Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ

‘Eşek heriflik’ sürüyor...

Geçen hafta başladığımız -3. Selim’in deyişiyle- “Eşek herif” liklerden söz etmeyi sürdürelim...

Evet, atak General Napolyon 1804’te İmparator oldu. Gelişen olaylar bizim Fransa’ya yaklaşmamızı gerektiriyordu. 3. Selim, büyük bir duyarlılıkla ’olanları unutup’devletin geleceği için, Fransa’ya dostluk gösterisinde bulunmaya karar verdi. Bu konuda bir de fırsat doğdu; Napolyon, 1805’te Österliç’te Rusya ve Avusturya ordularını yenmişti. Selim Han, derhal harekete geçerek, Napolyon’un “Österliç Zaferi”ni kutlamak için Ahmet Muhip Efendi’yi elçi olarak gönderdi... Aslında elçinin gizli görevi, Osmanlı’nın Rus ve İngilizler tarafından ayrılıp, Fransa’nın yanında yer alacağını hissettirmekti. Napolyon’un zaferini kutlama konusu işin bahanesiydi. İşte elçinin asli görevi, bu birlikteliğin zeminini hazırlamak idi!
Efendi, Fransa’ya vardı. İmparator Napolyon ile görüşmeyi beklediği sırada, Fransa Dışişleri Bakanı Taleyran elçimizi bilgilendirmek amacıyla: “Napolyon’a İmparator unvanı yanında İtalya Kralı diye de hitap ediniz” dedi. Elçi Efendi Napolyon’un yanına girince -sanki deyince dünya batacakmış gibi- ’İtalya Kralı’demedi. Fakat bu kutlama ile ilgili olarak 3. Selim’in ’nâmesi’ertesi gün Avrupa gazetelerinde yayımlandı. Selim Han, kutlama metninde Napolyon’dan “Fransa İmparatoru ve İtalya Kralı” diye söz ediyordu. Bunu öğrenen ’onurlu’elçimiz İstanbul’a yazdığı mektupta: “Ben İmparator’a, İtalya Kralı demedim. Gazeteler niye böyle yazıyor. Ben artık buralarda kalamam...” diyordu. Mektubu alan Selim Han, çevresindekilere, “Ne ahmak adammış. Asıl niyetimiz ne, bu adam ne ile uğraşıyor” diyerek, elçiyi İstanbul’a çağırdı...
O sıralar İngilizler, Fransa ile ’dans’etmeye uğraşan Osmanlı’ya bir ’ders’vermeye çalışıyorlardı... Bunu hisseden Fransızlar, Osmanlı’ya verdikleri raporlarda; “İngiliz Donanması Bozcaada’da. Çanakkale Boğazı istihkâmları bakımsız, topların kundakları çürük. İngilizler kuvvetli bir rüzgâr ile donanmasını Marmara’ya sokabilir” demesi üzerine 3. Selim, Kaptanı Derya Salih Paşa ile Feyzullah Efendi’yi kalelerin ve topların tamir işiyle görevlendirdi. Selim Han, İngiliz Elçisi Aburnot’u oyalamak için, görüşmelere başladı. Bu görüşmelere tanık olan devlet adamları, görüşmeleri ‘dostluk sohbeti’ sanıyordu. Nitekim, “İngilizler bize saldırmaz. Padişahımızın parasına yazık. Topa, kaleye masraf gerekmez” diyerek, görevlerini yapmadılar...
Saldırmaz dedikleri o İngilizler, 1807 yılında -‘kutsal gün’ gevşemesini de hesap ederek- Kurban Bayramı sabahı 14 gemilik bir donanma ile Marmara’ya giriverdi! Gemiler toplarını Topkapı Sarayı’na çevirdi... Gerçi İstanbul halkının da yardımı ile bu saldırı püskürtüldü ama ihmal, dehşet vericiydi. 3. Selim bu facia karşısında hükümete şu Hatt-ı Hümayun’unu gönderdi:
“Size (Boğazlar için) yazdığım kâğıtları toplasam, bir kitap olurdu. Aman boğazlar, aman tabyalar, aman donanma diye feryat ettim, kimsenin kulağına girmedi. 200 sene önce Venedik çektirilerine karşı kullanılan toplara güvenip durdunuz. İçinizde bundan anlar olmadığı gibi, öğrenmeye heves eden de yok. Niçin vükelâ (devlet adamları) bunları bilmez?”
Evet! Bilmez Selim Han’ım, bilmez! Çünkü yeni şeyler öğrenmek demek; emek vermek, zihni yormak demektir. Niye yorulsun ki? Ufukları tarayacak bakış açısı da olmadığına göre; başını, gömdüğü karanlıktan niye çıkarsın ki? (İliştiri: Bu iki konunun ayrıntıları için -durağı uçmak olsun- Dr. Tahsin Ünal’ın Türk Siyasi Tarihi’ne bakılmalıdır)
Selim Han, Hattında işte böyle feryat ediyordu...
O feryadı ses getirdi. Nasıl mı? Çok geçmeden “Dinsiz Padişah” diye tahttan indirildi; sonra da öldürüldü!
Esen kalın efendim.

Yazarın Diğer Yazıları