Fitnekârlık Sistemi ve Bilirem

“Sağol, koca koca kitapları okuyup bize tanıtıyorsun, yazarlarının marifetine iltifatla karşılık veriyorsun ama hep onları yazma, arada bir gülmeceye de yer ver, ne olur... diyenleriniz var. Haklısınız. Bu hafta gülmece iki öyküye yer vereceğim
İşte ilk gülmecemiz:
Soyadı “Mermer” ... Kafası da soyadı gibiydi... Tam “nato mermer, nato kafa” bir adam...
Mesleği şoförlüktü, kamyonu vardı iki tane. Fakat o uzmanlık alanına girmeyen her konuda ahkâm keser, fikir yürütürdü, her söze karışırdı. Bir gün bir yönetim kurulu toplantımızda “Maşallah, hiç bilmediğin konu yok...” diyecek oldum, kızdı “Ben her şeyi bilirim hocam” deyiverdi.
“Sistem” siz de hiç konuşmuyordu, ağzından “sistem” sözü düşmüyordu. Hangi konuyu anlatırsa anlatsın ona bir sistem sokuşturuyordu. Propaganda sistemi, karşılama sistemi, teşkilatlanma sistemi, ilçe başkanlıklarını ziyaret sistemi, bildiri sistemi, kahveleri ziyaret sistemi...
Çok sistemli bir adamdı vesselam...
Bir gün il başkanı o yokken sistemli bir temel fıkrası anlattı. İdris Temel’e sormuş “Ula Temel ha bu denizaltilarin kapusi açilduğunda içine niye su kaçmayi?” Yanıtlamış Temel “Sen denizde yıkanduğunda yelleniyisun, o zaman içine su kaçayi mi? Yok kaçmayi... İşte oyle dostum, sistem ayni sistem...”
O günden sonraki toplantılarda bizim Mermer, “sistem” dedi mi, bizler hep bir ağızdan “sistem aynı sistem” diyorduk, Mermer, mermer gibi bakıyordu yüzümüze “O ne demek?” bile demiyordu.
O gün çok önemli bir konuyu tartışıyorduk, bir ilçe başkanının görevden alınması söz konusuydu, parti suçu işlemişti, disiplin kuruluna da sevki gerekiyordu, tüzük açıktı. Mermer dışında hepimiz hemfikirdik, o karşı çıkıyordu, o ilçe başkanı ile hemşeri idiler. Bazı “fitnekârlar” işi karıştırıyorlarmış, o başkanın hiçbir günahı yokmuş. Birden bana döndü “Fitnekârlık sistemi Hocam” dedi. Kahkaha koptu, İl Başkanı “Abi” dedi “O nasıl sistem? Yeni bir sistem mi? Hiç duymamıştık.”
Sayın Mermer, alındı bu lafa, küstü, “küsme sistemini” uygulamaya başladı, aidat vermiyordu, toplantılara gelmiyordu, istifa da etmiyordu...
Bu da ikinci gülmece:
-Hanım hanım, senin yaptığın soğan dolmasına bayılıyorum, benim hanımım bu yemeği bilmiyor, yollayayım yanına da bir zahmet öğret ona.
-Olur kâhya olur, yolla gelsin.
Geldi. Hanım tarife başladı
-Önce soğanları soyup içlerini şöylece oyacaksın kızım, ne çok kalın olsun dış kabuğu, ne çok ince, orta karar...
-Bunu bilirem!...
-Yaa... Peki sonrasını anlatayım... Kıyma hazırlayacaksın, soğanların içini doldurmak için. Kıyma şöyle hazırlanacak...
-Kıymayı da bilirem!...
-Yaa bak sen... Bir güvece dizeceksin dolmaları, su koyacaksın...
-He he bilirem...
Hanım’ın sigortaları atmıştı artık, içinden “Cahil kadın, biliyordun da ne halt etmeye geldin, şimdi ben sana gösteririm” dedi ve devam etti.
-Sonra kızım, güvecin üstüne büyük bir tezek kapatıp tandırın dibine koyacaksın.
-Onu da bilirem!
-İyi tamam, git yap o zaman.
Pişirdi, kâhyanın önüne koydu akşam yemeğinde.
Yiyordu ama bu tuhaflık vardı bu yemekte. Hanımağa’nınki gibi değildi. Sorguladı karısını. Yemin billah... Hanımağa ne demişse öyle...
Kuşkusunu yenemedi Kâhya, Hanımağa’ya gitti, durumu anlattı. O da tezeği anlattı.
Kâhya eve koştu hırsla...
Tezek yemenin karşılığı, kötek yemekti...

Yazarın Diğer Yazıları