Gazeteciliğin gömüldüğü an

Cayır cayır yanmakta olan bir ülkenin Başbakanı olarak sergilediği “halinden memnun” tavırlardaki yakışıksızlığı...
“Benler”in yerine “bizler”i koymakla övünüp; hemen her lafa “benim partim”, “benim ülkem”, “benim bakanım”, “benim insanım”, “benim yargım”, “benim...”, “benim...” diye başlamasındaki yaman çelişkiyi...
5 yıldır tutuklu olan gazeteciler, bilim adamları, 2-3 yıldır tutuklu olan teğmenler, albaylar, yarbaylar, amiraller, generallerle ilgili olarak “elbette haksız yere tutuklu olanlar da vardır” derkenki rahatlığını... Bunun kendilerini “esir” gibi hisseden o insanlar ve aileleri ile “kafa buluyor” görüntüsü yarattığını ve bu görüntünün “rahatsız edici” yanını...
Hepsini bir tarafa bırakıyorum....
Bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olarak Erdoğan’ın kameralar aracılığıyla söylediklerinden ziyade, 10 yıldır icraatlarıyla ne söylediği ilgilendiriyor beni sonuçta.
Bu yüzden Başbakan’ı değil de “gazeteci” diye karşısına dizilenleri izledim önceki akşam atv’deki “Gündem Özel” de.
En azından izlemeyi denedim.
İzleyebilmek için direndim.
Zira çoğunuz gibi benim için de hiç kolay olmadı tahammül etmek tanık olduğum skandala.
Güya gazetecisin;
Ülkenin sınır karakolları basılmış, bir günde 8 şehit birden vermişsin! Ki sayının ne önemi var 1’i ana kuzusu, 1000’i de; yerden bitmedi hiçbiri... Can hepsininki...
Yaşadığın, vatan dediğin toprakların bir bölümünde bir şeyler oluyor; patlayan bombaları duyuyorsun, yükselen dumanları görüyorsun; insan eti kokuyor her yanın ve barut; bir şey oluyor, gazetecisin; haberin yok!
Bu koşullar altında “eşsiz” bir “gazetecilik” şansı yakalıyorsun. Başbakan karşında oturuyor. Canlı yayındasın. Sansür ihtimali yok.
Sorsana!
Başbakan’ın gözüne girmek/gözünden düşmemek için çırpınacağına, çırpındıkça batacağına, milletin gönlüne taht kursana!
40 yıllık gazetecisin; 50 belki... Sözde “Türkiye’nin en iyi gazetesi”nin genel yayın yönetmenisin; iki lafı biraraya getiremedin. Eveledin, geveledin, kekeledin, zangır zangır titredin, ezberini unutmuş öğrenci gibiydin!
Ya sen; saçı-sakalı ağırmış koca adamsın! “Köşke çıkarsanız Türkiye’deki siyasetin gidişatı nasıl şekillenir!” diye soru mu olur?
Bir de “Siz olmazsanız ne yaparız” diye diz çöküp “Gitme” diye serenat yapsaydın millet huzurunda; “takla”dan daha estetik olurdu mutlaka!
Ya sen; takmış-takıştırmış, sürmüş-sürüştürmüş çıkmışsın milletin karşısına tamam da bir ağır ol be abla! Senin yaşındaki kadınların ağıtlar yaktığı o dakikalarda, en azından kıkırdama yas tutan bir milletin karşısında; ayıp, günah!
O göz süzmeleri, o gerdan kırmaları, o “beni al, beni al” ayaklarını izlerken ben yerin dibine girdim. Merak ediyorum alkışlayan olmuş mudur muhteşem “yükselişinizi”; birer “duyarsızlık abidesi” gibi...
Bu arada, “ölüm”ün en yaygın tasviridir “göğe yükselmek” biliyorsunuz değil mi? İşte o stüdyo da gazeteciliğin gömüldüğü mezar yeri gibiydi!
Kendinizi yükseltebilmek uğruna mesleğinizi defnettiniz siz oraya!

++++

Türkiye’ye “müdahale” planı

Bu saldırılarla Türkiye’ye ‘Sen Halep’e değil Hakkari’ye bak’ mesajı veriliyor. Suriye sınırına konuşlanmış TSK ‘nın, Kuzey Suriyeye yönelik baskısı içeriye çevrilmeye çalışılıyor.
Kandil, geniş çaplı ve kanlı saldırılara geçeceğini açıklamıştı. Terör örgütünün Suriye’de yaşanan süreci Türkiye’ye taşımaya çalıştığı açık. (...) Şemdinli’de, terör örgütünün kent içine sızıp evlere yerleşmesi, buradan sokak çatışmaları yaratmaya çalışması, kentin hemen yakınında da ağır silahlarla saldırılar düzenlemesi, ‘kurtarılmış bölge’ yaratma girişimini gösteriyor.
PKK, dünyaya; Halep’te yaşandığı gibi Şemdinli’de de güvenlik güçleriyle halkın, sokak sokak çatıştığı görüntüler yansıtmaya çalışıyor.
Alan hakimiyeti
Şemdinli’de çatışmaların hala sürüyor olması, bölgeye giriş-çıkışların kontrollü yapılabilmesi, teröristlerin vur-kaç yerine bölgede kalmaya ve çatışmaya devam etmeleri, PKK ‘nın “alan hakimiyeti” sağlamaya çalıştığının da bir göstergesi.
Tunus’ta başlayan Arap Baharı sürecini, Mısır ‘daki Tahrir Meydanı görüntülerini Diyarbakır’a taşıyarak “Kürt baharı” sürecine dönüştürmeye çalışan PKK, Türkiye’den de bir parçanın kopabileceği mesajı veriyor. Hakkari bölgesine Ankara’nın hakim olmadığını, bölgede otoritenin ve silahlı üstünlüğün kendilerinde olduğunu da
göstermeye çalışıyor.
PKK; terör saldırılarının çapını ve niteliğini değiştirerek, Ankara’yı baskı altında tutmayı hedefliyor.
Oslo sürecinin kesilmesinden sonra isteklerini Ankara’ya kabul ettirmek için yeniden terör eylemlerini tımandıracaklarını açıklayan Kandil, bir taraftan da tekrar masaya oturma koşullarını yaratmaya çalışıyor.
Büyük Kürdistan hedefi
Suriye’deki olaylar sonucu Beşar Esad’ın Kuzey Suriye’den çekilmesiyle ortaya çıkan alanı “Batı Kürdistan” olarak ilan eden PKK-PYD, “Büyük Kürdistan” hedefine doğru önemli bir mevzii kazanıldığı düşüncesinde.
Kuzey Irak’tan sonra Kuzey Suriye’de de devletimsi bir yapı kurulmasına yoğunlaşan PKK-PYD cephesi, Türkiye’den de Güneyoğu’nun koparılmasıyla Büyük Kürdistan’nın kurulabileceğine olan inancını artırmış görünüyor.
Ne olduğu açıklanmalı
Şemdinli’de 2 haftadır süren çatışmalarla ilgili olarak kamuoyuna hiçbir açıklama yapılmadı.
Güvenlikle ilgili bakanlar kamuoyuna bilgi vermiyorlar. Gazetetecilerin sorularına karşılık, “güvenlik güçleri açıklama yapacak” demekle yetiniyorlar. Genelkurmay Başkanlığı’ndan da bir bilgilendirme yapılmıyor. Keza, muhalefet partileri de bilgilendirilmiyor.
Ankara’nın bu suskunluğu şehir efsanelerine yol açıyor ve bu da PKK’nın yaratmaya çalıştığı havayı besliyor.
Fikret Bila / Milliyet

++++

Korkunç senaryo

Bir kent işgal edilecek, teröristler evlere dağılacak, güvenlik güçlerine bu evlerden ateş açılacak. Güvenlik kuvvetleri de doğal olarak çatışmaya girecek. O evlere operasyonlar düzenlenecek ve bu sırada sivil halk hatta çocuklar ve yaşlılar bile ölecek. Böylece “Türkiye, kendi halkını öldürüyor” durumuna düşecek. Güvenlik güçleri umarız bu planı bozacaktır.
Can Ataklı / Vatan

++++

Dalga mı geçiyor

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş “Başbakan Şemdinli’de olanlarla ilgili çıkmalı, açık, net bilgi vermeli.. Her iki taraf da elini silahtan çekmeli ama önce onun konuşması lazım” demiş. Açıkça dalga geçer gibi bir konuşma.. Dünkü yazımda ben de “net açıklama yapılmalı, gerçek hangisi” demiştim, bunu bizler sorabiliriz ama “PKK ile ortak hareket eden, onların her eylemini destekleyen, ‘ilk PKK saldırısı tarihi’nin yıldönümünü kutlayan” bir partinin başkanı soramaz.
Ruhat Mengi / Vatan

++++

‘Barzani mesajı aldı!’ dedi bizim Dışişleri Bakanı.
O taraf da mesaj olarak dün 8 şehit daha yolladı
Ankara’ya... Rıza Zelyut / Güneş

++++

Hakkari hangi tarafta?

Egemen bir devleti yıkmak için isyancılara her türlü yardımı alenen yapacaksın. Silah vereceksin, kamp vereceksin, para vereceksin ve üstüne üstlük bunu alenen yapacaksın.
Binlerce sivil biraz da bu yardımlarından ötürü ölecek.
(...)
Altüst ettiğin o dengeler kurulu sistemin ayarını bozduğundan etnik meseleler, otonom yapılar ortaya çıkmaya başlayacak.
Bu yapının tarihsel, kültürel, ekonomik, etnik ve sosyolojik arka planından bihaber olacaksın.
Bölgenin en iyi donanmış ve büyük ordusu elinde olmasına rağmen, kendi sınırların içinde bir coğrafyada 14 gün savaşacak ama kontrolü ele geçiremeyeceksin.
Aynı anda karakolların basılacak ve şehitler vereceksin.
İspatlanamayan, ispatlanması da üretilen delillere dayandığı için mümkün olmayan davalarla onlarca generalini hapse atacaksın.
Hapse attığın generalleri emekli edeceksin.
Şamar oğlanına dönmüş o askerden performans bekleyeceksin.
(...)
Sonra kalkıp sustalı maymuna çevirdiğin medyanın olan biteni yazamamasından, tartışamamasından aldığın güçle, ‘Terör er ya da geç kaybetmeye mahkumdur’ diyeceksin.
Oldu.
Allah muvaffak etsin...
Serdar Akinan / Akşam

++++

Kahraman tanık(!)

Allah her gazeteciye Akşam Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’daki şansı versin. Tesadüflerin adamı Küçükkaya, (Malum, en son Tarabya’da sabah koşusu sırasında Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e rastlamış ve koşu arası söyleşiyi kapmıştı...) bu kez de Enver Yücel’in verdiği iftarda Cumhuriyet Başsavcı Vekili Zekeriya Öz’e denk gelmiş.
Küçükkaya, tam da emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün Silivri’de “tanık” sıfatıyla anlattıkları tartışılırken, Özkök’ün 8 saat boyunca ifade verdiği Öz’ü karşısında bulunca sormuş:
- İfadesi sırasında nasıl bir izlenim edindiniz? Nasıl biri?
Öz’ün cevabı:
- Çok dirayetli biriymiş. O dönemde bize anlatmıştı. Tek başına mücadele etmiş birisi. O karargahta tek başınaydı. Ama karşısındakiler blok olarak hareket ediyordu. Darbeyi tek başına önlemiş birisidir...
Dirayetli davranmış. Demokratik tavır takınmış. Bence o bir kahraman, demokrasi kahramanı.
Hukuk tarihininde bir savcının tanığını “kahraman” ilan ettiği başka bir vak’a var mıdır bilemiyorum. Özkök’ün bu davalarda savcılık makamı açısından “iyi tanık” olduğu muhakkak. Ama yine de “iddia” kadar “şüphe/kuşku/sorgu”yu da temsil eden bir makamda bulunan Öz’ün, “tanığın anlattıklarına gözü kapalı inanmış” resmi vermesi, yargılamanın unsurlarından sadece biri olan “tanığın”lafıyla, devam eden bir dava hakkında hükmü andıran ifadeler kullanması garip değil mi?
Savcıda hayranlık uyandıran bir tanığın anlattıklarıyla hükme varılacaksa, savunmanın anlamı, delillerin etkisi, yargıçların misyonu ne acaba?

++++

İki stratejik ortak; PKK ve Ankara

Halep’in (Suriye’nin) işgali veya fethedilmesinin arkasında Türkiye ve ABD, Katar ve Suudi Arabistan varsa.. Şemdinli ve çevresini (Türkiye’nin Güneydoğu’sudan başlayan) işgal girişimi arkasında kimler var?
Biri bana bunu anlatsın... Tabii, en iyi Ankara anlatır... Bizim “düz mantığımız” karşısında, şüphesiz ki onlar entelektüel düzeyi yüksek karmaşık açıklamalar yaparak bizi ikna edebilirler.. Biz de karşılarında “aptal” görünmemek için, anlamış gibi yapacağız nasıl olsa!
Emredersin komutanım
Üstüne üstlük Hilari Klintın da pattadanak gelmez mi Ankara’ya! Kafam iyice karıştı!
Acaba Şemdinli’de işler nasıl gidiyor diye yakından gözlemeye mi geldi?
Ülkemizin “siyasi irade”sinin (Ankara ve Vaşington) her türlü emirlerini yerine getirecek bir ordu yapısı oluşmuş durumda!
Ne demişti Hilmi Özkök (*): “ABD, Irak savaşına girmemiz için AKP üzerinde baskı yapmamızı istedi. Biz reddettik.”
Şimdi böyle dolambaçlı yollara gerek bile kalmadı: AKP Suriye konusunda kendisi hazır ve nâzır: “Emredersin komutanım” durumunda... Ordu da AKP karşısında “emredersin komutanım” durumunda! Sorun çözüldü.
Belki de Hilari, hem Şemdinli hem Şam olayları arasında bir eşgüdümü sağlayacak! İki stratejik ortağı PKK ve Ankara’yı bir şekilde uzlaştırması gerek... Yumurtaları kırmadan!
Coni’nin yerine Mehmet
İlk durum: “Ordu itirazsız tamamen siyasi iradenin emrinde olmalıdır” biçimindeki “demokratik doğru olgu” ..
İkinci durum: Diyelim ki ülkenin ve ordunun içine itilmek istendiği savaş, haksız bir savaş... Savunma savaşı değil. Bölgeyi daha büyük kan gölüne döndürecek savaş... Ve emperyalist çıkarlar için bir savaş... Her yönüyle kayıp bir savaş...
Ordunun bu durumda “milli irade iktidarına” ve onun üstünden Vaşington talimatına tam uyum göstermesi, itiraz etmemesi “demokratik” mi olur?
Veya itiraz etmesi, iktidarı ve halkı ikna etmeye kalkışması mı “demokratik” olur?
Bendeki kafa karışıklığı! Belki de onların kafasında böyle bir karışıklığın zerresi bile yoktur! Ama şimdiki durumda bu “ikilem” zaten çözülmüş durumda: Hilari, Conisi’nin yerine Mehmet’i geçirmektedir... “Demokratik süreç, milli iradeye uygun olarak işlemektedir!”
Orhan Bursalı / Cumhuriyet

Yazarın Diğer Yazıları