Genelkurmay belgelerinde Kürt isyanları
Kaynak Yayınları, iki cilt halinde, ikinci baskısını yaptı. Bu kitaplardaki derlemeler iki kaynaktan oluşuyor. İlki, Genelkurmay Başkanlığının yayımladığı “Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar” adlı kitap. İkincisi de 16 Mart 1946’da o günün Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın emir yazısıyla yayımlanan “Doğu Bölgesinde Geçmiş İsyanlar ve Alınan Dersler” başlıklı metin.
Bu takım-eserin ilk cildi 542, ikinci cildi 270 sayfa.
1. ciltte Nasturi, Şeyh Sait, Raçkotan, Raman, Sason, Ağrı, Koçuşağı, Mutki, Bicar, Asi Resul, Tendürek, Savur, Zeylan, Oramar isyanları; 2 ciltte de Pülümür ve Dersim isyanları ile Menemen olayı anlatılmakta.
Fevzi Çakmak’ın Erzincan, Vali Cemal Bey’in Dersim raporları, genç cumhuriyetin, bölücülük tehlikesini nasıl ciddiye alıp, nesnel araştırmalar yaptırdığını gösteriyor.
İsyanların tüm ayrıntıları (askeri krokiler de dahil) bu kitaplarda var, askeri harekatların ayrıntıları asker olmayan okurları sıkar ama, yakın ve güncel tarihi bilmek istiyorsak, bu eserleri mutlaka okumalıyız.
Bu kitaplarda Said-i Nursi’nin “Gerçek bir anarşist ve Kürtçü olduğu” yazılı. Bunu, Türk olan Nurcular hemen “Kemalist zihniyetin iftirası” olarak damgalamasınlar. Kendi içlerinden (ama Kürt olan) birinin yazdıklarını aşağıya alıyorum. Okuyunca, bu suçlamanın hiç de haksız olmadığını göreceklerdir.
“Şeyh Sait’in öcünü alacağım”
Türk Nurcularla Kürt Nurcular birbirlerine girdiler. Kürt Nurcular, Türkleri Said-i Nursi’yi yanlış tanıtmakla, uydurma ifadeler icat etmekle, bazı ifadelerini saklamakla suçluyorlar.
Bize yıllardır anlatırlardı Nurcu arkadaşlarımız, efendim, Şeyh Sait, Said-i Nursi’ye haber yollamış isyan çıkarmadan önce, o da demiş ki “Ben İslamiyet’e bunca hizmet etmiş Türk kavmine ihanet edemem”.
Peki nedir bu işin doğrusu? Son seçimde BDP’den milletvekili seçilen Kürt Nurcu Altan Tan, TİMAŞ yayınları tarafından yayımlanan “Kürt Sorunu” adlı kitabında bakınız neler yazıyor:
“Şubat 1925’de hazırlıksız, organizasyonsuz ve bazı iddialara göre de devletin bir provokasyonu neticesinde patlayan Şeyh Sait kıyamına katılmaz. (’85) Sonraki yıllarda bizzat Şeyh Sait Efendi’nin oğulları Şeyh Ali Rıza Efendi ve Şeyh Selahattin Efendi ile torunu Abdulmelik Fırat’la yaptığı görüşmelerde Şeyh Sait Efendi’den ’Birader-i âzamım’ (büyük ağabeyim) diye hürmetle bahseder. ’Ben birader-i âzamım, ekremim Şeyh Sait Efendi’nin hayfını (öcünü) alacağım, aldım. Kardeşim Şeyh Sait kıyama başladığı zaman Van’da mağarada idim. Kendisine bir mektup yolladım, mektubumun cevabını almadan duydum ki kardeşim Şeyh Sait yakalanmıştır. Düşündüm ki mağaradan çıksam bile bir faydam olmazdı. Sonra beni mağarada yakalayıp sürgüne gönderdiler. Altı yıl süre ile dizlerime vurarak esef çekip memleketimizde fiili olarak yapılan mukaddes cihattan mahrum kaldım. Daha sonra bana denildi ki ‘kardeşin Şeyh Sait üzerine küfr-i mutlak karşısında silahıyla cihat etmek vacip oldu. O silahı ile küfr-i mutlak karşısında cihat etti. Küfr-i mutlakı kaldırdı. Cühl-i mutlak kaldı. Cühl-i mutlakı kaldırmak için kaleminle cihat etmek de senin üzerine vacip oldu.’ Ben de cühl-i mutlak karşısında kalemimle cihat ettim”