Gazeteciliğin yanında durmak vakti
-“Son bir hafta yazacaklarınızı merak ediyoruz” diyordu bazı okurlar;
Kim bilir, belli mi olur, yazamayız belki de!
* * *
Bütün kurumlar, kurullar, kurallar “yazdırmamaya” ayarlanıyorlar; konuşturmamaya, hatırlatmamaya ve mümkünse, silinebilirse bir haftada hafıza; unutturmaya hırsızlığı, arsızlığı, yolsuzluğu, dolandırıcılığı, ahlaksızlığı, kendi vatandaşını bile, el kadar çocukları katledebilmeyi ulu orta; ve bütün bunların üzerine bile çıkabilme pişkinliğini; o eşsiz fütursuzluğu, pervasızlığı...
* * *
Haber ve yorum, “bedeli ağır ödenecek illegal yöntemler” ise bu ülkede;
En çok gerekli oldukları zamanda, yapamayız belki de!
Bu sabah uyanmışız; bir kelepçe kalemimizin en sivri yerinde; anahtarını sandığa atmışlar...
Ne yapacaksınız?
Çıkaracak mısınız?
Sizin bizim “altın vuruş” umuzu merak ettiğinizden bin kat fazla ben sizinkini merak ediyorum aslında;
Özgürleştirecek misiniz bizi;
Yazıp söyleyebilecek miyiz gerçekleri ve geçebilecek mi yazıp söylediklerimiz sansürle örülen bariyerleri!
Bizi “benden ve öteki” diye kategorize etmeyen bir insaf, vicdan, akıl ve mantık iktidarının temelini atacak mısınız?
Aksi halde; siz üzerinize düşeni yapmadığınız, sağınızda solunuzda önünüzde arkanızda apartmanınızda, mahallenizde, okulunuzda, iş yerinizdeki eşe, dosta, ahbaba yaptırmadığınız müddetçe hakkınız yok çünkü bizden “mücadele” beklemeye;
Edemeyiz!
“Ağır bedeller ödetmeye” kurulu bir gözü dönmüşlük engel önümüzde!
* * *
Yüreği yetenler destek manifestosu yayınlayabilme erdem/cesaretini gösterebiliyorlar hâlâ;
Korkuyorum ama sinmiyorum!
Kalemime biçilen son nefes olsa da haykırırım:
Gazeteciliğin yanındayım!
Can Dündar’ın değil... Cumhuriyet’in değil... Aydın Doğan’ın değil... Soner Yalçın’ın, Barış’ların, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan’ın değil;
Değildi!
“Adalet” hanım teyze gibi, ismini, cismini, fikrini kapatarak gazeteciliklerinin yanında durduk biz bugüne kadar bütün meslektaşlarımızın;
Bugün de öyle!
“Mustafa”nın yanında değilim... “Yetmez ama...” diyerek omuzlanmış veballerin yanında değilim; günahları boyunlarına... Paralel flörtlerinin yanında değilim; “resmi” mecburiyeti olmayan imam nikahıyla bile paklanmaz lekeleri... “Kandil’in sesi” yayınlarının yanında değilim...
Gazetecilik benim derdim;
Onu kurban etmezsek müritlerinin taktığı kanatlarla yükseldiği irtifada kendisini “tanrı” sanana; ben de haykırabilirim yanında olmadığım fikirleri çürütecek gerçeklerimi dokuz sütundan kapkara puntolarla...
Ama susup teslim edersek “kalemle, fikirle, düşünceyle, gerçek olmak zorunluluğu bulunan haberle, habercilikle mücadele cephesini” savaşmadan; işte o zaman, Nazım Hikmet’in şiirindeki gibi, “vatan”ı; çiftlikleri, kasaları, çek defterleri, maaşları, ödenekleri zanneden bir güruhun kokmuş karanlığında “vatan haini” olarak infaz ediliriz bir bir;
Yargılanmadan!