Gırgıriye; mahallede şenlik var
Karşı mahalle karıştı; şenlik var!
Kimi “Yandım Allah” nidalarıyla tutuşan paçalarını söndürmeye çalışırken, kimi de geçmiş “yangın var” diye zil takıp oynuyor!
Yakındır; Perran Kutman ile Müjdat Gezen’e taş çıkartacak “saç saça-baş başa” sahneleri de girer vizyona!
Provalar başlamış bile baksanıza.
***
Güllü’yü alamayan Bayram tonunda isyan ediyor dünkü yazısında Ekrem Dumanlı.
“Derin bir operasyon” diyor, “sabote” diyor, “pervasızca” diyor, “İmralı Zabıtları dendiğine bakmayın; yazılanlar devlet-Öcalan görüşmelerini anlatmıyor. Ancak kullanılan o başlık sanki hükümet ile PKK arasında yapılan görüşmeleri naklediyor gibi bir hava uyandırıyor...” diyor. “Bazı cümleler psikolojik operasyonun daha uzman bir heyet tarafından yapılabileceğine dair kuşku uyandırıyor. Belli ki “konuşma metni” uzman bir heyet tarafından edisyona tabi tutulmuş” diyor. “Her halükarda yeni bir andıç durumuyla karşı karşıyayız” diyor.
Bir sözü “ehil” kişi söylüyorsa diretmenin manası yok; saygı duyarım.
Mahkeme için hazırlanan bilirkişi raporunda yer alan “bazı gazetecilere sahte hesaplardan e-posta yollandığı” bilgisini çarpıtıp “Gazetecilerin köşe yazısı Genelkurmay’dan” diye manşet yaparak okurda “kullanılan gazeteci” kuşkusu uyandıran, kendilerine sızdırılan belgelerde işlerine gelen isimleri andıçlayıp, gelmeyenleri örtbas edecek kadar ince eleyip sık dokuyan “uzman bir heyetle edisyon” u “ilke” haline getirdiği izlenimi yaratan Dumanlı diyorsa, vardır elbet bir bildiği!
“Ecdad” yok yere “kişi kendinden bilir” dememiştir değil mi!
***
Yalnız, Hüseyin Gülerce’ye yakıştıramadım;
Bu kadar görmüş, geçirmiş, tecrübeli birinin daha “soğukkanlı” olması lazım gelmez miydi!
Nedir bu Sabahat’ın kapıyı gösterdiği Emin baba paniği. Telaş ettin de ne oldu yani? “Açıkta kalmayayım” derken “açık ettin” heybendekileri!
Gülerce diyor ki;
“Üç kişilik BDP heyetinin İmralı’da PKK lideri Öcalan’la yaptığı görüşmenin tutanakları kısmen yayınlanıyor... İmralı’da hiç konuşulmayanlar, sanki konuşulmuş gibi yazılıp, anlatılıyor.”
Nereden biliyorsun?
Bu satırlardan sonra sormazlar mı adama;
Yayını yapan kişi üstüne basa basa “tam metin” derken, sen “kısmen yayınlandığını”, “hiç konuşulmayanlar” ın yazılıp çizildiğini nereden biliyorsun?
Yanlarında mıydın?
Dün, kim bilir artık nasıl bir ruh iklimindeydi ki itiraf üstüne itiraf akıtmış kalemi:
“Tıpkı Balyoz ve Ergenekon davalarında olduğu gibi (...) Bilgi kirliliği, başka yerlere saptırma, kafa karıştırma, sulandırma, bulandırma adına yine yalanlar, dolanlar, hedef saptırmalar devrede....”
Yaaaa...
Mensubu olduğunuz grup öncülüğündeki medya, tam da bunu yapmıştı Balyoz ve Ergenekon süreçlerinde değil mi!
Keser ile sap meselesi; illa bir gün dönüyor demek ki!
***
Anlamadığım şu.
Gülerce “konuşulmayanları konuşulmuş gibi yazıyorlar” diye feryadı basarken, “prensleri” namıyla tanınan Eyüp Can “Doğru mu notlar? Büyük ölçüde doğru. (...) Sonuçta görüşme bir sohbet ortamında geçtiği için bazı kısımlar bilerek ya da bilmeyerek eksik aktarılmış, bazı kısımlar da anlam kaybına uğramış” diye yazıyor.
Can’a göre konuşulmayanın konuşulmuş gibi aktarılmasından ziyade, konuşulanın konuşulmamış gibi yok sayılması söz konusu.
“Küçük Prens” (ki ne şahane kitaptır o) -yok ya yaştan dolayı yazdığımıza ikna edemeyiz, türlü yanlış anlaşılmaya yol açar şimdi bu- “veliaht prens” diyelim; “gazetecilik başarısı” diyor Dumanlı’nın “pervasızlık” dediği yayına.
Ve fakat “sunuma dair ciddi sorunlar var” mış Can’a kalırsa da!
“Siyasi analizlerine, barış sürecine dair söylediklerine bir itirazım yok ama cemaate, dini azınlıklara ve kanaat önderlerine, gazeteci ve siyasetçilere dair ettiği komplocu laflar, hakaretamiz sözler hem yanlış hem de süreçle ilgisiz.
Milliyet’in sürece dair notları yayımlamasında gazetecilik açısından bir sorun yok ama konuyla alakasız insanların isimlerini yayımlamak konusunda keşke biraz daha sorumlu ve özenli davransaydı” diyor.
Hemen tercüme edeyim:
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!
Bana ve cemaatime vurma, AKP’ye vur!
Osman Kavala’nın izini süren, benim TESEV geçmişimle de karşılaşmayacak mı; ne diye suyu bulandırıyorsun kardeşim!
Sen “müzakere metodunu ilk ben öğrendim”, “süreci ilk yazan benim”, “her şeyi ben bilirim” diye kalemini süpürge et “barış”a, sonra da bunu yapsınlar sana!
Alem de bir garip olmuş; haklı valla Eyüp Can kızmakta!
***
Ha bu arada laf Osman Kavala’ya gelmişken;
“Korku” dağları sarmış galiba!
Neydi o dünkü “aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık” aralığındaki birinci sayfadan “selam” yalanlama Allah aşkına!
- Yaniiiii... Bennn... Selam söyledim ama Selahattin Demirtaş’a mektup gönderdiydim; onun için demek ki ismimi zikrettiler... Selam yollamadım ama hâlâ Kürtlerin özgürlüklerini koruyan bir anayasadan yanayım; hadi yapalım...
***
Bir de “By Deki” Akif Beki var.
Milliyet’in “sızdırma” yı yayınladığı o iki sayfa, bir zamanlar “sözcüsü” olduğu AKP’nin başına göre biçilmiş “çuval” şeklini alınca idrak edivermiş;
“...Medya, ne yazık ki kendini kullandırmaya açık. Biraz da gazetecilik mesleğinin tabiatı gereği böyle.”
Merak ettim;
Acaba bu “tabiat” gereği Ayşenur Arslan’ı yıldırmak, CNN’den kovdurmak için “kullanılmış” olabilir mi kendisi de!
H H H
AKP kanadından bir diğer isim de Yalçın Akdoğan. “Yalan-yanlış şekilde tutulan bazı notların veya değerlendirmelerin basınla paylaşılması ve çözüm sürecinin muhtevası olarak takdim edilmesi çok büyük bir aymazlıktır. Önemli olan bunlar değil, Öcalan’ın hazırlayarak verdiği ’taslak metin’dir.
Kamuoyunun basında çıkan haberlere aldanmadan çözüm iradesini koruması büyük önem taşıyor.
Terör belasından kurtulmak gibi milli bir meselede basının daha duyarlı olması, bu tür sabotajlara alet olmaması gerekir. Bu, haberciliği aşan, psikolojik harekata alet olunan vahim bir durumdur” diyor.
Ne sağduyu!
Bir milletvekili olarak, bir Başbakan danışmanı olarak keşke “yalan-yanlış şekilde tutulan, daha fenası üretilen sahte notlar, milli güvenliğimizle ilgili en stratejik kurumları sabote ederken” de gösterseydiniz aynı duyarlılığı. Keşke parçası olduğunuz iktidara yakın yayın organları komutanları, gazetecileri, bilim adamlarını linç ederken, illegal dinlemelerden “cımbızlanan” ifadeler ile insanların saygınlıkları zedelenir ve hatta intihara sürüklenirken, özgürlükleri çalınırken de “kamuoyunda çıkan haberlere aldanmadan adil yargılama” talep etseydiniz; “haberciliği aşan psikolojik harekat”a alet olan eşinizi-dostunuzu ikan etseydiniz...
Bütün bunları yapmış olsaydınız belki tarihe terör örgütü karşısında “boyun eğmiş bir iktidar” fotoğrafının içinde geçmezdiniz!
***
Bir de yazmazsam içime dert olur; nedir o öyle “Bu iş en çok AKP’ye zarar verecek... Olan iktidara olur...” kederlenmeleri!
Beki ile Akdoğan dışındakiler için söylüyorum:
Çok mu umurunuzda?
Aynı iktidarı, daha düne kadar “idam sehpasını tekmelemek” le, “taca çıkarmak” la tehdit eden siz değil miydiniz?
Kavgası yapılan “yorgan” ın ne olduğunu Emre Uslu itiraf etti de bu komedi bitti neyse ki:
“Biz MİT ve Hakan Fidan’ın PKK’yı tasfiye edeceğini düşünüyorduk. Oysa görünüşe bakılırsa PKK eliyle cemaati ve düşmanlarını tasfiye derdindeler. Bu kin kınında durmuyor artık. İmralı’dan sızıyor. Kandil’den akıyor...”
***
Soran çıkar illa ki; filmin “Gazinocu Sabri” si kim peki?
Bu selin kütükleri kimi zengin etti?
Şaka gibi ama yine aynı iki ismi:
Hasan Cemal sevinç nidalarıyla yazdığı dünkü yazısında Kandil seferlerinin yol arkadaşı Namık Durukan’ın gazetecilik başarısını kutlarken, Cengiz Çandar da “İşte benim Öcalan’ım, inanmazsanız TESEV için hazırladığım rapora bakın” diye kendisini ispat kaygısındaydı...
Yine atalarımız koysun son noktayı:
Kuzu can kedi ciğer derdinde!
Güneri Cıvaoğlu “Namık ”haber dalında yılın gazetecisi“ ödülüne şimdiden birinci sıradan adını yazdırmış” diyor. “Balyoz bavulcusu”nun yılın gazetecisi seçildiği bir ülkede neden olmasın!