Facia, özür, istifa!
Yeni yılın ilk gününe Türkiye, Ankara’da yedi üniversiteli gencin doğalgaz faciası yüzünden öldüğü haberiyle uyandı. Kimi yetkili rüzgârın ters esmesiyle, kimisi de karbondioksit gazını dışarı atan borunun çürüyüp çatlamış olmasıyla bu faciayı açıkladı. Bütün açıklamalar “suç bizde değil” psikolojisinin dışarı yansımasından ibarettir. Suçlu kim, facianın nedeni de ne olursa olsun sonuç değişmeyecek, ateş düştüğü yedi ailenin yüreğini yakmaya devam edecektir.
Başkent Doğalgaz Şirketi’nin Genel Müdürü Veysel Garani Demir, “kurum olarak sorumluluğumuz yok” anlamına gelen basın toplantısı sırasında takındığı tavır nedeniyle istifa etmek zorunda kaldı.
Genel Müdür, basın toplantısında “Neden kravat takmadığı” nı soran muhabire, “Bir kravat hediye et bana da takayım” diye cevap veriyor. Genel müdür kendilerini “eleştiren” haber ve açıklamaların özelleştirme yolundaki şirketin “piyasa değerini düşüreceği” uyarısını yapıyor. Sonra da yağmur gibi gelen sorulara “Çok soru almayalım, malum bugün cuma” diyerek cevap veriyor. Yedi insanın ölümü üzerine yapılan bir basın toplantısında bu tavır ve konuşmaların şık olduğu söylenemez. Hele hele bunlar, böyle bir acı sonrası sorumluluk duygusuna sahip bir yetkilinin ağzından çıkacak sözler olamaz. Nitekim bu sözler ve yapılan eleştiriler sonucu olarak genel müdür istifa etmek zorunda kalmıştır.
Ancak genel müdürün istifası yedi gencin ölümüne neden olan hususlarla ilgili değildir. İstifa nedeni basın toplantısında takınılan tavır ve bu tavrın basında yer alış biçimiyle ilgilidir. Türkiye’de sorumluluğu üzerine alarak istifa etmek diye bir teamül henüz yoktur.
Bilindiği gibi son zamanlarda istifa yerine bir “özür” dileme furyasıdır gidiyordu. “Özür” dileyenlerin ortak özellikleri ise bu özrü başkalarının adına dilemiş olmalarıdır. Devlet yetkilileri özrü “devlet ve hükümet” adına yapmaktadır. Burada dikkat çeken husus özür dileyenin kendisinin özre neden olacak bir tavrı olamadığını, buna rağmen vekâleten devlet ya da hükümet adına özür dilediğini ortaya koymasıdır.
Halbuki, özür bir tespit, istifa ise eylemdir. Devlet adına, karakolda işkence yapılarak öldürülen şahıstan özür dilemek neyi halleder ki? Böyle bir özür “karlı dağdan kar bağışlamak” türünden bir tarzdır. Bu tarz son zamanlarda oldukça yaygınlaşmıştır.
İnsan hayatı özürle, istifayla ya da tazminatla takas edilecek kadar önemsiz değildir. Türkiye, insan hayatıyla ilgili konularda hataya, yanlışa, aç gözlülüğe ve tamahkârlığa “sıfır tolerans” uygulanmadığı sürece böyle ufak/tefek (!) yanlışlar her zaman olacaktır.
Kur’an Kursu yıkılır altında onlarca çocuk kalır. Ortada ölen onlarca insan vardır, olaydan sorumlu olan şahıslar yoktur. Doğalgazın doğal olarak patlaması neredeyse doğal hayatın bir parçası haline gelmiştir. Ortada patır patır patlayan doğalgaz var, yine sorumlular yok. Son olarak yedi gencin hayatından sorumlu olarak eski ve çatlak elli santimlik boruyu tutmak da tam da Türkiye’ye özgü bir tavırdır.
Hâlbuki genel müdür “şirketin piyasa değeri” ni düşürmemek için gösterdiği titizliği insan hayatı için gösterseydi belki de bu kazalar yaşanmazdı. Başkent Doğalgaz yetkililerinin sistemi bir kez kurulma aşamasında kontrol edip doğalgazı bağladıktan sonra konuyla ilişkilerini kesmeleri doğru mudur? Patlama olduktan, kaza gerçekleşip insanlar öldükten sonra “bizim kusurumuz yok” toplantıları düzenlemek yerine doğalgaz yetkililerinin belirli zaman aralıklarıyla sistemi kontrol etmeleri gerekmez mi?
Modern pazarlamada satış sonrası servis hizmetleri diye bir kavram vardır. Birilerinin bu ülkenin yönetimine hâkim olan zihniyete insan hayatının şirketin itibarından daha önemli olduğunu öğretmeleri gerekir. Hani inançlarımız da bunu öngörüyor. Yüce Kur’an -şirketin değil- insanın kâinatın özü olduğunu söyler.