Eylüllere Karışır Eylüller

Fazıl Hüsnü Dağlarca “Şair olmak demek, bu yurdu öpmek demektir” diyor ya, Fazıl Ahmet Bahadır da öpüyor yurdunu, öpüyor şair duyarlığı, kaygısı, sevgisi ve mertliği ile.
Bu dediğimizi kanıtlayalım dizelerle:
“Alaca karanlığına akşamın/Bir kapı aralar Alaca Kümbet/Kardeşi kaybolmuş bir çocuk gibi/Çifte Kümbet/Yıldızlardan sual eyler tekini/Fetihlere at koşturan hayaller/Battal Gazi’nin huzurunda geceler.”
Fazıl Ahmet Bahadır, dünle günü karşısına koyuyor, sorguluyor onları, bu sorguların tutanağı “destan” oluyor. 21’inci yüzyılın destancısı böyle oluyor, böyle olmalı. Destancısız olamayız, destan Türk’ün hayat ve edebiyat damarlarından en yaşamsalı. Yaşar Kemal “Uluslar destanları kadar ulustur” demekte. Destanların geçmişte söylenip bittiğini söylemek, ulusun da olup bittiğini söylemek gibi bir şey. Ulus yaşıyorsa destan olacak, destanlar uluslara hayat verecek.
Fazıl Ahmet Bahadır’ın destanlarından örnekler sunayım ki, resim daha da netleşsin. Bandırma Vapuru, sözgelimi, şair gözüyle o vapur çok yazıldı ya, daha çok yazılması gerek, o çok yazıldıkça, biz, biz olacağız:
“Üç kıtada küstürdüğümüz güneş/Yüzümüze gülümsedi Samsun’da/Tuğ oldu önümüzde/Yürüdük ardı sıra/Amasya’dan Erzurum’a/Erzurum’dan Sivas’a/Devlet kurmuş hanlardan/El alıp Ankara’da/Hatırladık millet olduğumuzu.”
Ve bu da Karabağ’daki namert yağının talanına denilmiştir:
“Gökten bir ateş koptu/Gelip bağrıma düştü/Gam kasavet adına/Her ne varsa dünyada/Üzerime üşüştü/El uzatıp o yana/Halin ne diyemedim/Öz yurdunda kardaşım/ Ne yaman dara düştü.”
Fazıl Ahmet Bahadır’ın yeni şiir kitabı “Eylüllere Karışır Eylüller”i okurken, Afşar Timuçin’in “Şiir kuytu yerlerde, durgun sularda, saçak altlarında, kanat diplerinde yetişmez” sözüne bir kez daha hak verdim. Şair meydanda, yaşamın içinde, tarihte, gelecekte ve güncelde olmalı. Sözgelimi, çocukluk ve gençlik günlerinin okul Eylül’lerini, en büyük darbeyi ruhlara vuran 12 Eylül’lere uzatamıyorsan, ne çıkar senin şairliğinden. İşte bu dizeler, bu dediklerimin şiirle bildirimi:
“Gencecik fidanlardık/Sağda solda boy atmış/Kıra kıra eze eze/Geçip gitti ayaklar/Düşlerimizden kovulduk/Sığındığımız limanlardan/Sevdalarımızın denizlerinde boğulduk/Sorgu dönüşünde/Taş Medrese’de/Taşlar üzerine kurup bağdaşı/Yusuflarla/Lokma bölüştüğüm ay. Her hazan/İlk yaprak gönlüme düşer/Sonra neyi dilerse rüzgâr/Hüzün dolu akışında zamanın/Eylüllere karışır eylüller”
Bu dizelerden sonra, bir bilgeye daha hak vereceğim. “Nihayetsizlik düşüncesi olmasaydı şiir olmazdı; şiir vücuda gelmeseydi, sonsuzluk fikri doğmazdı” diyen bilge Hasan Âli Yücel’e. Nihayetsizlik düşüncesinin Fazıl Ahmet Bahadır’ı şair yaptığı, yazdıklarından belli oluyor. Oluyor da, bir de olumsuz eleştirim olacak. Yer yer, işçilik eksikliği, malzeme niteliksizliği gördüm, sözgelimi “Bilge Kağan’ın Dilinden” adlı şiiri yavan buldum, benim tanıdığım Bahadır, biraz kendini verse, zorlasa, daha imgeli, daha çağrışım varsılı, daha bezekli ürünler çıkaracak, kendini aşacaktır. “Deyirem rahatlık yakın gelmesin/Rahatlık geldi mi, şairlik gider” der Azerbaycan’ın büyük şairi Nebi Hezrî. Bundan sonraki çalışmalarında, asla rahat yüzü görmemesini diliyorum Bahadır kardeşimin.

Yazarın Diğer Yazıları