Erdoğan ve Gül'ün ziyaretleri!
TBMM, Türkiye’yi tehdit eden teröre karşı sınır ötesi operasyon tezkeresi çıkardığında, herkes operasyonun an meselesi olduğunu düşünüyordu. Zira Başbakan Erdoğan defalarca “operasyon davulla zurnayla yapılmaz” demişti. O nedenle Dağlıca’da asker şehit eden PKK’lı katillere karşı ani, beklenmedik bir hızda ve sertlikte bir müdahale bekleniyordu. Tezkere de zaten bunun için çıkarılmıştı. ABD Dışişleri Bakanı da bu nedenle Türkiye’den 72 saat süre istemişti. Fakat beklenen olmadı. Başbakan 5 Kasım’da ABD Başkanıyla görüşeceğini söyleyerek, operasyonun ondan sonra yapılacağı sinyalini vermişti. Sonuçta görüşme oldu. “PKK ortak düşman” ilan edildi ve bu görüşmeden neredeyse iki ay sonra Kandil’e bilinen hava operasyonları gerçekleştirildi.
Operasyonlarla birlikte Türkiye’de ABD için inanılmaz bir kamuoyu oluşturma kampanyası başlatıldı. Türk televizyon ve medyası sınırlı Kandil operasyonunu ABD Deniz Piyadeleri yapmış gibi bir ortam yarattı. “ABD hava sahasını açmasaydı Türkiye operasyon yapamazdı”. “ABD’nin istihbaratı ve izni olmazsa Türkiye’nin operasyonu başarılı olamazdı” . “ABD’nin desteği sayesindedir ki dünya kamuoyu Türkiye’nin müdahalesini fazla eleştirmedi” türünden yazı ve konuşmalardan geçilmez oldu.
Amerika’nın PKK terörü konusundaki son tutumu elbette önemlidir. Ancak bu durum daha çok ABD’nin bölgede içine düştüğü sarmalla yakından ilgilidir. Kaldı ki ABD’nin Türkiye’nin geniş kapsamlı bir kara harekâtına bölgede “istikrarsızlık” yaratacağı gerekçesiyle karşı çıkması da söz konusudur. ABD’nin fiilen işgal altında tuttuğu bölgeden Türkiye’ye yönelik terörü tasvip etmemesi önemlidir, ama bu durumun çuval vakasını, koordinasyon oyalamalarını, Kerkük’ün peşmerge işgaline açılmasını, Telafer’e yönelik ABD saldırılarını, Türkmenlere yönelik olumsuz ABD tutumunu da unutturmaması gerekir. Kaldı ki, Irak’ta iyiden iyiye sıkışan bir ABD’nin, Türkiye’ye karşı alternatif bir tutum takınmasına imkân var mıydı diye de düşünmek gerekir.
Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretinin üzerinden iki ay geçmeden, bu kez Cumhurbaşkanı Gül ABD’yi ziyaret etti. Başkan Bush’la Cumhurbaşkanı Gül iki saat görüştü. Bu iki saatlik görüşme için medya yüzlerce saat süren yorum yaptı. Bu görüşmeyi “Stratejik Ortaklıkta İman Tazeleme Buluşması” olarak niteleyenler ya da “ABD ile ilişkilerin süt liman” olduğu türünden iyimser yorumlar yapanlar yanlış yapmaktadır. Her fırsatta Türk devlet yetkililerinin ABD’ye taşınmasının sakıncalı yanlarının olacağının da iyi hesap edilmesi gerekir. Ayrıca Türkiye bir anlamda kendi sorunlarını Beyaz Saray’dan aldığı icazetle çözümlemeye kalktığı yolundaki izlenimlere de izin vermemelidir. Bu bağlamda Başkan Bush ile Gül’ün yaptığı görüşmeyle ilgili olarak “yalnız askeri yöntemler değil, siyasi çözümlerin de görüşüldüğü” yolundaki haberler kaygı vericidir.
Diğer yandan; ABD ile ilişkiler konusunda yapılan abartılı iyimser yorumlar, her şeyden daha çok Türkiye’ye zarar vermektedir. ABD ile ilişkilerde aşırı beklenti ve destek tavrı içinde olmak, her defasında Türkiye’nin çıkarlarına aykırı sonuçlar doğurmaktadır. AB ile üyelik ilişkisini ABD’nin baskısına, Kıbrıs ile olan ilişkileri ABD’nin desteğine bağlayan politika, hem tehlikeli hem yanlıştır. Bu bakımdan Türkiye Cumhurbaşkanının ABD ziyaretine aşırı anlam yüklemek ya da beklenti üretmek çok da doğru değildir.
Zamansız, anlamsız ve içeriksiz olarak yapılan bu ve benzeri ziyaretler, sembolik olmaktan öte bir anlam taşımaz. Zaten yapılan görüşmeler ve ifade edilen sözlerden de Türkiye ile ABD arasında süre giden ilişkilerde farklı bir açılım olmadığı anlaşılmaktadır.
Cumhurbaşkanı Gül’ün ABD ziyareti, gerçekte kişisel yönden önemlidir. Bilindiği gibi Abdullah Gül, 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedildiği dönem Türkiye’nin Başbakanıydı. Başkan Bush’un etrafındaki neoconlar başta Dick Cheney olmak üzere 1 Mart tezkeresinin reddinden Abdullah Gül’ü sorumlu tutmuşlardı. Başbakan Gül’ü yıpratmak için çok yönlü kampanyalar düzenlemişlerdi. Aradan geçen bu süre zarfında Başbakan Gül’ün, Cumhurbaşkanı Gül olarak Dick Cheney’nin Beyaz Saray’daki ofisinde ağırlanması, önemli bir mesaj olmuştur. Bu ziyaret, en azından 1 Mart tezkeresi sürecinde oluşan aşırılıkların bir anlamda törpülendiğini göstermiştir.
Diğer yandan; ABD’nin Irak deneyimi ve İran ile ilgili niyetleri Türkiye olmadan bölgede herhangi bir küresel projeyi yürürlüğe sokmanın imkânsız olduğunu göstermiştir. Amerika, bölgede Türkiye’yi göz ardı etmenin faturasını kaldıramayacak duruma gelmiştir. Bu nedenle ABD tarafında kısmi bir tavır değişikliği görülmüştür. Amerikan tarafı, itibar edilen bir Türkiye’nin, ihmal edilen bir Türkiye’den daha fazla kendi yararına olduğunu anlamış gibidir. Bu fırsat akıllıca yönetilmelidir. Tabii bir de Türkiye’nin Ankara’dan yönetilmesi gerektiğini unutmadan bunu yapmak gerekir.