Ergenekon'daki arkadaş...
Panait Istrati’nin ’Arkadaş’romanını Lise 2. sınıfta okumuştum. Mecnunlar gibi oldum. Başımı alıp bilmediğim yereler gitmek istedim. Akşamdı. Bursa otobüsüne bindim. Muradiye’de Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerinin asırlık ağaçlarının serinliği altında Panait Istrati’nin Mihail’ini düşündüm.
En yoğun yalnızlıkta, arkadaşın serinliğini duymak ne büyük mutluluktur, ne derin duygulardır. Şimdi de öyleyim; Hasan Yalçın’ı düşünüyorum, kaybettiğim arkadaşımı. Ancak sonsuzda bulunabilecek arkadaşı.
’Arkadaş’benim hayatımdaki en dolu kavramdır. Yaşama amacını tanımlar. Çocukluğumdan beri öyleyim, yaşamak benim için arkadaşlık etmektir. Geniş bir nefes alınca, mücadelemin amacı da arkadaşla tanımlanır. Arkadaşlar toplumu kurmak, arkadaşlar dünyası kurmak. Devrim, benim açımdan arkadaşlığın önündeki dağları yarmak, duvarları yıkmak, herkesle arkadaş olabilmek içindir. Devrimcilik bu anlamda arkadaşlık sevdasıdır.
İnsan kavramının arkadaş kavramına dönüşmesi, insanlığın en büyük davasıdır. Ve sonu yoktur bu büyük davanın. Arkadaş olmak ucu sonsuza açılan bir eylemdir.
(...) Arkadaş olmak, insanın en yoğun insan ilişkisi içinde öncülleşmesi, kendi derinliğine yeni derinlikler katması, beynini çoğaltarak dünyayı daha iyi anlaması, daha derin ve daha revnaklı tatlara ulaşmasıdır.
Istrati’nin Kaynak Yayınları’nca yayımlanan “Mihail” (Arkadaş) adlı kitabına yazdığı sunu yazısının bir bölümünde böyle dile getiriyordu duygularını Doğu Perinçek. Ergenekon soruşturması kapsamında Perinçek ve arkadaşlarının gözaltına alınmaları sürecinde, İşçi Partililerin gösterdiği tepkileri televizyonlardan seyredince, aklıma hemen bu yazı geldi. Arkadaş sözcüğü “arka olmak” tan gelir, birbirine arka olanlar demektir. Perinçek’in arkadaşları birbirlerine iyi arka oluyorlardı. İyi de ne söz, belli ki ölümüne arkadaştılar. Biz, 1968’lerdeki ilk ülkücüler gibiydiler; birbirine tutkun ve çok bağlı, özverili, yiğit, hesapsız ve çıkarsız.
Sonra MHP’yi düşündüm. Üyesi Kemal Kerinçsiz’e bile sahip çıkamayan MHP’yi. 70 milletvekilinden birisi bile, konuyu Meclis’e götürüp “Çetelerle mücadeleye evet, elbette bir bağı varsa Kerinçsiz de vermelidir bunun hesabını, ancak Kerinçsiz’e malum çevrelerce gösterilen tepki ve linç kampanyasının arkasında, Başbakan’a açtığı 3 kuruşluk dava ile Ermeni Konferansını iptal ettirmesinin etkisi yok mudur?” diye soramadı. Üyesini soramayanlar, Sevgi Erenerol’u da, Vedat Yenerer’i de soramazlardı zaten. Bu beyler, Milliyetçilere, ahirette şefaat ve şahadet edecekler herhalde.
Neyse, biz yine Perinçek’e dönelim. Perinçek’in dedesi Adıgüzel Ağa, taş ustasıymış, dağları delermiş. Girdiği bu Ergenekon’dan çıkacaktır elbet Adıgüzel Ağa’nın torunu. 2002 yılında Aydınlık Dergisi’nde, Sefil Selimi’nin bir şiirini yayımlamıştı Doğu Bey, çok sevmişti o şiiri. “Yansın” adlı şiirin birkaç kıtasını yayınlıyorum, siz de seveceksiniz:
“Hor görme Rahmanın kudreti kulda/Kul yanmasın Sefil Selimi yansın
Her maharet mevcut, el oğlu elde/ El yanmasın Sefil Selimi yansın.
Yolcuyu bitmeyen yol inletiyor/Arıyı yaptığı bal inletiyor/Sazı birkaç tane tel inletiyor/Tel yanmasın Sefil Selimi yansın.
Halıya, kilime nakış vurulur /Dokuyanlar emek verir yorulur /Gün gelir ki yar altına serilir/Çul yanmasın Sefil Selimi yansın.”