Gerçek mücadele ne zaman?
Seçimlerden sonraki bir ayı hatırlayalım: 7 Temmuz’da Eruh’ta polis memuru Bünyamin Torgut’un şehit edilmesi ile 6 Ağustos’ta Cizre’de hayatını kaybeden vatandaşımız Sahip Akıl’a kadar pek çok terör eylemi gerçekleşti. 20 Temmuz’da Suruç’ta, IŞİD’e ait olduğu belirlenen bir canlı bomba olayı yaşandı, 32 “sosyalist” genç hayatını kaybetti. Bu olayı bahane eden PKK/KCK, terör saldırılarını hızlandırdı. Bugüne kadar 200’den fazla terör saldırısı oldu. Bu saldırılarda Malazgirt Jandarma Komutanı Binbaşı Arslan Kulaksız’ın da bulunduğu 23 güvenlik görevlisi şehit oldu, 6 vatandaşımız hayatını kaybetti, 89 kişi yaralandı. Buna karşılık 11 terörist öldürüldü, 2 terörist yaralı olarak ele geçirildi.İstanbul dahil bir çok şehrimiz yangın yerine çevrildi, yollar kesilerek, saatlerce, bazen da günlerce kapalı kaldı, 100’den fazla araç yakıldı, karakol ve askeri üslere ağır silahlarla ateş edildi.
Bu arada; ABD ile varılan anlaşma çerçevesinde, 24 Temmuz’da Türk jetleri Suriye’de IŞİD, Irak’ta PKK/KCK yuvalarını vurmaya başladı.Yurt içinde PKK/YDG-H, IŞİD ve DHKP-C terör örgütlerine yönelik operasyonlarda, 1.500’den fazla kişi gözaltına alındı, 275 kişi tutuklandı.
Teröre başvuran düşmanımızdır
Bu tabloda dikkatimizi çeken iki husus üzerinde durmak isteriz.
Birincisi şu: Güvenlik güçlerimizin bu dönemde, bölücü teröristlerin iki misli kayıp verdiği görülmektedir. Böyle bir oranla ilk defa karşılaşıyoruz. Daha önceleri bunun tam tersi oluyordu. Buradaki soru, acaba neden?
İkincisi ise: Güvenlik güçlerimizin olay mahalline (200’ü aşan terör eylemlerinin hepsinde), terör saldırısı yapıldıktan sonra ulaştıkları görülmektedir. Yine soralım, acaba neden?
Her iki sorunun da cevabını vermeden önce parantez açalım; hareket noktamızı sapasağlam belirleyelim. Adı ne olursa olsun; ister PKK/KCK, ister IŞİD, ister DHKP-C olsun fark etmez; Vatanımızı ve Milletimizi bölmek, Devletimizi yıkmak isteyen, hele bunun için teröre başvuran düşmanımızdır. Eğer düşman bu ve bunlar değilse, sormak lazım, düşman nedir ve kimlerdir? Düşmandan medet umanlar zavallıdırlar; bunlar düşmanın esiri ve kölesi olmaya mahkûmdurlar! Bunun başka bir sonucu olamaz. Çünkü bunlara, düşmanın ne demek olduğu unutturulmuştur; düşmanı “kardeş!” ve “dost!” sanmaktadırlar. Bu katı ve değişmez gerçek, özellikle on yıldır sürdürülen emperyalist güdümlü propagandalarla yıkanan zihinlerde masum istekler haline dönüştürülmüştür. Yenilginin en kahredicisi olan ve zihinlerde taht kuran bu güdümde, ülkemizi son yıllarda yöneten siyasetin payı çok büyüktür. Bu bakımdan, Türk Milletinin işi çok zordur.
Devlet istihbarat demektir
Evet, parantezi kapatıp sorulara dönelim. Bu dönem için şöyle denilmişti: “Önleyici vuruş taktiği uygulanacaktır.” Yani, saldırı daha başlamadan tespit edilerek yuvasında vurulması. Ama bakıyoruz ki, “önleyici vuruşu” PKK/KCK uyguluyor. Güvenlik güçleri hep olaydan sonra yetişerek müdahaleye çalışıyor; çoğu zaman da, ortalıkta terörist bulamıyor. Bu bakımdan her iki sorunun da cevabı, öncelikle istihbarat kavramıyla ilgilidir. Devlet istihbarat demektir, dense yeridir. Eğer terör saldırısı önceden haber alınıp müdahale edilmiyorsa, bunun iki sebebi olabilir; birincisi elde bir istihbarat yoktur; ikincisi istihbarat var, ama kullanılmamaktadır. Bunca yıldan sonra kim kalkıp da istihbaratımız yok diyebilir? O halde istihbarat var, ama bölücü terör saldırmadan harekete geçilememektedir. Herhalde bu; OCAK 2013 İMRALI MUTABAKATI’ndaki “ÇATIŞMAZLIK!” maddesinin uygulanmasından ibarettir. Hatırlanacaktır, kamuoyunda “asker kışlaya, polis karakola” hapsedildi; PKK/KCK şehirleri kuşattı, şikayetlerinin dayandığı madde buydu. Demek ki “barış süreci” bitmemiş! Diyebiliriz.
Biraz gerilere gidelim, Özal’lı yıllar 1993’te bittiğinde, devlet terörü yok etmeye karar vermişti. Bunun için “fabrika ayarlarının!” düzeltilmesi gerekiyordu. Birkaç örnek verelim: Birincisi; “Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma” (EMASYA) Protokolü adıyla, güvenlik güçleri bir belge hazırladı. Belge, ülkenin bir bölgesinde meydana gelecek kalkışmaya karşı, güvenlik güçlerinin birlikte hareketinin esasları belirliyordu. Buna göre, birimlerden gelen istihbarat bir havuzda toplanıp, uzmanlarca değerlendirildikten sonra operasyonlarda kullanılacaktı. Böyle de yapıldı; güvenlik güçlerimiz nereye gittiyse teröristi buldu ve etkisizleştirdi. “Aman 90’lara dönmeyelim!” feryadı ile belki de terör örgütünün dağıtıldığı bu devir kastediliyor. EMASYA Protokolü de, bu iktidar döneminde kaldırılmıştır. Bunu AB istemiş, PKK/KCK da sevinmişti. İkincisi: Zamanın Genelkurmay Başkanı, “dünyanın hiçbir parlamentosunda terör örgütünün partisi olmaz” dedi. Gereği yapıldı; bölücüler, dokunulmazlıkları kaldırılıp, yargıya verildi; 15 er yıl ceza aldılar, KANDİL kadar önemli bir karargâh yok edildi. Üçüncüsü: O zaman güvenlik güçlerinin yetkileri artırıldı. AKP döneminde “demokratikleşme!” adı altında bu ayarlar tekrar bozuldu.
SONUÇ: Çok hassas bir dönemdeyiz. Eğer, “Barış süreci” yalanı bırakılarak, bölücü terörle gelişmiş hukuk devletlerinde olduğu gibi, gerçek mücadele yapılmazsa, vay halimize!..