Gerçeği biliyor ama kabul etmiyorsunuz
Son günlerde nedense dış politikada bir yavaşlama var. Aslında olay bizim dış politikamız değil de başkalarının dış politika uygulamasında Türkiye’ye verilen görevler kısmında bir yavaşlama var. Bu yavaşlamadan yararlanarak daha önce sözünü ettiğim Türkiye izlenimlerime yer vereceğim.
Bir kere sevgili okurum, bugün sizin konuştuğunuz dil Türkçe falan değil. Melez ve yozlaşmış bir komünikasyon aracı. Birbirinize seslenişinizden, sevinç ve kederinizi belirtmenize kadar, hep başka dillerden kaptığınız ve çoğunlukla da anlamını bilmediğiniz kelimeleri kullanıyorsunuz.
Hani övündüğümüz, hani korumak için bir avuç gazetecinin çırpındığı kültürümüz var ya, kulağınıza söyleyeyim, belki haberiniz yok ama o artık yok. Dünyanın en kültürsüz toplumu haline gelmişiz. Zira kültür şu anda iktidarda olanlara aşağılık kompleksi ve sınıf farkı yarattığı için, kültürle ilgili her şey; resim, heykel, müzik, tiyatro yok edilmiş. Ancak onların anladığı orta oyununa geçiş var.
Eğitim falan diyorsunuz. Bir kere eğitilecek konu kalmamış ki çırpınıp çocuklarınızı eğitmeye çalışıyorsunuz. Bence çocuklarınızı evde eğitip, mezuniyet sınavına sokmak daha akılcı! Zaten gördüğüm, memlekette okuyanların da iş bulamamış olmaları. Ayrıca ebeveynlerde çocuklarının geleceği konusunda bir kaygı olmuş olsaydı bu iktidara oy vermemeleri gerekirdi.
Demek ki şu anda anne ve babaların çok umurunda değil çocuklarının geleceği. Şimdilik modaya uygun olarak çocuk büyütüyorlar. Aynı moda ve belirli isimli marka çanta, pantolon, gömlek giydikleri gibi, anlamını ve özelliğini bilmeden marka çocuk yetiştiriyorlar. Dolayısıyla onlar çocuklarının geleceğinden değil, yetiştirdikleri markalardan kaygı duyuyorlar. Aslında kaygı da derin değil.
Başbakan her gün, gündem değiştiriyor. Görevi o. Her gün kafaları karıştırıp kavga ortamı yaratıyor. Yaratmak zorunda. Bundan doğal ne var. Kafalar sakin olsa, o zaman oturup düşünüp, kendilerine ne kazık atıldığını fark edecek halk. Bunun için sürekli asparagas konularla meşgul edilip muhalefeti, siyaseti, bunları tartışsa ne yazar.
İstanbul konusunda National Geographic’te yayınlanan programa tamamen katılıyorum. İstanbul, kolay kazançlarını nasıl harcayacağını şaşıran ya da kara paralarını oralarda harcayarak aklayan kişiler yüzünden akıl almaz bir pahalılıkta. Benzinin dünyanın en pahalısı olmasından söz etmiyorum. Sofralarımızın temel yiyecekleri de çok pahalı.
Bebek’te manzarası dışında bir de adı yabancı adı olan bir kafede eşim ve ben ile kuzenimiz, iki salata bir hamburger yiyip iki şişe de kola içtik; hesap 200 lira geldi. Bu şehri şimdi normal diye savunursanız, akli dengeniz konusunda sizi sorgularlar. Herkes görüldüğü gibi de keriz değil. Adamı bir kere kerizlersiniz ya sonra?..
Siyaset deseniz; muhalefet, iktidar haftanın Salı gününü bekliyor ki Meclis gruplarında konuşsun televizyonlar da onları göstersin diye.
Ardından boyalı basın ile yandaş kalemler koşturup bu konuları, önlerine yem gibi atılanları tartışıyor. Ama tüm bunlardan daha önemlisi siz, evet siz, gerisin geriye uygarlık çizgisinden ayrılıp, giydiğiniz kumaş parçası, bindiğiniz otomobil ve kullandığınız telefonu uygarlık sanmak gibi bir gaflet içinde mağara dönemine doğru hızla gidiyorsunuz. Ve bizler uyardıkça sinirinize dokunuyoruz biliyorum. Ama dokunsun acı gerçek bu...