En son yazacağımızı ilk başta söyleyelim;

Gül ve Erdoğan’ın kapışmalarına
bundan sonra daha sık tanık olacağız
Tayyip Erdoğan, kendini yarı açık, yarı kapalı çelmelediğini çok iyi bildiği Abdullah Gül’e bu sefer açıktan sert çıktı; “Çift başlı yönetim olmaz”. Yani; aradan çıkacaksın Abdullah Bey!.. Bu, aynı
zamanda, ikilinin arasını bulmaya çalışan menfaat topluluklarına da verilen net bir mesajdı.
Hani şu  “Tayyip Bey Köşk’e çıksın, Abdullah Bey tekrar partinin başına geçsin” diyenler var ya.. Onlara da dendi ki; “İkimiz artık bir arada olamayız” ..
Uzun zamandır Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasındaki siz deyin  “koltuk kavgası”, biz diyelim  “AKP’de liderlik kapışması”nın nice örneklerini yazıyoruz. En son Çankaya Köşkü’ndeki 29 Ekim resepsiyonunda  “polis barikatı” nda meydana gelen patlak; Gül ile Erdoğan arasındaki tüm sahte gülücüklere rağmen çözülemeyecek krizi  iyice gün ışığına çıkardı.
En son yazacağımızı ilk başta söyleyelim;
Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasında bundan sonra daha sık kapışmalara tanık olacaksınız.
“Polis barikatı”nın kaldırılması talimatı yüzünden bir tek Ankara Valisi tost olmadı. Taraftar medya da ne yapacağını şaşırdı. Suya sabuna dokunmadan kıyıdan köşeden haberlerle işi geçiştirmeye,  “Cumhurun balosu ah ne güzeldi”  yazılarına tam gaz devam ediyorlar ama nafile!.. Tayyip Erdoğan vitesten attı, sinirlerine hakim olamıyor. 2014 tarihi yaklaştıkça daha da agresif olacak. Abdullah Gül ise sinirlerine daha hakim bir siyasetçi. İnceden oyma zanaatının en usta isimlerinden biridir Abdullah Gül.

 

Vali işin bahanesi...
Demokrasi geleneğimizde Valiler, siyasi iktidarın değil Cumhurbaşkanı’nın temsilcisi olarak kabul edilir. O yüzden; daha önceki kapışmalarda olduğu gibi Ankara Valisi yine işin bahanesi oldu.
Tayyip Erdoğan, kendini yarı açık, yarı kapalı çelmelediğini çok iyi bildiği Abdullah Gül’e bu sefer açıktan sert çıktı;
“Çift başlı yönetim olmaz” .
Yani; aradan çıkacaksın Abdullah Bey!..
Bu, aynı zamanda, ikilinin arasını bulmaya çalışan menfaat topluluklarına da verilen net bir mesajdı. Hani şu  “Tayyip Bey Köşk’e çıksın, Abdullah Bey tekrar partinin başına geçsin” diyenler var ya.. Onlara da dendi ki; “İkimiz artık bir arada olamayız” ..
İnanın bana, buna en çok Emine Erdoğan sevinmiştir. Ankara’da herkes çok iyi biliyor ki; Hayrünnisa Gül ile küs ve kavgalı olan Emine Erdoğan, 29 Ekim resepsiyonuna zorla geldi.
Bundan sonrasını daha iyi görebilmek adına geçmişte yaşanan gerginlikleri de tekrar hatırlamak ve hatırlatmakta fayda var.
İsterseniz en başa saralım;  “kardeşim Abdullah Gül”  masalından başlayalım. Bu arada bugüne kadar bilinmeyenlerden de haberdar olursunuz!..
Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adaylığını  “kardeşim” duygusallığı ile açıklamış, grup toplantısında alkış tufanı kopmuştu. Fedakar Erdoğan, kendisinin hakkı olan büyük makamı elleri ile kardeşi Gül’e vermişti.
Öyle miydi?
Kocamaan bir hayır..
Bazı çok önemli detayları, daha sonra yazmak adına saklı tutacağım. O iş öyle olmadı.

 

Köprüler atılıyor
Abdullah Gül, zaten Başbakanlığı da Tayyip Erdoğan’a -aralarındaki yazılı protokole rağmen- gönüllü bırakmamıştı. Gül, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı çalışmalarını en ince ayrıntısına kadar takip ediyor, Başbakan’ın kendisi için zemin yokladığını ve olumlu bir hava yakalayamadığını çok iyi biliyordu. Tayyip Erdoğan, o günkü şartlara göre kendisinin aday olamayacağını anlayınca üç isim belirledi; Köksal Toptan, Vecdi Gönül ve emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök. Tayyip Erdoğan, derinden yaptığı çalışmalardan sonra Hilmi Özkök isminde karar kıldı. Paşa da Ankara’da büyük memnuniyet içinde bazı Bakanlarla özel yemeklerde gizlice bir araya geldi. Büyük bir titizlik ve sabırla (!) gelişmeleri izleyen Abdullah Gül ise hala üzerinden sis bulutları kaldırılmamış 27 Nisan e-muhtırasının ardından, Tayyip Erdoğan ile gizli bir görüşme yaptı. Bu görüşme; Tayyip Erdoğan’ı derin hayal kırıklığına uğratan  “kardeşi”  ile köprüleri tamamen attığı bir  zaman dilimi oldu. Abdullah Gül, oldukça sert bir üslupla masaya yumruğunu vurup  “Cumhurbaşkanı”  ben olacağım deyip, gelişmeleri sıralayıverince, Tayyip Erdoğan’a yapacak bir şey kalmadı.
“Kardeşler” (!) arasında sonra neler oldu?..
Tüm perdelemelere rağmen, siyasetin her sahnesinde kapışmalara ve kırıklıklara şahit olduk.
Abdullah Gül, Çankaya Köşkü’ne çıkar çıkmaz  “herkesin Cumhurbaşkanı olma”  rolüne soyundu. Tayyip Erdoğan’ın yurt içi gezilerine karşılık verircesine, her hafta sonu bir yere gitti.
Bu arada  “Kürt sorunu” ile ilgili de rol kapma yarışı gözlerden kaçmadı. Daha fazla taraftar toplamak adına, birinin yaptığı hamleye diğeri, başka bir hamleyle cevap verdi.
Güneydoğu’da kendisi güllerle karşılanırken, Tayyip Erdoğan protesto ediliyordu. Gül, el altından bunu her yerde işliyordu. Diyarbakır’da Osman Baydemir, Tayyip Erdoğan’ı protesto ederken, Abdullah Gül’ü baş tacı ediyor hediyeler veriyordu.

 

En büyük kırılma; Uludere
Kürt kökenli vatandaşlara şirin gözükme yarışında en büyük kırılmalardan biri, Uludere olayında yaşandı. Abdullah Gül;  “Ben burada özrün de ötesinde bir şey söylüyorum. Özür ne ki” dedi. Tayyip Erdoğan ise,  “Bunu zorla gündemde tutma gayreti içinde olanlar, terör örgütü ve uzantılarıdır. Bunda samimi değillerdir. Hiç kimse bu konuyu, medya da dahil, fazla istismar etmesin. Bizim söyleyeceğimiz budur ve grubumdan da bundan sonra farklı bir açıklama gelmeyecektir”  diye cevap verdi.
Son olarak; Ekim ayı başında diyalog adına BDP temsilcilerinin Çankaya’ya davet edilip, Abdullah Gül ile gizlice görüştüğünü öğrenince, Tayyip Erdoğan hemen devreye girdi. Erdoğan, Çankaya Köşkü’nde neler konuşulduğunu grup başkanvekilini BDP’liler ile görüştürerek öğrendi. Daha sonra, BDP’lilere karşı tutumunu sertleştirdi.
Ermenistan ile ilişkilerde de farklı kulvarlarda durmayı tercih ettiler. Abdullah Gül, Başbakanlığı döneminde Ermenistan’la yürüttüğü çok özel ve sıcak ilişkileri Cumhurbaşkanlığında da devam ettirdi. Tayyip Erdoğan ise Abdullah Gül’e kızan Aliyev’e yakın durmayı tercih etti.

 

Gül’den “parti hazırlığı”
Tutukluluk süreleri, tutuklu gazeteciler ve tutuklu milletvekilleri konusunda Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül, hep ters düştüler. Tayyip Erdoğan, tutuklu vekillerin serbest bırakılması konusunda sert tavır takındıkça Abdullah Gül, buna taraftar olmadığını her fırsatta açıkladı. Tayyip Erdoğan, tutuklu gazetecilerin aslında gazeteci olmayıp terör örgütü taraftarları olduğunu ispat gayretine girerken Abdullah Gül, düşünce özgürlüğünden dem vurdu.
Abdullah Gül, tutukluluk sürelerinin hak ihlali yaratacak şekilde uzadığından şikayet ettikçe Başbakan’ın tavrı hep  “Hakimlerin elinde kuvvetli suç şüphesi olmasa tutmazlardı”  şeklinde oldu.
Cumhurbaşkanı,  “Ülkenin tüm önde gelen siyasi akımlarının temsil edilmediği bir Meclis, eksik bir Meclis olacaktır”  derken Tayyip Erdoğan, seçim barajının indirilmesi konusunda geri adım atmadı.
İlk başlarda gizli kapaklı, yarı açık giden kavga, 2011 Haziran genel seçimleri öncesinde doruk noktasına ulaştı. Tayyip Erdoğan, Gül’cüleri  mebusluk listesinden kazımaya yönelik harekatı başlatınca, Abdullah Gül de en güvendiği isimlere yeni parti çalışmaları yaptırdı. Neyse ki(!) araya giren bazı topluluklar oran ayarlamasında nispeten başarılı olunca, Gül’ün partisi,  “ileride lazım olabilir”  kaydıyla rafa kaldırıldı.

 

Şike Yasası ve fırtına
Sinirlendiği en zor anlarda bile gülümseyebilen Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan’a en büyük golü, 2011 Aralık’ında ameliyattan yeni çıktığında  ve hasta yatağında attı. Gül, futbolda şike yasasını veto edince nasıl bir fırtına çıktığını herhalde unutmamışınızdır. İkili arasındaki soğukluk öyle bir hale gelmişti ki oldukça geç yapılan  “geçmiş olsun” ziyaretindeki basına servis edilen aile karesi bile, kimseyi inandırmadı.
Abdullah Gül, başkanlık sistemine çok açık olmasa da “iyice tartışmalı, sakıncaları ve yararları iyice gözden geçirilmeli”  diyerek dilinin ucuyla da olsa karşı çıkarken Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ün tüm siyasi hayallerini suya düşürecek, Cumhurbaşkanlığı süresini 7 yıl ile sınırlayan düzenlemeyi Meclis’ten geçirdi. Neyse ki(!) Anayasa Mahkemesi, Abdullah Gül’e bir dönem daha Köşk yolunu açtı.

 

Çileden çıkaran hamle
Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasındaki kavga bu noktadan sonra daha da kızıştı. Tayyip Erdoğan,  “Devlet Başkanlığı”  adaylığını ilan etti. Erdoğan partisinin son kongresinde de öyle bir hamle yaptı ki bu Abdullah Gül ve taraftarlarını çileden çıkardı. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ün Fazilet Partisi’nde genel başkanlık yarışmasında yenilmesine neden olan, o zamanın İstanbul il Başkanı Numan Kurtulmuş’u partisine kattı. Erdoğan ustalıkla her yere,  “Numan Kurtulmuş artık ikinci adam” , “ benden sonra o”  fotoğrafını veriyor. Tayyip Erdoğan özellikle bazı toplulukların istediği “dönüşümlü başkanlık”  formülüne de böylece kapıları kapattı.
Tayyip Erdoğan’ın Abdullah Gül’e yaptığı en ince operasyonlardan biri de Cumhurbaşkanı’nın yakın arkadaşı ve kapalı kutusu Beşir Atalay’ı İçişleri Bakanlığı’ndan alarak, kendi yakın arkadaşı ve sırdaşı İdris Naim Şahin’i getirmesiydi. Şahin de zaten göreve gelir gelmez, Gül’cüleri ayıklamaya başladı.
Tekrar bugüne dönelim. Ankara Valisi figürlü barikat kavgasından AKP’nin içine daha yakın bakalım.
“Kürt açılımında”  birbirlerinden devamlı rol çalan ve makas değiştiren AKP liderlerinden Tayyip Erdoğan,  “gerekirse İmralı ile görüşürüz” demişti ya!..

 

AKP kulislerinden notlar
İşte o görüşmeler İmralı’da başladı. Oslo’dan ağzı yanan Tayyip Erdoğan, terörist Abdullah Öcalan ile görüşmelere, Abdullah Gül’e oldukça yakın olan (bakınız daha önceki yazılarım) MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı değil de onun altındaki bazı isimleri gönderdi. Bu isimleri İmralı’da da tek bir yetkili biliyor. Görüşmelerde kameraların hepsi kapatılıyor, asker içeri alınmıyor. Cezaevi korumasını da zaten gardiyan kıyafeti giydirilmiş polis, özel harekat mensupları yapıyor. Ankara’nın derin kulislerinden aldığım bilgiye göre bu görüşmelerin neticesinde; yakında Barzani’nin onayı ile Kuzey Irak’ta sınırımıza yakın bazı bölgelere operasyon olabilir. Bir de PKK’nın 2 ve 3’ncü düzeyde yöneticilerinden bazıları Türkiye’ye teslimat yapılabilir.
Buradan bir yere daha geleceğim.. AKP kulislerinde konuşulanları aynen aktarıyorum;
 “AKP, 12 Eylül referandumundan bu yana tam bir keşmekeş içinde. Tayyip Bey’in hastalığı, Gül’ün görev süresi, krizi giderek derinleştiriyor. Artık Tayyip Erdoğan’ın karizması da yetmiyor yönetmeye AKP’yi. Çünkü tek adamlık her yere yetişmeyi gerektiriyor. Bu olmayınca da AKP’de herkes sağa sola yalpalıyor; kimi Gül’e kimi Tayyip’e kimi de...
En büyük sıkıntı bu.

 

“Hamama giren terler”
Salim Ensarioğlu’nun başında bulunduğu bir grup Kürt kökenli milletvekili, anayasada Kürt vatandaşlığı ve Kürt dilinin yer almasını istiyor.
Başka bir grup, süren açlık grevlerinden rahatsız ve onlar da Anayasal vatandaşlık değil ama Kürt dilinin resmi dil olmasını istiyorlar.
Üçüncü grup Kürt milletvekilleri ise ne pahasına olursa olsun Öcalan’ın ev hapsine çıkarılmasını istiyorlar.
Ayrıca, üçüncü dönem nedeniyle seçilemeyeceklerin de umudu artık  Abdullah Gül veya gelecek yeni genel başkanda.”
Tayyip Erdoğan, hafta sonu, milletvekillerini Kızılcahamam’da kampa alıyor.
Ne demişler?
“Hamama giren terler” ...
Bakalım hangi taraf daha çok terleyecek!..

Yazarın Diğer Yazıları