Eyy vicdan; herkes için gel

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki “faili meçhul” dosyalarının bölgede görev yapmış komutanlara yıkılmasına dönük gayretin, TSK’da yeni bir tasfiye dalgasının işaret fişeği olabileceği yönündeki kuşku ve kaygıları aktaran yazım üzerine Resen Emekliler Platformu Derneği yöneticilerinden Yıldırım Gülcemal bir e-posta gönderdi. O da “tasfiye”nin başka bir türünden şikayetçi.
Haklarında yargı kararı olmaksızın, idari işlemlerle TSK’dan ilişiği kesilip resen emekli edilen askerlerin mağduriyetlerini gidermek üzere düzenlenen, ve 22 Mart 2011’de yürürlüğe giren 6191Sayılı Kanunun Geçici 32. Madde’sinin adil uygulanmadığını savunan Gülcemal, iktidarın bu yasa ile kendisine yakın gördüğü askerlerin özlük haklarını iade ederken, “Atatürkçü”, “vatansever” askerleri kapsam dışı bıraktığını ileri sürüyor.
İlişik kesme kararlarında yazanlar bakımından, bakan onayı/kararname yoluyla emekliye sevk edilenler ile, YAŞ kararı ile resen emekliye sevk edilen askerler arasında hiçbir fark bulunmadığını belirten Gülcemal, “Farkımız olmadığı halde adeta ötekileştirildik. Maalesef sesimizi duyurmakta zorlanıyoruz... Milli Savunma Bakanlığı bizleri kapsam dışı ilan etmesinin nedeni olarak ” sizlere yargı yolu açıktı, gidip orada hakkınızı arayın “ diyor. Oysa 2010 yılında yapılan referandumda, YAŞ kararı ile resen emeklilik işlemlerine de yargı yolu açılmıştır. Bunu görmezden gelen iktidar partisi, özlük haklarını iade ettiği 1543 kişiye hak arama yolu olarak bunu önermemiştir. Yapılan haksızlığın farkına varan CHP ve MHP’li milletvekillerimiz, mağduriyetlerimizi sonlandıracak nitelikte yasa tekliflerini meclise sunmuşlardır. Bu yasa teklifleri AKP tarafından aylardır komisyonlarda bekletilmektedir. Dernek olarak 7 Kasım’da bir kez daha meclisimizi ziyaret edip, milletvekillerimizi bir kez daha mağduriyetlerimizin artarak devam ettiği konusunda bilgilendireceğiz” diyor.
Dileriz elleri boş dönmezler.
Yeri gelmişken, bir okurumuz da -Emekli Öğretmen Binbaşı Kazım Çetin- “Ey vicdan neredeysen 28 Şubat mağdurlarına da gel, diye seslenmeye de var mısın?” diye soruyor..
Sadece Balyoz, sadece 28 Şubat değil, aynı seslenişi haksızlık ve hukuksuzluktan kaynaklanan her türlü mağduriyet için seslendirmeye hazırız elbette. Nihayetinde; ideolojilerimiz yahut siyasi eğilimlerimizin makamında serenat yapmak üzere değil kamu hizmeti vermek için gazeteciyiz.

Doğan neyin bedelini ödedi

Madem onlar kendi kendilerini toplumsal algının efendileri olduklarına, esasen “yel”e dönen manşetlerinin “güç” ihtiva ettiğine, fırtınalar, kasırgalar, tufanlar kopardığına inandırmışlar;
Madem kendilerini hâlâ “amiral gemisi”nin kaptan köşkünde, dümen inisiyatiflerinde sanıyorlar ve bu zanla toplaşıp -tercih hak ve özgürlüklerini muhafaza edebilmişler, içlerine iktidarın medya komiserleri sızmamış gibi- “strateji” belirliyorlar;
Acı gerçeklerden bahsedip, kimseye travma yaşatmayalım şimdi!
Eller “Bağımsız ve tarafsızlığımızın bedelini ödedik” ifadesi neden Hürriyet’in taşra baskısına girdi de şehir baskına girmedi, hangi bağımsızlık, hangi tarafsızlık tartışadursun; biz Doğan Grubu’nun aslında neyin bedelini ödediğini aktarmakla yetinelim. Hem de bizzat, Doğan Grubu’nun en çok okunan yazarının, Doğan Kitap tarafından basılan cümleleriyle:
“Cem Uzan’ın tasfiye edilmesi, en başta Aydın Doğan, neredeyse tüm iş dünyasını memnun etmişti. Bir an önce yok edilmesi için karalama kampanyası yürütülüyordu. Halbuki bu işler sıraylaydı!..” *
Ya böyle işte Sayın Doğan... O gün susmasaydınız; belki de o vergi cezaları, yazarlarınıza dair kelle pazarlıkları hiç çalmayacaktı kapınızı.
Tıpkı gazeteciler gibi, medya patronları da kendi sürülerindeki “sarı öküz” ü vermeyecekti.
Her ne kadar inişli çıkışlı, engebeli de olsa siyasi iktidarlara karşı “beraber yürümeyi” bilecekti bu yollarda...
(*)Yılmaz Özdil, Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda, s.22

Başörtülü vekiller önden buyursun!..

“Kızlı-erkekli öğrenci evleri” mevzunda “Ne çektin be Bülent Arınç! ’Asparagas’dediğin haber gününü doldurmadan bizzat civanın tarafından doğrulandı; böylece bir kere daha yalanlanan oldun... Ama üzülme, insan sevdiğini yerden yere vururmuş böyle!..” demekle yetineceğim...
Sahi siz niye üstünüzü başınızı yırtıyorsunuz ki böyle!
Niye düşüyorsunuz tuzaklarına...
Yok “ahlak zabıtası” mı geliyormuş...
Yok, -bir de yol yordam öğretir gibi- “yasal düzenleme olmadan zinhar ev denetimi yapamazlarmış”...
Bir durun, çekilin kenara. Siyasetin “yaşam tarzlarına/bireysel tercih ve özgürlüklere müdahalesi” konusunda bir itiraz yapılacaksa bu herkesten önce “başörtülü vekillerimiz”in boynunun borcudur bundan böyle!
Saat onlar için “samimiyet testi vakti”ni gösteriyor.
Biz susalım, onlar konuşsun.
Bakalım “başkaları”nın onlar için verdiği mücadelenin binde birini, onlar “başkaları” için verecekler mi?
Anlayalım, dertleri “yaşam tarzına saygı” mı, “yaşam tarzlarını dayatmak” mı!

Özel hayata ne de saygılılarmış meğer

NSA merkezli -malumun ilanı olan- dinleme rezaleti alenileştiğinden bu yana iyiden iyiye mizah dergisi işlevi görmeye başladı yandaş medya.
Oku oku gül.
“Bir ülkenin ulusal güvenliğinin çok ötesinde... kendi vatandaşlarını, şirketlerini, askeri birimlerini, generallerini, liderlerini, bankalarını takip etmesi nasıl açıklanabilir?” diye soruyordu önceki gün içlerinden biri!
Siz mi özel hayatın gizliliğini savunuyorsunuz şimdi?
Okyanusun ötesindeki cevapların peşine düşmeye gerek yok ki; illegal filan ama Türkiye’de de “usta”lıkla yapanlar var bu işi!
İronik olan şu ki, sorunun sahibi ulusal güvenlikle ilgisiz biçimde, illegal yöntemlerle dinlenen “vatandaşların, şirketlerin, askeri birimlerin, generallerin, liderlerin, bankaların” mahremlerini ortalığa saçmakta sakınca görmeyen gazetelerden birinin genel yayın yönetmeni! Yani en iyi kendisini bilir bu işlerin nasılını, niçinini!
Bir diğeri “milletvekilleri, muhalefet liderleri, gazeteciler, üst düzey bürokratlar ve kanaat önderleri gizli dinleme altındadır. ...elde ettikleri bu bilgileri hangi maksatla kullanıyorlar acaba” diye soruyordu; şaka gibi!
Türkiye, bu tür bilgilerin “hangi maksatla” kullanıldığını son birkaç yılda defalarca tecrübe etmedi mi?
Bu sorgulamaları yapmak, “Milletvekilleri, muhalefet liderleri, gazeteciler, üst düzey bürokratlar ve kanaat önderleri” gizli dinlemelerle elde edilen ses kayıtlarıyla, internetteki meçhul adreslerden yapılan servislerle itibarsızlaştırılırken neden aklınıza gelmedi?
Bumerang etkisini hesap etmemiştiniz değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları