"Eski Ülkücü" ve aynaya bakmak!
Aynaya bakmak ihtiyaçtır. Aynaya bakmak egoizmin yüklediği narsist bir duygu olmadan önce insani bir haldir. Kendisine çeki düzen vermek, ihtiyacı, bireyin kendisine olduğu kadar diğer insanlara karşı da duyduğu saygının gereğidir. Bu yönü itibariyle fizikle yüzleşmek estetiğin konusuna girer.
Burada murat edilen ayna kavramı, sırlanmış bir camda fiziki görüntü irdelemesine yarayan klasik aynadan geniş anlamda düşünülmelidir. Burada kast edilen aynaya, iktidar ve şehvet duygusunu tatmin etmek, lüks yaşamayı daim kılmak, ele geçirme zevkini tatmak ya da tıkınma ihtiyacını süreklileştirmek için bakılmaz. Hile, entrika, şehvet ve kötülük duygusu içinde kavrulanların aynadan ziyade lüksle ilgilendikleri bilinmektedir. Aynaya bakmak kişinin dün, bugün ve yarını ile yüzleşmesi anlamına gelir.
İsyandakilere ayna tutmak!
Kendisiyle, geçmişiyle, yaptıkları ya da yapamadıklarıyla yüzleşmesini beceremeyenler kesintili süreler için de olsa ideallerini tatile çıkarmak zorunda kalırlar. İdeallerden anlık uzak kalmak, yabancılık doğurur. Zira idealizm bir yönü itibariyle bencillikten soyutlanmak anlamına gelir. İdealleri bir kez ihmal edenler mazur görülebilirler, ancak iki kez edenin üçüncü kez de edeceği kesindir. İhmaller bir süre sonra inkârı, inkârlar da isyanı doğurur. İsyandakilere ayna tutmak, ufuktaki gemiye el sallamaya benzer, yankı bulmaz.
Öz eleştiri, vicdan muhasebesi ve yargılama, yüzleşmenin farklı jargonlarla ifadesidir. Yüzleşmek kelimesi ürpertici ve sorgulayıcıdır. Gösterilmekten utanılmayan ak bir alın sahibi için yüzleşmek, hesap sormak anlamına gelirken, aksi özelliklere sahip olanlar için de hesap vermek şekline dönüşür. Tarih, bu anlamda toplumların geçmişleriyle yüzleşmesidir.
Önemli olan, insanların başkalarıyla yüzleşmesinden ziyade vicdanlarıyla hesaplaşmasıdır. Zira insanların başkasını ikna eden yüzü vicdanıyla baş başa kaldığında kendisini ikna etmekte yeterli olamaz. Çoğu zaman en katı vicdan bile yüzleşme sırasında taşıyıcısını mahkûm edecek kadar erdemli olabilmektedir.
Bu bağlamda eylemler, iman edilen değerlere uygunluk yönünden bir tür yargılamadır. Söylemler ise murat edilen davalara yapılan katkıların sorgulanmasıdır.
Kendi kendini bereleme şehveti!
Bilmek gerekir ki, kendisinin eylemleriyle yüzleşmesini bilemeyenler çoğu kez düşman yüzü diye kendi suratlarını berelerler. Eğer bir gün size göre ortada hiçbir neden yokken yüzünüzde morluklar oluşmuş, suratınızdan kan sızıyor, hareket edemeyecek kadar kendinizi yorgun hissediyorsanız, yaptıklarınızı gözden geçirmeniz sizin için yararlı olacaktır. Hele hele hiç geçmeyen bir sızı inmişse yüreğinize, biliniz ki o sızıyı üretmek için bizzat kendinizin çok yoğun mesaisi olmuştur. Çünkü bir ülkücü için rakip ya da düşman darbesinin neden olduğu sızı hem geçicidir hem de acıtıcı ve alçatıcı değildir, aksine haz vericidir. Ülkücüleri kendi eylemleri daha çok yaralar. Ülküler ülkü olmaktan, dostlar aranır olmaktan, düşmanlar kovulur olmaktan, eylemler arzulanır olmaktan çıkmışsa, bilinmelidir ki hayat da yaşanılır olmaktan çıkmıştır.
Ülkücünün yabancılaşması!
Yaşanmaya değmeyen hayat ise yabancılaşmış hayat demektir. Bir ülkücünün hayatı anlamsızlaşmaya ya da yabancılaşmaya başladığı zaman üstadı hatırlamaması en büyük eksiklik olur. Artık, üstat ile birlikte sözlüklere sarınıp, elbiselere tutunarak “aynalar söyleyin bana ben kimim?” diyebilirsiniz. “Aynalar kırık şimdi” diyerek iç çekenler de “neden düşman görünürsünüz/yıllar yılı dost bildiğim aynalar” diye şiir yazanlar da kendileri ile yüzleşmekte gecikenlerdir.
Kazandıklarımızı bize kazandıranlar toprağın altındakilerdir. Kaybettiklerimiz ise bizim eserimizdir. Sen, ben, o hepimiz uykuya kıyamamanın ya da uyanamamanın dramını yaşıyoruz. Zafer, bize beceriksizliklerimizi ihale etmek yerine, itiraf ederek kendimizle yüzleşebildiğimiz kadar yakındır. (Anlamasını bilenler için!)