Fidye mi yaptıracaksınız 'Neşe'nin kanını?
BDP’li Pervin Buldan’ın, PKK’lı katil sürüsünün başı Öcalan’ın “kadın” duyarlılığını “hayranlıkla(!)” anlattığı röportajının yayınlandığı gün, Balyoz Davası’nda 18 yıla çarptırılan Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel’in Hasdal Cezaevi’ndeyken kaleme aldığı “Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu” kitabını okuyordum.
Aynı gün televizyonda, Gezi protestolarında hayatını kaybeden gençler için yapılan anmanın nasıl etnikçi-mezhepçi kılığa büründürüldüğünü,“iktidar karşıtlığı”nın BDP’lilerin amigoluğunda nasıl “devlet düşmanlığı”na evrildiğini izledim.
Gençlerden birinin annesinin “Oğlum askere gidip şehit olacağım diyordu... Vatan görevini yapacaktı...” sözleri, ne “figüran” yapıldığı o sahneye, ne sahnedeki “PKK’lılar için gözyaşı döken sunucu kadın”a uyuyordu; ama uysa da uymasa da kullanılıyordu ustalıkla.
İktidarın “çözüm süreci” yle, şehit ailelerini ziyaret ettirdikleri akillerle yapmak istediğinden ne farkı vardı “Gezi olayları”nda hayatını kaybeden gençlerin kanı üzerinden “halkların kardeşliği” açılımı yaptırılmasının o “ağlayan analar”a?
***
Önsel’in kitabından, benzeri binlercesinin yaşandığı bir olayı (çok özetleyerek) aktaracağım. İçerisinde “kadın”, “Öcalan”, “PKK”, “gençlik”, “ölüm” yukarıdaki başaktörlerin tamamı var. Okuyun, neler yaşadık, neler yaşattılar bize hatırlayın, ondan sonra vicdan sizin; katilleri ister aklayın, ister saklayın, ister bin bir kılıfla sarın sarmalayın:
“Neşe, Tekirdağ Şarköy’de, 1972 yılında, Alten ailesinin en küçük kızı olarak dünyaya gelmişti. Öğretmen olmak istiyordu. Eğitim Fakültesi’nden 1993 yılında mezun oldu. Ataması Diyarbakır’ın Bismil ilçesine yapıldı.
Bölücü örgüt, öğretmenleri “Türk asimilasyonunun” en önemli parçası sayarak, eylem yapma kararı almıştı. Emri, bugünlerde devlet yetkililerince “kanı durdurmak için herkesle görüşülür” denilerek müzakere yapılan Apo vermişti.
Neşe henüz 22 yaşındaydı. Çıtı pıtı, çocuk görünümlü bir kızcağızdı. “Bayrağımızın dalgalandığı her yere giderim” diyor, başka bir şey demiyordu.
Nokta tayininin çıktığı teröre müzahir bölge olan Çavuşlu Köyü’ne ulaşır ulaşmaz, görev yapacağı okula gitti. Hali içler acısıydı. Köy muhtarı ve köyün ileri gelenleriyle konuşup, eksikleri gidermek için yardım istedi. Köylüler isteksizdi. Ancak “Parasını ben vereyim” deyince onarımı başlatabildi. İlk maaşının büyük bölümünü ustalara verdi, gerisini de borçlandı.
1993 yılının 26 Ekim’i... Neşe yorgun argın okuldan eve geldi. Program defterine ertesi günün derslerini yazdı. Biraz dinlendikten sonra babasına “Tamirat işleri yüzünden açıldık. Evde sivri biberimiz var istersen onları kızartalım ekmek ve yoğurtla yeriz” dedi. Henüz bir ocakları yoktu. Biberleri hazırladı, tavayı mavi piknik tüpüne koydu. Ekmek ve yoğurdu masaya bıraktı.
Hava iyice kararmış, köydeki köpekler sürekli havlıyor; onun ötesinde uluyordu.
Köpek ve rüzgar sesinden, önce kapının vurulduğunu duymadılar. Sertçe çalmaya devam edince, babası “Kim o” diye seslendi. “Açın, hoca hanımla bir şey görüşeceğiz” dedi kapıyı çalanlar.
Açtılar. Karşılarında silahlı iki yarasa. “Dışarı çıkın” diye bağırdılar.
Türkçeyi düzgün konuşanı, “Biz faşist T.C.’nin hiçbir öğretmenini Kürdistan’a sokmayacağız, biletlerini iptal etsinler” demedik mi diyerek, Neşe’nin yaşlı babasını tokatlayarak yere yuvarladı.
Neşe, köylülerden yardım gelir umuduyla bağırmaya başladı. Avazı çıktığı kadar haykırdı ama köyden “yardıma gelen kimse” çıkmadı.
Doğrulan babası “Yapmayın” diye yalvarıyordu. Yarasalardan biri silahın namlusunu Neşe’nin babasının kafasına dayadı ve tetiğe bastı.
Neşe donup kaldı. Tekrar bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. Kendini olduğu gibi yere bıraktı. Neşe’yi saçından tutup tekme ve dipçik darbeleriyle köyün çıkışındaki tepeye kadar sürüklediler.
Genç kızın üstündeki elbise paramparça oldu. Bedeni sefil yaratıkların gözleri önündeydi. Bu arada yarasaların sayısı beş olmuştu.
Neşe gözleri açık ve donuk, ölüme hazır bir huri gibi bakıyordu.
Biri kalaşnikofunu seriye aldı ve Neşe’nin sağ göğsünün üstüne dayayıp tetiği çekti. Beş mermi Neşe’nin göğsünü parçalamaya yetmişti.
Yarasalar tatmin olmadı. Diğer göğsünün de hakkını verelim dediler gülerek. Aynı işlemi cansız bedeninin diğer göğsünde de tekrarladı biri. Ailesinin üzerine titreyip kıyamadığı Neşe’nin elbiseleriyle birlikte vücudu da lime lime oldu...”
***
“Neşenin ölümü insan hakları için mücadele ettiğini iddia eden hiçbir dernek tarafından kınanmadı. AB komiserleri kimseye “ne yapıyorsunuz” demedi. Sokak köpekleri için kıyameti koparanların sesi çıkmadı. Azıcık nasırına basılsa bağıranlardan tek bir açıklama gelmedi. Aydınlardan “bunu umursuyorum” diyen olmadı. Neşe öğretmen ve babasının arkasından on binler yürümedi” diye not düşüyor Önsel bu trajik hikayenin finaline.
Ve ekliyor:
“Bu katilleri, Apo’yla beraber serbest bırakmak için yapılacak bir genel affı, toplumsal barış naralarıyla halka kabul ettirebilmek için rehin tutuluyoruz!”
***
Yıllardır içeride -çoğu- dimdik duran o askerlere, o gazetecilere, o hukukçulara, milletvekillerine değil milletin kendisine soruyorum:
- Neşe’lerin, sizin evlatlarınızın kanını “fidye” olarak verecek misiniz gerçekten bu ikiyüzlülere?