Ergenekon Destanı, Darbe ve Demokrasi!
Nihat Sami Banarlı, Türk Edebiyat Tarihi adlı ünlü eserinde “Ergenekon Destanı”na genişçe yer verir. Banarlının anlattıklarına sadık kalarak Ergenekon destanının ne olduğunu ve alama geldiğini kısaca özetleyelim.
Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları; etrafı, aşılmaz dağlarla çevrili, mukaddes bir toprağın adıdır.
Yüz yıllar öncesinde Türk illerinde Gök-Türk oku ötmeyen, Gök-Türk kolu yetmeyen bir yer yokmuş. “Bütün kavimler birleşerek” Gök-Türklerden öç almaya kalkmışlar. Türkler çadırlarını, sürülerini bir yere toplamışlar; çevresine hendek kazmışlar, beklemişler. Düşman gelmiş. Vuruş başlamış ve on gün sürmüş. Gök-Türkler üstün gelmiş. Daha sonra düşman hile yaparak galip gelmiş. Düşman Gök-Türkleri öldüre öldüre çadırlarına gelmişler. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirmişler. Küçükleri de köle etmişler.
Gök-Türk hakanı İl Han’ın oğullarından Kayan ile Tukuz adlı yeğeni iki kadınla bu kıyımdan kurtulur. Dört tarafı düşman ile kuşatılmış vatanlarında artık tutunamayacaklarını anlarlar. Dağların içinde insan yolu düşmez bir yere giderler. Hayvanlarının kışın etini yiyip, yazın sütünü içerler, derilerini de giyerler. İşte bu yere Ergenekon adını koyarlar.
Dört yüz yıl burada yaşarlar. Çoğalırlar Ergenekon’a sığmaz olurlar. Daha sonra Kayan soyundan Börte Çene’nin önderliğinde demir dağları eritip Ergenekon’dan çıkış yolunu bulur, özgür ve bağımsız olurlar. Sonra da düşmanlarından da öçlerini ve eski topraklarını alırlar.
Bu efsaneyi Ziya Gökalp şu dörtlükle ölümsüz kılar:
“Ergenekon yurdun adı,
Börte Çene kurdun adı,
Dört yüz sene durdun, hadi,
Çık ey yüz bin mızrağımız!”.
Destanların önemi
Her milletin destanı yoktur. Destanlar, tarihi halklar, daha doğrusu tarihi olan milletlere ait olan zenginliklerdir. Onlar, milletlerin tarihi derinliklerini, halklarının hayal iklimlerini gösteren en eski ve ilkel dönemlere ait halk inanışlardır. Toplumlar milli birliği, bağımsızlığı, özgürlüğü ve var oluş iradesini bu tür değerlerinden alırlar. Yunanlılar Homeros ve İlyada, Almanlar Nibelungen, İranlılar Şehname, Türkler de Ergenekon vb. destanlarıyla dünleriyle bugünleri arasıdaki ilişkiyi kurmaktadırlar. Bugün dünün ürünüdür. Bugünün varlığı, bağımsızlığı ve özgürlüğü kaynağını dünden almıştır. Ergenekon destanı her şart altında baş eğmemek, var olmak, bağımsız ve özgür kalmak inancının nesillerden nesillere aktarılması bakımından hayati derecede önemlidir.
Türk milletinin evlatları Ergenekon destanını hatırladıkça büyük bir milletin çocukları olarak daha büyük işler yapmak için kendilerinde büyük güç bulacaklardır. Böyle bir destan yaratan milletin evlatları olarak başarı için, kalkınma için, özgür olmak için önlerine konulacak hiçbir sınırı tanımayan erdemli bir ruh yapısına ulaşacaklardır.
Eergenekon teröre isim olarak verilebilir mi?
Son zamanlarda işte böyle bir destan terör ve çete ile bir arada kullanılır olmuştur. Türkiye’de son elli yıldır meydana gelen bütün darbeleri, katliamları, entrikaları, komploları ve çatışmaları alt alta yazıp, adına da “Ergenekon terör örgütü” demek sıradan bir olgu olarak görülür oldu.
Her türlü yasa dışılığı ve hukuksuzluğu “Ergenekon komplosu” ile tarif etmeyi “ezber bozmak”, “keşfetmek” ve komploları açığa çıkarmak olarak nitelemek için yalnız zekâdan değil ahlaktan da yoksun olmak gerekir. Ergenekon sapla samanı karıştırma, elmayla armutları toplama ya da birbiriyle ilgisiz olayları birleştiren bir efsane değildir.
Soru şu: Konusu terör olduğu iddia edilen bir iddianameyi “Ergenekon” adıyla anmak milli değerlere karşı duyarlılık bakımından ne anlama gelir? Bir terör soruşturması niçin “Ergenekon” adıyla birlikte anılır? Bu ve benzeri sorulara yetkililer “bu ismi savcılar ya da emniyet vermedi. Çete mensupları verdi” demek durumun vahametini ortadan kaldırmaz. Önemli olan Ergenekon ismini çeteye kimin verdiği değil, verilmiş olmasıdır. Daha da vahimi bunu yetkililerin ve medyanın malum unsurlarının hala büyük bir iştahla kullanmaya devam etmeleridir. Şimdi soralım herhangi bir çete ya da terör örgütü mensubu meydana getirdiği bir örgütlenmeye “Türkiye”, “İslam” ya da “Osmanlı” adını verecek olsa, o zaman onları da “Türkiye”, “İslam” ya da “Osmanlı” terör örgütü olarak mı niteleyeceğiz? Böyle bir şey kabul edilebilir mi? Aslında bütün olan bitenler gerçekte tam anlamıyla milli bir değer olan “Ergenekon” kavramını kirletmeye, değersizleştirmeye ve lanetli bir kavram haline getirmeye yöneliktir.
Yeri geldiğinde -bıçak kemiğe dayandığında- destan yazmasını bilmeyen milletler sonunda tarihe veda etmek zorunda kalırlar. Milletlerin, milli ve dini değerleri diz üstü çöktürülemeden teslim alınamayacağını yakın Türk tarihi söyler. Ergenekon destanı bu anlamda simgesel bir özelliğe sahiptir. Ergenekon destanı her türlü kuşatılma altın dahi -bu kuşatılma demirden zırhlı duvar da olsa- milletin bir çıkış yolu bulabileceğini anlatır. Düşmana teslim olmamaya, köleleşmeye ve baş eğmemeye vurgu yapar.
Çok açıktır ki bir milletin destanlarını terörle, çeteyle özdeştirerek kullanmak, gerçekte o millete yönelik en büyük hakarettir. Burada kirletilen yalnız “Ergenekon” kavramı değil, aynı zamanda o destandan beslenen millettir.
Yaşananlar Türkiye’de insanların büyük çoğunluğu yarım yamalak dini, ahlaki, insanı ve tarihi bilgilere sahip olduklarını göstermektedir. Sorun “yarım doktor candan, yarım imam dinden eder” türden belirli bir alanla ilgili değildir. Sorun her alanda yarım inanç, yarım itikat, yarım tarih, yarım eğitim alan insanların ürettiği yarım yamalak insandadır. Yarım yamalakların meydana getirdiği bu kargaşayı da maddi alanda yaşanan baş döndürücü gelişmelere manevi/ahlaki alanın zamanında cevap verememesi üretmektedir. Küreselleşmenin meydana getirdiği bu kavram kaosu içinde, “Ergenekon” adlı Türklüğün diriliş destanına birileri terör örgütü demekte bir sakınca görmemektedir. Aslında suçlanan “Ergenekon” kavramı değil onun taşıyıcısı olan Türk milletidir!
Aslında Ergenekon destanındaki ruh, milletin direniş iradesinin ruhudur. Milletin iradesini hâkim, milli değerleri yetkin kılmak Ergenekon’un ruhudur. Demek ki Ergenekon destanındaki ruh ile demokrasi -yanı halkın iradesini halkın kullanması anlamında- arasında tam bir uyum vardır.
Demokrasi ile darbe kavramları arasında ise -kelimelerin baş harflerinin “D” ile başlamasından başka- hiç bir ortak yan yoktur. Aklı başında olan hiçbir yurttaşın darbeden yana olması ya da darbe arzusu duyması söz konusu olamaz. Darbe arzu ve özlemi yalnız başarıdan değil insanlıktan da umudu kesmenin sonucudur. Kaldı ki Fransa’da “ihtilallerin çocuklarını” yediği gibi, Türkiye’de de darbelerin ilk önce kendisine çanak tutanları ezdiğine geçmişte yaşanan darbeler tarihi şahittir.
Gücün zalimleşmesi!
Darbe zulmün, işkencenin, hakkın, hukukun, insanın ve insanlığın binlerce yıllık kazanımlarının bir anda yok sayılması demektir. Darbe maddenin zalimleşmesi yani gücün amaç dışı kullanılması anlamına gelir. Bir yerde güç, hukukun değil de kişi ya da gurupların arzularına tabi ise orada darbe yapmaya gerek yoktur, çünkü orada darbe zaten vardır.
Darbe, hukuka aykırı olarak halkın iradesine zorla el koymak anlamına gelir. Darbenin özü, hukuka riayet etmemeye dayanır. Demokrasinin temeli de milletin hukukuna karşı gösterilen bağlılık ve saygıdır. Hukuk; matematik kadar kesin veriler üzerine oturur.
Diğer yandan demokrasi adına başlatılan ihbar furyası, mahremlerin çiğnenmesi, hoyrat tavırlar, kişinin temel hak ve hürriyetlerinin özüne dokunulmasının da demokrasiyle bir ilgisi yoktur. Bilinmelidir ki demokratik olmayan tutumlarla demokrasi korunamaz aksine zayıflatılır. Hem hukuksuzluğu hem de demokrasiyi savunmak mümkün değildir. Muhalifleri korkutmak, sindirmek, germek ve geriletmek yoluyla demokrasi değil ancak korku diktatörlüğü kurulmuş olur.
Muhalefet etmek, karşı çıkmak, itiraz etmek, reddetmek, eleştirmek demokrasinin gereğidir. Her karşı çıkışı, sivil örgütlenmeyi ve sözlerini özgürce ifade etmeyi darbe alameti olarak görmek gerçekte demokrasi aleyhtarlığının göstergesidir. Muhalif her eylem ve söylemi “darbe çağrısı” olarak nitelemek demokrasiyi demokrasi adına mahkûm etmek demektir. Elbette darbenin de ruhu vardır ama bu ruh, gücün ve şiddetin ruhudur. Bu bakımdan darbe çağırmak, ruh çağırmaya benzemez!
Önemli olan bireylere, insan onuruna uygun muamele yapmaktır. Yoksa insanların hukukunun, haysiyetinin ve onurunun hangi kavram ve sistem altında çiğnendiğinin fazlaca bir önemi yoktur. Ölüm, ölümdür. Elektrik sandalyesinden ya da giyotinle gerçekleştirilmesinin fazlaca bir önemi yoktu. Aynı şekilde Afganistan, ister SSCB komünizmi adına işgal edilmiş olsun, isterse ABD demokrasisi adına işgal edilmiş olsun sonuçta yapılan da aynı şeydir.
Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki zalim uygulama, işkence, temel hak ve özgürlüklerin kısılması darbe dönemlerine özgü de değildir. Demokratik yöntemlerle iş başına gelenlerin demokratik söylemler içinde faşist uygulamalara yönelmeleri tarihin her döneminde görülmüştür.
Demokrasilerde herkesin hakkının, adalet kavramı çerçevesinde teminat altında olması esastır. İktidarlar toplumu temsilen meşru yoldan aldıkları erki adaletle kullanmak durumundadırlar. İktidarlar, temsil ettiği toplumdan daha büyük değildir. Çoğunluğun tasvibini almak onlara zalimce uygulamaları azınlığa dayatma hakkını vermez.
Darbe halkın iradesini ezmek ve onu sürü yerine koymak anlamına gelir. Bu bağlamda demokrasi dışı bütün yöntem ve arayışlar temelde Ergenekon efsanesinin ruhuna aykırıdır. Ergenekon gerçek anlamda Türk milletine güç karşısında boyun eğmemek, yabancı tahakkümünün kabul edilemez olduğunu göstermek, kendi kaderimiz kendi elimizde olmalıdır diyen bir destandır. Böyle bir destanı bir çeteye ad ya da teröre vasıf yapmak en azından Türk tarihine ve milletine hakarettir.