Filistin için Venezuela kadar olamadık!

Türkiye hükümeti Filistin’de olanlar karşısında miting meydanlarında “Eyy İsrail” nidaları ile Siyonizm’i kahrediyor. Yeterli tepkiyi vermediğini iddia ettiği muhalefeti, Birleşmiş Milletler ve İslam dünyasını tahkir ediyor.
Hükümetin kendisinden başka kimsenin bu davanın arkasında olmadığını gösterme telaşı göze çarpıyor...
Lâkin bir Venezuela, bir Şili kadar somut bir harekete girişmiyor.
İsrail, Konsolosu ile Ticaret Ataşesi ile Türkiye’de var olmaya devam ediyor. Basit bir “istenmeyen adam” uygulamasına dahi girişilmiyor.
“Ben bağırıp çağırıyorum, muhalefetten ses duyuyor musunuz?” naralarıyla Ağustos’taki seçim için haneye iki puan daha yazma endişesinden başka bir anlamı olmayan bir tavır Erdoğan’ınki..
Peki bu tavır yeni mi? Tabii ki değil...
İsrail ile en büyük kriz 2009 yılında “van munit” olayı ile kopmuştu. 2010 yılında Mavi Marmara’ya saldıran İsrail’e karşı hükümetimiz doğal olarak celallenmiş, köprüleri atmış, “ticari ilişkiler bitmiştir!” sözü ile son noktayı koymuştu.
Son Gazze saldırısından sonra da benzer bir süreç yaşanıyor.
Başbakan aynı açıklamaları 2010 Mavi Marmara krizinde de yapmıştı.
Peki, sonrasında ne olmuştu?
Türkiye İsrail’in, 2013 rakamları ile, en çok ihracat yaptığı 6. ülke olmuştu. Türkiye-İsrail ticareti 2009 yılında 3 milyar dolarken 2013’te 5 milyar dolarla rekor kırmıştı.
2002’de Türkiye-İsrail ticareti 1,2 milyar dolardı. Yani, hükümet İsrail ile, orta Anadolu tabiri ile, “alavere” ye, meydanlarda Yahudi işbirlikçisi ilan ettiği muhalefetten beş kat daha meraklı çıkmıştı.
Oğul Erdoğan’ın gemilerinin tüm bu “kriz” yıllarında İsrail limanlarını mesken tuttuğunu ticaret raporlarından öğrenmiştik.
Kürt petrolünü taşıyan tankerimiz daha iki hafta önce İsrail’in Aşkelon limanında demirliydi.
Erdoğan’ın bir türlü iade etmediği “Yahudi Cesaret Nişanı” mevzuuna girmiyorum bile.
İsrail Türk hükümetinin bu yapısını bildiği için olsa gerek, Erdoğan’ın meydanlarda koyduğu “posta” ları ciddiye almıyor.

***

İsrail’in misyonu bu.
1948’den beri zevk alarak yaptığı şey hep aynı; fırsat bulduğu anda yıkmak, öldürmek, işkence etmek...
Peki Hamas’ın misyonu ne?
Hamas’ın Katar’da ikamet eden liderinin talimatı ile İsrail’e yollanan füzelerin kaç İsrailliyi öldürdüğünü biliyor musunuz? İki.
Peki o füzeleri bahane edip Filistin’e giren İsrail’in kaç çocuğu, kadını ve erkeği katlettiğini, kaç evi yıktığını biliyor musunuz?
Katar’da bütün kahramanlığı ile ateşkesi reddeden Hamas liderinin o kararından sonra kaç çocuğun öldüğünü biliyor musunuz?
Gazze’de olanlar, bizim İsrail konsolosluğunun duvarına tırmanma ve Filistin bayrağı asma eylemlerimizden daha ciddi bir şey...
Sizin hiç çocuğunuz enkaz altında kaldı mı? Onu yıkıntılardan çıkartmaya uğraştınız mı? Babanızı öldürdüler mi? Annenizi saçlarından sürükleyerek götürdüler mi? Filistinlinin yaşamının bir parçası bunlar...
Katar’da bilmem ne rezidanstan verdiği talimatla İsraillilerin bilmem ne tepesinden gülerek seyrettiği füzeleri gönderen adamın mücadelesi mi büyük, yoksa Arafat’ın generallerinin Hz. Davut’un sapanı ile İsrail tanklarına karşı verdiği mücadele mi?
Filistin o sapanlarla kuruldu. Filistin davasının özelliği bu; mazlumun direnişidir. Bu direniş Hz. Davut’un Golyat’a karşı verdiği mücadeleyi modelleyerek büyüdü.
Filistin’in İsrail’in füzeleri ile mücadele etmesi mümkün değil.
İslam dünyasının durumu ortada iken İsrail ile tam da İsrail’in istediği bir tarzda mücadele etmeye çalışmak İsrail’in oyununa gelmekten başka bir şey değil.
Filistin davasının İslam dünyasının bu şahsiyetsiz duruşu karşısında İntifada metoduna sarılmaktan başka çaresi yok...
Türkiye, Arap ülkeleri ve Hamas daha sahici ve daha cesur önlem ve politikalar geliştirmeyeceklerse Filistin’i kendi haline bırakmalılar. Çünkü o sekiz-onsekiz yaş dilimindeki İntifada generallerinin yürüttüğü mücadele daha sonuç vericiydi.

Yazarın Diğer Yazıları