Gelişmekte olan ülkelerde cari açık ve dış borç riski arttı
Küreselleşme sürecinde, gelişmekte olan ülkelerde gelir dağılımı bozuldu, ülke içinde bir kısım halk yoksullaştı ve çoğunda cari açık arttı.
Gelişmekte olan ülkelerde gelir dağılımının bozulması, ikili piyasa yapısı oluşmasına neden oldu. Bu nedenle kapasite kullanım oranı düştü. Ayrıca çalışanlarda ücret seviyesinin düşmesi, emek verimliliğini düşürdü. Bunlar büyümeyi negatif etkiler. Ama yurt içi servet birikimi korunur. Gelir dağılımı politikaları değişir, yeniden potansiyel büyüme sağlanabilir. Ama yatırım ve teknoloji malı ithalatı dışında bir nedenle cari açık vermişse, telafisi yoktur.
Bir ülke eğer, yatırım malı ve teknoloji ithal etmek için cari açık veriyorsa, zaten bir süre sonra bu açık cari fazlaya dönüşür. Ama eğer ara malı ve tüketim malı için cari açık veriyorsa, cari açıkla büyüme sürdürülemez. Zira bu durumda cari açık yoluyla ülkeden kaynak çıkışı olur. Potansiyel büyüme sağlanamaz.
Cari açığa neden olan ithalatın finansmanı önceden; ya doğrudan yabancı yatırım sermayesi ile veya dış borçlanmayla yapılır. Genel olarak, iç politika, hukuk ve demokrasi zafiyeti nedeni ile gelişmekte olan ülkelerde yabancı sermaye uzun süre kalmıyor. Cari açık dış borçla finanse ediliyor.
Eğer cari açık dış borçla finanse ediliyorsa, cari açığın etkisi bugün görülmez. Dış borç stoku artar. Risk artar. İflas risk sigorta pirimi (CDS ) yüksek olan ülkelerde, dış borç maliyeti de yüksek demektir.
Bir ülke dış borç stokunu sürekli artıramaz. Özellikle cari açık nedeni ile borç ödeme kapasitesi düşük olan ülkelerde, dış borç temerrüt riski doğar.
Dahası; Bir ülke dış net dış borç ödeyen ülke konumuna gelirse, bu defa da dış borç mürettebatının GSYH oranı büyüme oranından yüksek olursa, ülke yoksullaşır.
Son on yılda gelişmekte olan ülkelerden; Romanya, Türkiye, Kolombiya Peru, Filipinler, Arjantin''de cari açığın GSYH''ya oranı yükseldi, Tayland, Brezilya, Hindistan Meksika''da azaldı. Endonezya ve Güney Afrika''da cari açık cari fazlaya dönüştü.
2. Gelişmekte olan ülkelerde dış borçlarda temerrüt riski arttı.
Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşu Fitch''in Banka Notlarından Sorumlu yetkilisi, Ekim 2022 ayında, EMEA (Avrupa, Orta Doğu ve Afrika) bölgesi ve BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu-Azerbaycan, Belarus, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan, Rusya ve Tacikistan) ülkelerinde kur riskinin kırılganlığı artırdığını açıklamıştı.
Dünya Bankası, 2022 dış borç raporunda da gelişmekte olan ülkelerde dış borç riskinin arttığına vurgu yapıyor. Düşük ve orta gelir grubundaki ülkelerde dış borçların GSYH''ya oranı arttı.
Bugüne kadarki tecrübeler gösteriyor ki; gelişmekte olan ülkelerde krizler sırasında veya istikrar sorunu yaşandığında, genel olarak üç yıllık istikrar programı yapılır. IMF''de katıldığı programlarda; krizin diğer ülkelere sıçramasını önlemek için, orta vadeli bu programları benimser. Gerçekte ise kalkınmanın önündeki engel yapısal sorunlardır.
Bu sorunlar; piyasada oligopol yapı, ithalata bağımlı üretim yapısı, düşük kapasite kullanım oranının düşük olması, faktör verimliliğinin düşük olması, devlette kurumsal yapı sorunu gibi sorunlardır. Siyasi iktidarlar toplumsal maliyet çıktığı için, bu sorunlara eğilmiyor.
Gerçekte ise kalkınma politikalarının temelinde; yapısal çözümler olmalıdır. Bu çözümler için; gelişmekte olan ülkelerde devlet-piyasa optimum dengesini sağlamak ve makro planlama yapmak gerekir.
Bir ekonomide kalkınmanın temel şartı mevcut kaynakları en verimli şekilde kullanmak ve en yüksek toplam fayda sağlamaktır. Bu nedenle ülke kaynaklarının etkin kullanılması için özel faydayı hedefleyen özel sektör ile sosyal faydayı hedefleyen devlet faaliyetlerinin, optimum denge içinde olması gerekir. Başka bir ifade ile; bir ekonomide iktisat politikalarının başarısı ve kaynakların en verimli şekilde kullanılması için, her şeyden önce Devlet-Piyasa arasında optimal bir denge kurulmuş olması gerekir.
Öte yandan gelişmekte olan ülkelerde karma ekonomik planlama, aynı zamanda kalkınma planları özelliğine sahiptir. Bu modelde planlama, sadece piyasa başarısızlıklarını gidermeye çalışmaz. Aynı zamanda devlet piyasanın yeterli üretemediği, toplumsal ihtiyaçların gerektirdiği alanlarda da doğrudan piyasaya girer.
Özetle; gelişmekte olan ülkelerin, yapısal sorunları çözmeden kalkınmaları mümkün değildir.