu toplumun şifası yok

Hayatını bu ülkenin çocuklarına adayan Unicef elçisi Müjdat Gezen’i mahkemeye veriyorlar...AKP’ye “muhteşem vizyonunuzla önümüzü açıyorsunuz, sizin için hayatımı vermeye hazırım” diyen Ajda’yı “örnek insan” olarak Somali’ye götürüyorlar.
Uzun lafın kısası... Bir millet, aç kalabilir, bir başka millet yardım eder. Bir ülke, susuz kalabilir, bir başka ülke yardım eder. Bir toplum bu hale geldiyse, dünyada hiç kimsenin yapabileceği bi şey yoktur.
Yılmaz Özdil / Hürriyet




Somali’deki dansöz...

İki uçak dolusu insan sözüm ona yardım etmek ve kamuoyunun dikkatini Somali’ye çekmek için bu ülkeye gidiyor...
Ama bir bakıyorsunuz; içlerinden biri kameraların karşısına geçip, açlıktan ölmek üzere olan insanların arasında göbek atıyor...
Neymiş, “moral” veriyormuş... İyi de moral karın doyurmuyor ki! Oradaki insanların derdi moralsizlik değil, açlık!
Mustafa Mutlu / Vatan




Altaylı kendisini hedef alan yazara hak verdi:

Ben de Perihan Mağden olsam saldırganlaşabilirim

Okurlar ve meslektaşlar sormuş:
“Perihan Mağden isimli şahıs size ve bilcümle gazetecilere saldırmış. Yanıt vermeyecek misiniz?” diye.
Tabii ki, vermeyeceğim.
Çünkü sözü edilen şahısa hak veriyorum.
Ben de onun yerinde olsam herkese ve her şeye saldırır, kin kusardım. Düşünsenize sürekli Perihan Mağden’le berabersiniz. İşe Perihan Mağden’le gidiyor, eve Perihan Mağden’le geliyor, her akşam yatağa Perihan Mağden’le giriyorsunuz.
Her aynaya baktığınızda Perihan Mağden’i görüyorsunuz.
Ve hepsinden beteri aklınıza gelen her düşünce Perihan Mağden’İn düşünceleriyle aynı.
En kötüsü de her konuştuğunuzda Perihan Mağden’in sesini duyuyorsunuz. Bir ömrü Perihan Mağden’le beraber geçiriyorsunuz.
Böyle bir durumda insanın ruhu nasıl sağlıklı kalabilir?
Bu durumdaki bir insanın yaptığı her şey
normaldir.
Haktır.
Fatih Altaylı / Habertürk




Günün sorusu

Polis ve mahkemeler “Derin Devleti” Silivri’de “Ergenekon” adı verilen davalarla ararken gerçek “Derin Devlet” acaba kendini gizlemek için üzerine gelen herkesi susturuyor mu? Ya da günümüzün “Derin Devleti” nerede, kimlerin denetiminde?
Emre Kongar / Cumhuriyet

Yazarın Diğer Yazıları