Evren babanıza ilk taşı, günahı olmayan savursun!
Evren babanıza ilk taşı, günahı olmayan savursun!
Kesip saklamıştım. Aradım buldum. Şimdi size bu arşiv belgesinin içeriğini aktarayım: Sözcü gazetesinden Ertuğrul Akbay, “Tayyip Erdoğan, darbeci dediği Evren’in hayranı çıktı” başlığıyla yayınlanan tam sayfa röportajda bir fotoğraf var. Evren neşeli, canlı, mutlu oturmuş, karşısında ayakta yarı eğilmiş Tayyip Erdoğan’a bir şeyler anlatıyor. Bu fotoğrafın altında şunlar yazıyor: “Kalender Orduevi’ne gelen Tayyip Erdoğan Kenan Evren’e cam vazo hediye etti, ” Artık bunu (hediye vermeyi) saklamanın bir anlamı yok “ diyen Kenan Evren, şu bilgiyi de veriyor: Hatta Kalender Orduevi’ne makam otosuyla değil... Sivil arabasıyla geldi.. Biz de kimseye haber vermeden gizlice içeri aldık. Yarım saat kadar oturdu. Niçin gelmiş? Bana saygılarını...Sevgilerini sundu... Bu ülkeye yaptığım iyilikten söz etti. Başka? Elimde teyp yoktu ki... Aklımda kalan bunlar...”
***
Röportaj şöyle sürüyor: “Evren ve Erdoğan 1998 yılında Mehmet Ağar’ın oğlunun nikah töreninde karşılaşmışlar. Evren nikah şahidi. Büyükşehir Belediye Başkanı olarak da Erdoğan, nikah kıymış. Tören bittikten sonra Erdoğan ile aralarındaki konuşmayı Evren şöyle aktarıyor: ” Oturduğum masaya geldi... Konuştuk... O’na; Devlet Başkanlığım sırasında Bedrettin Dalan’a yaptığım yardımlardan falan söz ettim. Bunun üzerine Tayyip Erdoğan bana; “Ahh Paşam... Ahh...” dedi... “Sizin zamanınızda ben olacaktım ki, Belediye Başkanı neler yapar... Sizin desteğinizle İstanbul’u uçururdum...”
Evren’in destekçileri var. İştirakçileri var. Yüreklendiricileri var. Gözlerini kapatanlar var. Evren döneminin kurduğu yapıdan nasiplenip, beslenip Büyükşehir Belediye Başkanı, Parti başkanı, Başbakan olanlar var. Darbeci Evren’i baba yapanlar var. Darbeci Evren babanıza, ilk taşı günahı olmayan atsın. Anlatırken sesiyse ağlayan, yüzüyle beddua eden, vücut diliyle hıçkırıklar sergileyen ne kadar da çok “darbeye karşı” demokrat varmış! Tarih hesap sorar. Evren’den soruyor. Sırası gelecek bugün Evren ile Şahinkaya’ya parmağını uzatıp “sanık ayağa kalk” diye diklenenlere de “32 yıldır neredeydiniz, darbeci babanızın yargılanması için bugüne kadar niye beklediniz” diye de soracaktır.
Necati Doğru / Sözcü
Evren ve Şahinkaya’nın yargılanma kararından bir süre önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Kenan Evren’i Çankaya’da ağırlıyor.
Bugünkü iktidar darbeyle yüzleşme kararı alıyor, çok iyi. O halde, Abdullah Gül Evren’i Çankaya’da neden ağırlıyor? Bir açıklaması vardır herhalde.
Yalçın Doğan / Hürriyet
Turgut Özal nerede?
Savcılık bu soruşturmayı açtığında, yine böyle sahte darbe mağdurları ortalığı kaplamış; darbenin gerçek aktörleri de gizlenmişti. 7 şubat 2012 tarihli yazımda şöyle yazmıştım:
’Türkiye’deki darbeler; ancak ve ancak darbe sonrasında ekonomik durumun düzgün biçimde sürdürülmesi garantiye alındıktan sonra yapılmıştır. (...) Turgut Özal; darbecilere ekonomiyi sorun çıkarmadan yönetme garantisi vermiş; bu konuda ABD ile dış bağlantıyı sağlamış darbeci Kenan Evren de bu rahatlık içinde en son darbeyi indirmiştir. Artık anlayalım ki Turgut Özal; en az Kenan Evren kadar 12 Eylül zulmünden sorumludur...
(...) Peki bugün ağız kalabalığı ederek; televizyonlarda demokratçılık oynayanlar neden darbeci Özal’ı hiç gündeme getirmiyorlar?
Özal, AKP’nin idolüdür de ondan.
(...)
Darbelerin sadece askerler tarafından yapıldığını sanmak, avanaklıktır. Darbecilere devletin içine yuvalanmış olan ve ABD tarafından yönetilen Kontrgerilla (Sonrasında Özal Harp Dairesi), MİT, emniyet içindeki bazı polis şefleri ile bazı siyasetçiler kendi alanlarında destek olmuşlardır. Bunlar toplumun çatışma ortamına girmesinde gizli biçimde görev yaptılar. Bu hainler grubu da sorgulanmalı.
12 Eylül darbesinin çok önemli bir medya ayağı vardı. (...)Eğer darbecilerle hesaplaşacak isek; bu darbe şakşakçısı gazetecileri de sorgulamak gerekmez mi?’
***
Tekrar ediyorum: Dün başlayan davada 12 Eylül darbesi yargılanmıyor; tam aksine, darbecilik Kenan Evren ile sınırlı gösterilerek... ABD’nin planlaması, Turgut Özal’ın katkısı saklanarak... İşin içindeki MİT ve polis elemanları görmezden gelinerek... Darbeye alkış tutan gazeteciler ile kışkırtıcı siyasetçiler yok sayılarak darbe ile hesaplaşılmaz.
Unutulmasın ki o darbe olmasaydı bugün AKP diye bir parti olmayacaktı.
Rıza Zelyut / Güneş
12 Eylül Çadır Tiyatrosu
12 Eylül darbesi yargılanıyor havasında bir tiyatro oynanıyordu.
O zulüm döneminin mağdurları tepki göstermekte haklılar; onları ayrı tutuyorum.
Ama daha dünkü çocukların ortaya mağdur gibi çıkmaları; bir rezalet. Mağdur ayrıdır; darbeye karşı olmak ayrıdır.
Birinci mağdur; Süleyman Demirel... Ama o şikayetçi değil. Nedeni de belli: O darbeden beslenenler; darbeye karşı imiş gibi ortalığı doldurdular da ondan.
Amaç, ‘sulandırmak’mı?
12 Eylül 1980 askeri darbesinin yargılanmasına dün “sözüm ona” başlandı...
Sözüm ona diyorum; çünkü iddianameye göre iki sanık var; ama ikisi de ortada yok... Çünkü yaşları 100’e merdiven dayamış, ikisi de hastanede...
Yargılamanın yapıldığı Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önüne binlerce kişi yığılmış; ama içeriye girebilene aşk olsun!
Sadece iddianamede ismi geçenler, müştekiler, izleyiciler, basın mensupları ve taraf avukatları alınmış; yine de oturacak yer bile kalmamış, 147 kişilik salonda izdiham çıkmış...
Saat 09.30’da başlaması gereken duruşma o yüzden yarım saat geç başlamış... Bu tarihi (!) davaya bakan Mahkeme Başkanı’nın ilk sözleri de tarihe geçecek türden olmuş:
“Sayın avukatlar... Ayakta kaldınız. Söylemeye utanıyorum ama isterseniz sanıklara ayrılan boş yerlere oturabilirsiniz!”
***
“Olmamış darbe”nin davasında 300’ün üzerinde emekli ve muvazzaf subay yargılanıyor; bu yargılamalar için cezaevi yerleşkesinde yapılan iki koca salon yetmemiş, üçüncüsünün inşasına başlanıyor...
“Olmuş darbe” nin sanık sayısı ise sadece iki; onların da sandalyeleri boş... Hâkim, o boş sıraları “avukatlara” gösteriyor! Yanılıp otursalar; ayvayı yemeleri an meselesi...
***
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hayatlarını altüst eden 12 Eylül darbecileri elbette yargılanmalı... Ama böyle başlayan bir davada “yargılama” değil, olsa olsa “sulandırma” yapılır!
Bu ise; 12 Eylül mağdurlarına yapılacak en büyük ayıp ve haksızlıktır!
Mustafa Mutlu / Vatan
“Hayırcı”lar da böyle demiyor muydu
İki yıl oluyor.. Yine bu aylardı.. Yargı meselesi bütün çarpıcılığıyla memleketin gündemindeydi..
Henüz Anayasa değişikliği yapılmamıştı.. Anayasa Mahkemesi’ne de, HSYK’ya da, Yargıtaya da el atılmamıştı..
O günlerde iktidarın diline yapışan bir slogan vardı..
Yargının bağımsız olması yetmez, tarafsız da olmalı..
Muhalefet yargı bağımsız olmalı dedikçe, iktidar bağımsızlık yetmez tarafsız da olmalı diye bastırıyordu..
İktidara göre yüksek yargı bağımsızdı ama tarafsız değildi, tarafsız hale getirilmeliydi..
2010 referandumunun ana gövdesi buydu..
***
Aradan iki yıl geçti..
Anayasa Mahkemesi Başkanı, bağımsızlık ve tarafsızlık sorununu çözememiş bir yargıdan söz ediyor..
Yargıtay Başkanı tarafsız yargı ihtiyacına işaret ediyor..
HSYK 1. Daire Başkanı onlara katılıyor..
***
Bir başka boyut..
Referandumda en çok söylenen şuydu; yargıdaki kast sistemine son vereceğiz..
Nasıl olacak?
Hâkimler ve savcılar kendi kurullarını kendileri seçecek.. Taban tavanı şekillendirecek.. HSYK’yı oylarıyla belirleyecekler.. Yüksek yargı organları da bu şekilde oluşacak..
Sorun bitecekti..
Demokrasi yargıda da kök salacaktı..
İki yıl önce bütün bir yaz boyu bu sözleri dinledik..
Etkili oldu, ‘yetmez ama evet’çiler böyle çıktı..
***
Bütün bunlar oldu, uygulamaya kondu, aradan iki yıl geçti..
Anayasa Mahkemesi Başkanı seçim sisteminin yeniden düzenlenmesini istedi..
Hayırdır!..
Dedi ki; “Seçim psikolojisinin yargı mensupları arasında sürdürülen ilişki üzerinde belirleyici etkisi gruplaşmayı ve ayrışmayı da beraberinde getirmektedir..”
Bu sözler hayırcıların lafı değil mi?
İki yıl önce onlar söylüyordu!..
‘Yetmez ama evet’çiler de onlara kızıyordu..
Şimdi yargı başkanları da söylüyor!..
Çok değil iki yıl önceden söz ediyoruz..
Mehmet Tezkan / Milliyet
Bakan Bekir Bozdağ “Siyaset yargıyı kuşatamaz” diyen Haşim Kılıç’a kızmış: “Herkes işine baksın.” Kılıç “Cari açık tehlikeli boyutlarda” dedi sanki...
Haldun Ertem
Darbe olsun diye yalvaranlar vardı
Günaydın’da, 11 Eylül günü hazırlanan 12 Eylül gazetesinde, tek sütun bir haber vardı; “Dünkü çatışmalarda 32 kişi öldü” başlığını taşıyordu.
32 kişi ölmüştü ve bu ölümler o kadar sıradan hale gelmişti ki, ancak tek sütunluk yer bulabiliyordu kendine.
O tarihte halkın beklentisi “ihtilal” yapılmasıydı. Bunun için yalvaranlar vardı. Çünkü çocukları ölüyordu, nerede ne zaman patlayacağı bilinmeyen bombalar, bubi tuzakları, kahvelere atılan bombalar, makineli tüfekle taramalar herkesin ruh sağlığını bozmuştu.
“Yalvaranlar” sadece sıradan vatandaşlar değildi; kimi siyasetçiler, gazeteci ve yazarlar da bu koronun içindeydi.
Şimdi 32 yıl geçti aradan. Onların çoğu hâlâ yaşıyor. Bunu da unutmamak gerek.
Can Ataklı / Vatan
Demek ki bugünün hesabını da 32 sene sonra soracaklar
Kaçırmayın... Koşun...
Koşarken sormalı:
“Niye koşuyoruz?...” “Darbe yapmışlar...”
***
32 sene öncenin hesabını, 32 sene sonra sorduklarına göre; demek ki darbeye 32 sene sonra kızdılar...
Dün 12 Eylül mahkemesinin önünde toplanıp da “adil yargı”, “hukuk”, “insan hakları” isteyenlerin görkemli sayısı, 12 Eylül’ü aratmayan Silivri’nin önünde hiçbir zaman görülmedi...
Demek ki “adalet” duyguları da 32 sene sonra geliyor... O zaman bugünün hesabını da 32 sene sonra anca soracaklar...
***
Cumhuriyeti yıkıyorlar şu an...
Kimsenin sesi çıkmıyor... Herkes sindi... Korkudan... Ama televizyonlar, gazeteler 12 Eylül’e horozlananlarla, küfür edenlerle, hesap soranlarla dolu sabah akşam... Yiğitlikleri de tuttu...
32 yıl sonra...
Bir gün bu günlerden utanacak olsalar bile...
Demek 32 yıl ister...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet