Gerçekte neler oluyor?
Türkiye çok ciddi bir dönüşüm yaşıyor. Anlamak gerekir ki bu dönüşüm yalnızca Türkiye’deki iktidarın ya da diğer siyasi ve ekonomik aktörlerin arzusu değildir. Türkiye’de bugün yaşanan hemen her şey, uluslar arası güç odaklarının beklentilerine cevap verecek biçimde gelişiyor. Bu nedenle Türkiye’de yaşananların küresel odakların ihtiyaçlarıyla yakından ilişkili olduğunu söylemek mümkündür.
Suikast iddiaları, sayısı belirsiz darbe planları, telekulaklar, izlemeler, dinlemeler, davalar zinciri ve son olarak istifaya neden olan kasetler hepsi aynı amacın farklı ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Son bir yıl içinde Türkiye’de tarih çok hızlı akıyor. Ermenistan ile imzalanan protokoller, birbiri peşi sıra gelen açılımlar, Anayasa değişiklikleri çok kısa bir zaman aralığına sığdırıldı. Birilerinin Türkiye’yi bir an önce dönüştürmeye kararlı olduğu anlaşılıyor.
Gelişmelerin arka planı!
Hafızalarımızı yoklarsak bir çok gelişmenin arka plandaki kodlarını kavramakta sıkıntı çekmeyiz. Bilindiği gibi Obama, ABD’de başkan seçildikten sonra iktidarda yüz gününü tamamlamadan Türkiye’ye gelmişti. TBMM’de yaptığı konuşmada üç konu “Kürt-Ermeni-Azınlıklar” la ilgili sorunlara dikkat çekmişti. Obama gittikten sonra bu üç konuda da açılımlar üst üste geldi.
Diğer yandan ABD’nin daha önce BOP bağlamında kabaca dayattıkları da Obama döneminde yeni bir biçim aldı. Obama’nın Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölge ülkelerini dizayn etme faaliyetlerin “modernleştirme, liberalleştirme ve demokratikleştirme” üçlüsü biçiminde devreye soktuğu görülüyor. Türkiye’deki gelişmelerin bu kavramların etrafında sürmesi dikkat çekicidir. Amaç; Türkiye Cumhuriyeti’ni özerk, eyalet ve federasyona uygun bir yapıya dönüşmesine engel olacak kişi ve kurumları etkisizleştirmektir.
Statüko ya da değişim!
Türkiye toplumunu “statükocu ve değişimci” ikilemi ile tanımlamak bu anlayışın doğal uzantısıdır. Değişim için statükonun aşılması gerekiyordu. Değişime engel olarak görülen ve statükoyu temsil eden kuruluşların başında TSK, bürokrasi, Anayasa, Anayasal kuruluşlar, CHP ve MHP’nin geldiği zaten ilan edilmişti. Kıbrıs’ta Annan Planına, Ermenistan ile yapılan açılımlara, demokratik açılıma, azınlık açılımlarına engel olarak bu kurumlar gösterilmiştir. İktidar son yıllarda bütün gücünü bu kurumların direnişini kırmaya yöneltmiştir. İşte bu nedenle statükocu, değişime direnen ve hatta solcu dahi olmadığı söylenen Deniz Baykal’ın yerine, değişime açık birisinin gelmesini sistem arzulamış olabilir.
Hedef Anayasa değil devlettir
Anayasa değişikliğinin amacı HSYK ya da Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirmek değil Türkiye Cumhuriyeti devletinin dönüştürülmesinin önünü açmaktır. Devlet dönüştürülürken bunun önündeki yasal engelleri aşabilmek için öncelikle TC Anayasası’nın değiştirilmesi gerekiyordu. İktidar, seçime bir yıl kala muhalefetin bütün direnişine karşın tek başına Anayasada köklü dönüşüm öngören değişiklikleri tek başına yapması nedensiz değildir. Gerçekte hedef anayasa değil onun koruduğu devlettir.
AKP’nin tek başına gerçekleştirdiği anayasa değişikliğinin ana muhalefet tarafından Anayasa Mahkemes’ine götürüleceği açıklanmıştı. Gündem anayasa değişikliğiyle ilgili gelişmelere kilitlenmişti. Tam bu sırada cumhuriyet tarihinin en büyük skandallarından birisi yaşanıyor. Hem de bu skandal ana muhalefet partisi CHP’nin kongresine iki hafta kala yaşanıyor. Sonrasında ana muhalefet lideri istifa ediyor. Bütün gelişmeler birbiriyle ilişkili ve birbirini tamamlayan özellikler arz ediyor.
Yaşananların Türkiye Cumhuriyeti’nin milli devlet yapısını hedef aldığı açıktır. Yalnız oyun, CHP ya da Türk siyaseti için değil devlet ve Türkiye’nin bütünlüğü için oynanıyor.