Eyyyyy Ankaralı okur sana geliyoruz!

Yarın Ankara’dayız. Engin Alan ile birlikte saat 16.00’dan itibaren, Tunalı D&R’da, son kitabımı; Hançerdeki Parmak İzleri’ni imzalayacağız.
İstanbul’da imza etkinliğinin devam ettiği saatlerde dahi sosyal medyada “İstanbul’da imza gününüz olacak mı?”sorusuyla çokça karşılaştığımızdan, -tecrübe oldu- günü, yeri, saati en tepeye yazıyorum bu sefer; ki duymayan, duyurmayan -eh tabii bir de gelmeyen- kalmasın!

***

Köşe yazarları yapar aslında böyle şeyler; kitapları duyulsun, bilinsin, yayılsın diye yazarlar, zaman zaman alıntılarla hatırlatırlar. Ben -nedense- kendi yazdığımı anlatmaya utanırım! O yüzden -neredeyse iki ay oldu Hançerdeki Parmak İzleri çıkalı- ilk imza gününün küçük duyurusu dışında, hiçbir şey okumadınız bu köşede kitaba dair.
Ama şimdi...
Cumhurbaşkanlığı seçiminin arifesinde, ısrarla, hararetle, şiddetle, tekrar tekrar okumanızı tavsiye ediyorum Hançerdeki Parmak İzleri’ni.
Çünkü...
10 Ağustos günü -Allah hepimizi korusun- bir anlık gevşeme, rehavet, gaflet, parmak kayması(!), bir -bence- yanlış karar sonrası, evet bireysel olarak her birimizin etkilenme, maruz kalma ihtimali yüksel bir zulüm çağı başlayacak!
Evet kurumsal olarak bugünleri dahi mumla aratan baskılara uğrayacağız; boğma tellerini olabildiğince sıkacaklar; nefessiz bırakana kadar.
Fikren, ilmen, vicdanen dört mevsim kurak iklim yaşayacak bu bereketli topraklar.
İflaslar, buhranlar, cinnetler, katliamlar, intiharlar; tahayyülü bile ürküten bir “yarın” var o oy pusulasının bir ucunda.
Ama bir de -hangisi daha kötü siz karar verin- Çanakkale’den, Sakarya’dan, Dumlupınar’dan ve hatta Malazgirt’ten bugüne coğrafyamızı “vatan”laştıran şehitlerin vebali var!
Atatürk’ün, Karabekir’in, Yörük Ali’nin, Nene Hatun’un, Karayılan’ın, Demircili Mehmet’in, Reşat Albay’ın kemiklerini sızım sızlatmak var.
Afyon şehitlerinin, Aktütün şehitlerinin, Lice şehitlerinin, Şemdinli şehitlerinin, Hani şehitlerinin, Topçular şehitlerinin, Sarıyayla şehitlerinin, Reşadiye şehitlerinin, Yeşiltaş şehitlerinin, Başbağlar şehitlerinin, kendi evlatlarınızın, babalarınızın, mahallenin delikanlılarının, kınalı yollayıp, kanla yıkanmış bedenlerini karşıladıklarınızın emanetine ihanet var; suçların en ağırı... Bir milletin katline ferman verip, bir devletin temelinden çatısına bütün omurgasını dinamitleyip; insanlığın en “azılı”suçluları arasına girmek var o pusulanın bir ucunda.
Çünkü pusulanın o ucu çıkarsa sandıktan Çankaya’ya; PKK da olacak kuyruğunda!
Pardon yahu; ağız alışkanlığı ne kuyruğu baş tacı, “başkan”ın iktidar ortağı, koltuğa sığışmaya çalışan ikinci “karpuz”olacak PKK!
Buna hâlâ “yok artık”, “abartma”, “paranoya” diyenler kaldıysa;
Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK’ya nasıl teslim edildiğini anlatıyor işte Hançerdeki Parmak İzleri!
Türk Ordusu’nun onurlu subaylarının nasıl Abdullah Öcalan’ın ali menfaatlerine kurban edildiğini!
Gün gün, tarih tarih, isim isim “Kürt açılımı”na paralel gelişen “kumpas”ı anlatıyor;
Bekaa’dan Silivri’ye uzanan Kürdistan projesini.
10 Ağustos 2014, başta dediğim gibi bir anlık gaflet, dalalet, ihanet halinde “Kürdistan’ın kurdelesi”ni kendi elerinizde keseceğiniz güne dönüşebilir.
Bununla ilgili bir tür şuur enjeksiyonu Hançerdeki Parmak İzleri;
Bir tür vitamin, unuttuklarınızı hatırlatıyor, B12 gibi!
Bu yüzden gelirseniz elbette çok mutlu oluruz ama gelemezseniz de, alamazsanız da eşten, dosttan bulun buluşturun mutlaka okuyun, yetiştiremezseniz bir göz gezdirin bu kitaba sandığa gitmeden önce.

***

Gecikmiş bir “teşekkürname” hazırladım; onu da paylaşayım bu vesileyle:
Önce -buraya dev puntolarla yazma imkanım yok ama gönlümdeki yazılış şekli o- ENGİN ALAN’a;
Hançerdeki Parmak İzleri Yeniçağ’da yazı dizisi olarak yayınlanmaya başlandığında “mutlaka kitaplaştırmalısın” deyip bu fikri kafama sokan kişi olduğu için... Balyoz Davası kapsamında tutulduğu Sincan Cezaevi’nden danışmanı aracılığıyla yolladığı mesajlarla yüreklendirdiği için... Kitabın önsözünü yazmayı kabul ettiği için... Hayatı olan mücadeleyi ancak uzaktan gözlemleyen, okuyarak, araştırarak öğrenen genç bir gazetecinin yazdıklarının altına imza attığı, bir anlamda kefil olduğu için... Postacı içinde önsöz olan zarfı getirdiği gün bana yaşattığı gurur için... Kitap çıktıktan sonraki sahiplenişi, daha çok gence okutturmak için gösterdiği çaba için... Ama en çok duruşuyla tarihin bu dönemine vurduğu “omurga” mührü için ENGİN ALAN’a çok teşekkür ederim.

***

Ve...
“Dayanışma”nın samanlıkta kaybolan iğne kadar zor bulunduğu sektörümüzde benim için sürpriz olan desteklerinden dolayı bu mesleğin en iyilerine;
Röportaj dizime de onunla başlamıştım; sabah köşe yazılarını okumaya da ondan başlarım; bir nevi “uğurum”saydığım MELİH AŞIK,
Söylenecek söz yok; gazeteciliğin zirvesi RAHMİ TURAN,
Eğilmeyen, bükülmeyen, gerçekten hissetmediği, inanmadığı bir tek cümle kurmayacağına inandığım için kitaba dair yazdığı her kelime misliyle kıymetli olan, akıcılığını, duruluğunu, vuruculuğunu kıskandığım üç beş kalemden biri NECATİ DOĞRU,
Kitap daha rafa çıkmadan, matbaadan elime geldiği gün; saatlerce özgüven aşılama terapisini yapan, moral veren, yol gösteren, ağabeyliğini esirgemeyen YALÇIN BAYER,
Bir türlü doğru zamanı tutturamadık, kahve içmek mümkün olmadı ama kırk yıllık hatırı olacak bir tanıtıma imza atan MUSTAFA MUTLU,
Kitabın çıktığı andan itibaren duyurulmasında hep destek, tam destek veren ODATV = kitabı ona ulaştıramamama rağmen SONER YALÇIN, BARIŞ PEHLİVAN, BARIŞ TERKOĞLU...
Yakın ilgisiyle TOYGUN ATİLLA..
İstanbul’daki imza gününde varlığıyla bana unutamayacağım bir sürpriz yapan hayranı olduğum muhteşem çizer ERCAN AKYOL,
Ve, kitap ve yazarıyla vuslata eremeyen ve fakat iyi dilekleriyle, tebrikleriyle, takdirleriyle sırf bu kitapla ilgili değil her daim nöbetçi motivasyon üssü gücünde NİHAT GENÇ ve YAVUZ SELİM DEMİRAĞ,
Ve, şahane haberiyle MUHAMMED KUTLU, BENGÜTÜRK TV; elbette pozitif enerjisiyle ÇİĞDEM AKDEMİR ve tabii ki MURAT İDE,
Ve, ilk andan itibaren haber, program, röportaj; kitabı daha çok insana ulaştırabilmek için ellerinden ne geliyorsa yapan, jestlerin efendileri KANAL B ve ERKAN HABERAL,
Ve, elbette YENİÇAĞ; bizimkiler kendi gazetelerinde kendi reklamlarının yapılmasından pek hazzetmezler ama çayımızı-kahvemizi eksik etmeyen ablalardan Genel Yayın Yönetmenine, İcra Kurulu Başkanına, Genel Müdüre, İmtiyaz Sahibine maaile işte!
Bir deeee...
Bir unuttum sansın diye sona bıraktım; tanıyıp tanıyabileceğim herhalde en fedakar “abla”, bazen benden çok heyecanlanan, benden çok koşturan, benden çok sahip çıkan sevgili MÜYESSER YILDIZ’a,
Bana hayran olduğum insanlardan iltifat görme hazzını yaşattıkları için çok teşekkür ederim.

Yazarın Diğer Yazıları