Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ

Fransa’da Türk olmak...

Bir hafta önce yayımlanan “Kürtçe konuşamayan Fransızlar” başlıklı yazıma sadece Rıza Güner adlı bir okuyucu olumsuz tepki verdi. Saygıyla karşılıyorum ve gönderdiği -kişiye hitap başlığı taşımayan- metni olduğu gibi veriyorum:
“Çok uyduruk, yaşanması mümkün olmayan, ancak yazarının zekasını gösteren bir hikaye... İnsan doğduğu toprağa aşıktır. Ve aksi asla mümkün değildir. Bu hikayenin yazarı dünyadan haberdar olsaydı, az buçuk da Kürtleri tanısaydı; bugünün Kürtlerinin Ergenekon benzeri destanlar uydurduklarını görecekti. Mersin’deki Kürtçe şarkı vahşetinin de uydurma kahramanlık destanlarından doğan şovenizmin ürünü olduğunu anlayacaktı. Fransa’dan haberi olsaydı; böyle bir hikaye uydurmayacaktı. İnsan olmaktan, uygar insan olmaktan asla taviz verilemez ve vaz geçilemez... Keşke, az buçuk dünyadan haberiniz olsaydı... Bu laf salatasına gerek kalmayacaktı.”
Sayın Güner’e belirtmeliyim ki; bu köşede laf salatası yapılmaz! Aksine her laf, uzun yazarlık deneyimimizle -gerekirse yorumlanarak- özgür beyinlerin değerlendirmesine sunulur. Destanlar, halk belleğine yerleşmiş olay üstüne ’uydurulur’. Fin’in Kalavela’sı, İngiliz’in Beowulf’u, Fransız’ın Roland’ı gibi... Destanlarda iletiler saklıdır. Ergenekon destanının iletisi; Bozkurt (önder gerekliliği) ve demire (teknolojiye) egemenliktir. Türk destanları şovenizmi değil; insanca yaşamı besler.
Şimdi, gerçek aydınlarımızdan Sayın Erdem Alptuna’nın gönderdiği Fransa ile ilgili mektubunun bir bölümünü sunuyorum:
“Değerli Mevlüt Bey,
Oğlum Sabri’nin Paris’teki hastalığında başımdan geçen olaylardan bir tanesini yayınlamak nezaketini gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Sağolun. Sabri gezmek için gittiği Paris’te karın ağrısı nedeniyle hastaneye başvurur. İsminin hangi dilde olduğunu sorarlar. ” Türk adı “ diye yanıtlayınca bırakıp giderler. Sabri’de Meckel Divertikülü denen, apandisit benzeri bir oluşum vardır ve o patlamıştır. Karın boşluğunda büyük abdest serbestçe dolaşmaktadır. Bu acil ameliyat gerektiren bir durumdur. Ağrıdan kıvranıp da herkes yanından kaçınca, ağrıdan yürüyemediği için yerlerde sürünerek bir hemşireyi saatler sonra bulduğunda, ameliyat yerine laparoskopi yaparlar!!! Sonra peritonit tedavisine alırlar.
Ben gittim ve duruma el koydum. Klinik şefi benden özür dileyerek, ” Bu üniversite hastanesinin etrafında o kadar çok Kürt ve o kadar çok Ermeni oturuyor ki ve bizimkiler onlardan o kadar çok ’Pis Türk’adını işittiler ki, ellerinde olmadan çocuğunuzun Türk olduğunu anlayınca bırakıp gitmişler; özür dileriz, bu durumu düzeltmeye çalışacağız “ dedi.
Oğlumu 22 gün uyutarak tedavi ettik ve sağlığına zar zor kavuşturduk. Benzer hasta Türkiye’nin neresinde olursa olsun yarım saatte ameliyata alınıyor ve peritonitle karşılaşılmıyor.
Biz bir ara ailece Fransa’da yaşadık. Paris’in Sceaux denen banliyösünde oturuyorduk. Ben Paris’teki Saint Antoine hastanesinde çalışıyordum. Size yazdıklarımın tamamı gerçektir, doğrudur ve ne yazık ki hepsini yazamıyorum. Ben Fransa’yı da, Fransızları da, Fransızcayı da yaşadım, yaşıyorum. Ana dilim kadar İngilizce ve Fransızca bilirim. Yaşamımdaki en iyi arkadaşlarımdan bazıları Yahudi kökenli Musevi Türk, bazıları Kürt kökenli Türk idiler. Yeterince yaşadım. Dünyada da gitmediğim çok az yer var.
Size kolay gelsin.
Sevgiyle öpüyor ve tekrar en iyi dileklerimi gönderiyorum.
Doç. Dr Erdem Alptuna”
Yorum yine okuyucularımındır.
Haftaya buluşmak dileğiyle...

Yazarın Diğer Yazıları