Erdoğan’ın Auster’ı "ikna paketi"
Wall Street Journal AKP’nin “yargı reformuna” atıfla “Bu paket Auster’ı ikna etmeye yetmez” yazdı geçenlerde...
Siz ki TIME’a kapak olmuş bir yüce şahsiyetsiniz, -olmaz ama- hadi farz edelim onlar sizi tanımıyorlar, bilmiyorlar...
Ya Türkiye’de “Diyelim yine tüm Türkiye ikna oldu. Peki, dünyayı yine ikna edebilecek, hâlâ kandırabilecek misiniz?” diye soranlar!
Bence bu Paul Auster meselesi fazla uzadı Sayın Başbakan...
Fısıltı gazetesinin formdan düştüğünüz yönünde bir manşet atması an meselesi...
İyisi mi yol yakınken cümle aleme gösterin asıl ikna paketinizi.
Hiç öyle kendinizi yormanıza, büyük paralar harcamanıza filan da gerek yok nasıl olsa...
Sizin vakıfların, derneklerin yahut parti teşkilatı gibi çalışan valiliklerin depolarında Ramazan ayından kalma paketler vardır mutlaka. “Torpilli muhtaçlar”a giden büyükçe mukavva kutulardan birini alın;
İçine bir paket Tosya pirinci...
Bir paket İspir fasulyesi; şeker gibidir, pişirsin pişirsin “Türk lokumu” niyetine yesin işte! Gaz yaparsa diye bir kasa da Beypazarı sodası!
Her ne kadar siz ekinezyayı tercih ediyor olsanız da, elin adamı Rizeli Başbakan’dan şöyle yarım kilocuk da olsa halis mulis Karadeniz çayı bekler, aman eksik etmeyin!
Biraz zengin gözüksün Kayseri’den de pastırma koyun diyeceğim... Vakumlarlar ne kokar ne bozulur ama korkuyorum; kaş yapalım derken göz çıkarmayalım ibre Abdullah Bey’e dönmesin bir anda! Onun yerine bir parça (Anı’ya dönük planlarınızı anlatan bir gazete sayfasına sarılı olarak) Kars kaşarı koyun, anlasın Auster “açılımcı” yanınızı!
Çok değil abartmadan, tadı damağında kalacak kadar mesela 100’er gramlık kese kağıtları içine Çorum leblebisi, Osmaniye fıstığı, Giresun fındığı, Şebin cevizi...
Bir de Ezine peyniri; Tekirdağ rakısı olmayacak tabii yanında...
Sizin şu kömür çuvalları var ya, şöminede yanacak cinsinden bir torbacık da onlardan iliştirin paketin yanına...
Unutuyordum neredeyse, en önemlisi:
O kadar laftan sonra tükürdüğünüzü yalayacak değilsiniz ya bir paket Konya’nın Mevlana şekerinden de koyun ki Auster anlasın “Ne olursan ol gel” mesajı verdiğinizi!
***
Siz bakmayın onun “boş lafa karnım tok” havalarına... Bu yöntemle kaç “tok evin kedisi”nin iştahını kabarttığınızı hatırlayın!
***
Pardon da, ne oluyor sayın Yeniçağ okuru!
Komik birşey mi var, niye gülüyorsunuz!
Son yüzyılın en büyük devrimi, yukarıdakinden çok daha mütevazı bir paketle gerçekleşmedi mi!
Eh bırakın da Tunceli’nin susuz köylerine çamaşır makinası taşıyarak başlatılan “sessiz devrim” artık dünyaya açılsın değil mi?
Ağzından bal damlıyor...
Hüseyin Gülerce dünkü yazısında “1966-1967’den itibaren gençlik yıllarımızda, sol çok öne çıktığı için biz kendimizi “sağcı” olarak kabul ve ifade ediyorduk. Kimimiz “Ülkücü”, kimimiz “Mücadeleci”, kimimiz “MTTB’li” idik. Şimdi bu kuşak siyasette, medyada, bürokraside, iş dünyasında, kültür ve sanatta “Yeni Türkiye”ye omuz veriyor. Yani dünün sert, kavgacı, sadece Batı karşıtlığı ile tepki hareketinden ibaret oluşumlar, bugün her alanda sorumluluk alıyor, hizmet ediyor” hatırlatmalarını yaptıktan sonra çok önemli bir “ama” sokuyor araya:
“Ama Türkiye bizden ibaret değil!..”
Gülerce’nin “biz” diyerek kendisini bütünleştirdiği iktidarın yıllardır “kendinden olmayana” reva gördüklerini, “biz” dediği kesime ait yayın organlarının “kendilerinden olmayan” kişi ve kurumları nasıl bir lince tabii tuttuğunu düşününce şaşırıyor tabii insan.
Yazının devamı da hayret oranımıza tavan yaptıracak nitelikte:
“Her gün aynaya bakmalı ve hiç çekinmeden kendimize şunu söylemeliyiz: Kendine Müslüman, kendine demokrat olma...
Başkalarını da düşünmek zorundayız. Başkalarıyla birlikte, fikir ve ifade hürriyetinin, din ve vicdan özgürlüğünün, hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir dünyada birlikte yaşama dışında bir yol yok. Paylaşma temelli bir zihniyete ihtiyacımız var. Herkesin var...”
Dokuz yıldan sonra ne oldu da Türkiye’nin “siz” den ibaret olmadığını fark edebildiniz; hayırdır inşallah!
Çiğ tavuğa nar gibi dedirtecek
Önceki gün Enis Berberoğlu’nun suya sabuna dokunmayan manşetleriyle Hürriyet’i bitirdiğini yazan Serdar Turgut’a tepki Berberoğlu’ndan önce kendi gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’dan geldi. Dün köşesinde “Enis, Serdar ve ben, Hürriyet’te neredeyse sürekli birlikte olan üç dosttuk. Bu dostluğun hatırı kimseye zarar vermeyen toplumsal bir sorun yaratmayan bir manşetten derindir” diyen Altaylı’ya sormalı:
Arkadaş hatrına çiğ tavuğa nar gibi kızarmış muamelesi yapan gazetecinin güvenilirliği sorgulanmaz mı!
“Yeni Türkiye”nin “stratejik” düşünen beyinlere en ihtiyaç duyduğu dönemde, gelişmelere “anında” müdahale edip “yön değişikliği”ne sevk edecek kalemlerin elzem olduğu şu günlerde Emre Uslu Taraf’tan izin aldı velakin twitter mesaisini ikiye hatta üçe katladı... Bütün gününü / geceni sosyal medyadan “köşe yazıcıkları” yaymaya ayıracaksan niye izne ayrıldın... Garip, çok garip...
Burası “tinerci” cumhuriyeti
“Dindar” olmayanları “Tinerci” saydığına göre... “Dindarın adaletini” de öğretirsin artık yetiştireceğin nesle: 17 yaşında “parasız eğitim” istedikleri için... Ya da köyün deresini korumaya kalktıkları için, tekme yiye yiye çıkartıldıkları mahkemede “silahlı terör örgütü üyesi” olmak suçundan hapse atılabileceklerini bilsinler... Silah; şemsiye sapı... Şemsiyeden uzak duruyor nesil... Şeytan doldurmasın...
***
“Dürüstlük” de sana kaldı o zaman... Bilmeceleri var çocukların misal: “İki fener arasındaki fark?..” Sen bil hadi...
***
“Vatan sevgisi” mesela... Numunelik yetiştirilmiş “dindar nesilden” iki mahdum, askerlikten yırttıktan sonra, eşitlik bakımından 30 bini veren zenginler de tüyüyorlar...
Söylemeye gerek yok: Son avuç bulgurunu askerine yedirerek ve son oğlunu şehit olmaya göndererek, tinerciler kurdu bu Cumhuriyeti...
***
Dindar nesil “saygısı” da vardır sende... Ayağa kalkmayanı “Niye kalkmadın” diye hücreye... Güven Park’ta oturdu mu “Niye oturdun” diye cop... İkisinin ortası yan yatsan... “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek paşama 134 yıl ağırlaştırılmış müebbet hapis... “Tinerci” yapmamıştı bunu...
***
“Ahlak” dersen... Bir tek orasını merak ediyorum... İnsanların özel hayatları didiklenip telefonları dinlenirken... Gözetlenen yatak odalarının görüntülerinin ortalığa saçılmasını “ahlak” ile nasıl bağdaştıracaksın?..
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Şam’a bomba yağarken Türkiye kazanabilir mi?
Suriye içi taraflar, bölge içi taraflar ve uluslararası boyuttaki tarafların hiç biri geri adım atmaya niyetli değil. Öyleyse bir güç mücadelesi kaçınılmaz görünüyor. (...) Bu mücadelenin Suriye ölçeğindeki kayıplarına odaklanıyoruz ama Türkiye-İran ilişkilerine nasıl yansıyacağını pek tartışmıyoruz. (...) Şam’ın bombalanmasına yol açacak her müdahale şekli, özellikle de dış müdahale bize tarifsiz acılar yaşatacaktır. Önümüzdeki günlerde çok hareketli gelişmelere tanık olacağız... Umarım sağduyumuzu kaybetmeyiz... Bu psikolojiyle Suriye’de mezhep kavgasıyla insanların birbirini boğazlaması ya da Şam’ın haritadan silinmesi kimsenin umurunda olmayacak sanki... Şam’a bombalar yağarken hangi “taraf” kazanıp hangisi kaybetmiş olacak!
İbrahim Karagül / Yeni Şafak
“Büyük ağabey”e ağlamaya gitmiş gibi
MHP Başkanı Devlet Bahçeli Sayın Kılıçdaroğlu için demişti ki: ‘Muhalefet demek Başbakan’ın her konuşmasına bir cevap verme mecburiyeti demek değildir.’
CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu bu tespiti samimi bir eleştiri olarak alsa, Paul Auster açmazına gelmezdi. Mevcut durumdan rahatsız olsa ‘çaresizlik’ algısını ortadan kaldıracak iletişim çözümlerine başvurmaz mıydı? Washington Post’a yazdığı ‘Türkiye’de muhalifsen ya teröristsin ya da komplocu’ diyen makalesi hakkında ne düşünmemiz isteniyor acaba? Eğer Kemal Bey, aynı yazıyı örneğin Cumhuriyet gazetesine yazmış ve Washington Post da kaynak göstererek haberleştirmiş olsaydı ‘çaresizlik algısı’na bir yenisi daha eklenmezdi belki. Bu haliyle haber, komşu çocuğundan sopa yedikten sonra gidip ‘büyük ağabeye ağlamak’ gibi durmuyor mu?
Ali Saydam / Akşam
ABD’ye kul yetiştirme projesi
Türkiye’nin yüzde 99’u Müslümandır diyen kendileri...
Demek ki yetiştirilmek istenen farklı bir Müslüman...
Başbakan’ın kastettiği kurulmakta olan ABD patentli ılımlı İslam devletine uygun vatandaş tipidir.
Hırsızlık ve yolsuzluğu mübah gören, din büyüklerine kul olmuş, yukardan talimatla çekip çevrilen, emperyalizmin hizmetinde tepe tepe kullanılan bir yeni nesil...
İstiklal ve cumhuriyeti korumakla görevli Cumhuriyet neslini ABD’nin kuluna dönüştürme projesidir bu...
Melih Aşık / Milliyet
Erdoğan’ı bekleyen hazin son(!)
“İslamcı Kemalist”
Mümtazer Türköne, şöyle bitirmiş yazısını:
“Dindarlığın meşru ve doğal bir nitelik olarak kabul edilmesinin ve saygı görmesinin hiçbir siyasi getirisi yok. Ama normal değilse ve saygı görmüyorsa, o zaman dindarlıktan daha etkili bir muhalefet aracı bulunamaz. Başbakan iktidarda onuncu yılında bile bu muhalefet aracına müracaat edebiliyorsa, sorunu çözecek olan devletle din arasındaki sorunlu ve zorunlu ilişkinin sona erdirilmesi olmalı.”
Gerçekten de Erdoğan, iktidarının onuncu yılında bile neden din aracına başvurdu yine?
Yanıt Zaman’ın dış transferi Şahin Alpay’ın da saptadığı şu olguda: “...2014 Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının başladığına dair bir işaret olarak...”
Erdoğan’ın ameliyatı sonrası Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresinin tartışmaya açılmasıyla başlayan kavgada, yeni bir aşamaya geçildi anlaşılan...
Cemaat ile liberal ortaklığın, Erdoğan’ı yavaştan “İslamcı Kemalist” diye nitelemeye başlamaları boşuna değil!
Mehmet Ali Güller / Aydınlık
Bir gün bir çocuğum olursa şu dört ana ilkeyi öğrenmiş, temel hayat yolu bilmiş olmasını temenni ederim:
1-) Dünyayı anlamak
2-) Kanıta saygı duymak
3-) Mantıksal tutarlılık
4-) Parsimoni (En sade ve açık seçeneğe yönelmek).
Şimdi bir düşünün.. Bu ilkeler ortaöğretim öğrencilerinin kafasında tabletle mi oturur?
Ezgi Başaran / Radikal