Erdoğan’ı istifa bile kurtaramaz!
Başbakan Erdoğan’ın “sır küpüm” dediği ve üç gün içinde yasa çıkararak savcının elinden aldığı adamının, Oslo’da görüşürken söyledikleri iddia edilenler şunlardı: “Biz şundan emin olmak istiyoruz yani geliştirilen bir özgürlük alanı açıldı. Bu açılan özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri eski alışkanlıklarından hareketle daha fazla mevzi kazanalım daha fazla örgütlenelim mantığı içerisinde. Bir noktaya kadar hani tolere edebiliyorsunuz çünkü dediğim gibi alandaki valiler emniyet müdürleri bu noktada gerçekten çok değerli insanlar. Yani şu anda sizi bilmiyorum spesifik olarak isim vererek şikayet edebileceğiniz şu adam düşmandır bu adam şeydir”.
Bu sözlerden şunlar anlaşılıyor:
-PKK’lılar için bizzat MİT, bölgede özgürlük alanı açmış ve PKK örgütlenmesini “tolere” etmiş,
-PKK’nın yerel milislerinin daha fazla örgütlenerek bu alanı genişletmeleri, sorun olarak görülmüyormuş,
-Paralel çatı devleti yapılanması (KCK) bu tolerans sonucu meydana gelmiş,
-Bölgeye atanan bürokratlar “çok değerli” yani PKK’nın ihtiyaçlarına uygun insanlarmış,
- Alanlardaki Vali ve Emniyet müdürleri, PKK için şikâyet edilemeyecek kadar iyi insanlarmış.
ÖYM Savcısı Sarıkaya, Başbakan’ın adamı ve bugünün MİT Müsteşarı hakkında bu nedenlerden dolayı soruşturma açmıştı. Başbakan Erdoğan buna karşın üç gün içinde bir yasa çıkararak, adamını savcının elinden almıştı.
Erdoğan’ın bir TV’nin canlı yayındaki şu sözleri de bu konuyla ilgiliydi: “Talimatı veren benim. Alacaksan beni al”.
Başbakan Erdoğan doğru söylüyor. Talimatı veren, sınırları çizen, neyin, nasıl yapılması gerektiğini Müsteşara söyley kendisidir. Müsteşar talimat adamı, o da Erdoğan’ın taleplerini yerine getiriyor. Başbakan bu sözleriyle açıkça ben “devlet içinde devletim” demiş oluyor. Mevcut devletin hukukuyla değil, kendi sınırlarını çizdiği hukukla kendisini bağlı hissediyor. Devletin savcısının kendisi hakkında işlem yapmaya gücü yetmeyeceğini ifade etmiş oluyor.
Başbakan Erdoğan’ın görüşmeleriyle gerçekleştirilen bu görüşmelerde varılan mutabakatın kodlarından birisini 10 Haziran 2012 tarihli Taraf Gazetesinde Emre Uslu şöyle anlatıyor:
Erdoğan, “MİT-PKK görüşmelerinde yazılı bir belge verme, taviz verme söz konusu değil” diyor. Bunu açıklarken “MİT-PKK arasındaki mutabakat metinlerinde altına imza atılmış bir belge yoktur” diyor.
Ya Erdoğan yanıltıyor ya da kendisi yanıltılıyor. Zira üçüncü bir devletin arabuluculuk yaptığı bu tip durumlarda zaten belgelerin altına taraflar imza koymaz. İmzayı hakem devlet koyar ve belgeyi kendi arşivinde saklar.../...yarın ortalık karışır, ilişkiler kötüleşirse hakem devlet o metinleri ortaya çıkarıp, “Türk devlet temsilcileri KCK’ya söz verdi. Sözlerinizi tutunuz” diye bu metinleri uluslararası hukuk sorununa dönüştüremez diyebilir misiniz? Diye soruyor Uslu.
Emre Uslu ayrıca KCK ile MİT yetkilileri arasında varılan mutabakat ve hakem devletin imzası altına alınan konulardan birisinin de PKK ile barış anlaşması sağlanırsa “Güneydoğuda görev yapan güvenlik görevlileri savaş suçlusu olarak yargılanacak” konusu olduğunu ileri sürüyor.
Bu durumda; bölgede görev yapmış tüm güvenlik personelinin savaş suçlusu olarak yargılanması olasılığı olduğunu söylüyor.
Bu durumda güvenlik güçleri, ülkeyi korumak, PKK’yla savaşmak, kırsalı PKK’ya, kentleri KCK’ya teslim etmemekten suçlanacak demektir.
Ele geçen belgelerde KCK’ya “demokratik özerklik” ilan ettirenin MİT olduğu ve bunu savcının soruşturduğu medyaya düşmüştü.
Başbakan Erdoğan’ın Hakan Fidan ile ilgili soruşturmaya neden müdahil olduğu ve üç gün içinde Fidan’ı Savcının soruşturmasından kurtaran yasayı TBMM’den apar topar nasıl geçirdiği böylece daha iyi anlaşılmış oluyor.
Milletin birliğine, devletin varlığına yönelik bu suçların faillerini, istifalarının bile kurtaramayacağını zaman gösterecektir.