Fransızların ‘Türk’ algılaması -1-
Pek çok Avrupalı halk gibi Fransız halkı da, kendi toplumundan başka toplumlarla ilgilenmez. Fransız halkının bu özelliğini, Fransız aydınları da itiraf etmektedirler. Nitekim Fransız yazar Ydewalle şöyle diyor: “Orta tabakadan bir Fransız, genel fikirlere ilgi duysa bile çok dar bir çerçeve içinde yaşar. Oturduğu kenti çok iyi tanır, fakat ülkesini pek tanımaz. Sınırların ötesinde olup bitenler hakkında ise yetersiz ve çarpıtılmış bilgi sahibidir”
Yazarın bu sözlerinden şunu anlayabiliriz: Bir Fransız’a, bir yabancı millet hakkında ne söylenirse ona inanır; tıpkı, günümüzdeki yalan üzerine kurulu Ermeni propagandasına inandıkları gibi!
Fransızlar, Avrupalılar -alışılmış tanımla ‘Batılılar’- Türkler hakkındaki gerçek dışı olumsuz sözlere niçin rahatça inanmaktadırlar? Böyle bir sorunun yanıtı şu olmalıdır: Tüm Batılılar gibi Fransızlar da, temelsiz bir Türk korkusunun beslediği gizli Türk düşmanlığı ile yetiştiler. Bu gizli düşmanlık, Türkler zararına oluşan bu bilinçaltı kirliliği; Türkler ‘zayıf’ düştüğü her anda, rahatça açığa çıkma eğiliminde oldu... Şimdi, Fransızlardaki olumsuz Türk algılamasının meydana geliş seyrinden kısa söz edelim.
Bu konuda Haçlı Seferleri önemli. Anadolu Selçukluları döneminde, Kudüs gibi kutsal yerler bahane edilerek -gerçekte ise Avrupalı işsizleri ve maceraperestleri meşgul etmek için- açılan Haçlı seferleri ile Avrupalılar, dolayısıyla Fransızlar Türkleri tanıdılar. Fransızlar, Türklere önce, İspanya’daki Müslümanlara dedikleri gibi ‘sarsarian’adını verdiler. 14. yüzyılda ‘Maure’ demeye başladılar. Daha sonra da ‘Musulman’ sözünü kullandılar. Ama 19. yüzyıldan sonra ‘Türk’ sözcüğü ‘Müslüman’ adıyla eş anlamlı olarak kullanılageldi.
Haçlı Seferleri’nin olduğu 11 ve 12. yüzyıllar, Türkler açısından Avrupa’da olumsuz algılamanın doğduğu yıllardır. Seferden dönen -beyin gücüne değil, kaba güç özelliğine sahip- Fransızlar, ailelerine, çevrelerine abartılı savaş öyküleri anlattılar. Büyük bir kahraman olduklarını vurgulamak için insanüstü ‘yaratıklarla’ nasıl savaştıklarını masal karışımı kurgularla aktardılar. Türkleri-Müslümanları, bir başka deyişle ‘o yenilmez canavarları’ nasıl yendiklerini abartının doruklarında dolaşarak tasvir ettiler... “Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte kana susamış canavarlar” olarak anlatılan Türk, o yıllardan beri Fransızların ve diğer Avrupalıların, bilinçaltına ’korku’ öğesi olarak yerleşti. Daha sonra Osmanlıların 15 ve 16. yüzyıllardaki güçlülüğü, bu masallara adeta destek oldu; bu masalları gerçeğin iklimine taşıdı. Hatta 1570’lerde Montaigne’in “Denemeler”inde belirttiği “Türk Padişahı, dünya ne kadar küçükmüş, dermiş...” diye başlayan o masum cümleleriyle, ‘Türk gücünü’ açıklarken, dolaylı olarak, o uydurma masalların Batı bilinçaltında ‘gerçeğe’ dönüşmesine yardım etti... Türklerin Akdeniz’deki egemenliği Fransız halkında Türk düşmanlığının iyice kökleşmesine neden oldu. Bakış açılarına ‘dinî ölçü’ egemen olunca, İslâm cephesinde yer alan Türklerin varlığı, Türk’ün peşinen ‘kötü’ olmasını doğurdu. Kanunî’nin Fransa’ya ‘kapitülasyon’ ihsanları, Fransız kültürüne serbestlik de bu durumu değiştirmedi: 17. yüzyıl başlarında bir Fransız için Türk, dış görünüş bakımından bir ‘dev’, ahlâkî bakımdan da Hıristiyanlara zulüm yapan ‘şeytanî bir yaratık’ idi. Bu temaları, 1631’de Paris’te haftalık olarak yayımlanan “Gazette”de görmek mümkündü.
Gelecek hafta yine bu konudan söz edeceğiz.