En büyük mahkeme; yüreğinde...

selcan-005.jpg

Hani geçenlerde TCG Gediz fırkateynini yazmıştım; mektup, işte o geminin komutanlarından birinden, Balyoz hükümlüsü Deniz Kurmay Albay Aykar Tekin’den... Bir okuyun... Lütfen ama bir kere okuyun:
“Ben, Çukurova’nın çiftçi kökenli bir ailesinin 7 çocuğundan 3’üncüsü olarak Adana, Kürkçüler, Göztepe köyünde dünyaya geldim. (...) Okur yazar olmayan fedakâr annem ve ancak ilkokulu bitirebilen babam, bizleri ellerinden geldiğince okutmaya çalıştılar. Hep devlet okullarında okudum; üniversite sınavında yüzde bire girmeme rağmen Deniz Harp Okulu’na gitmeyi tercih ettim. Deniz Harp Okulu’ndan 196 sınıf arkadaşım arasından kurmaylığa hak kazanan 16 kişiden biri olarak mezun oldum. Bu 16 kişi arasında da fırkateyn komutanlığı yapan 7 kişiden birisi olma onuruna sahip oldum.
(...)
Yazdıklarım, Adana’da yaz tatillerinde buğdaylar biçilirken biçerdöverin tozu toprağı üstüne yapışan, pamuk tarlasında ot döven, pamuk toplayan, üzüm bağında bekçilik yapan, incir-zeytin toplayan, tarla takımda çalışan bir Çukurova insanının hikayesidir.
BALYOZ soruşturması kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda hazır bulunmam istendiğinde, TCG GEDİZ Fırkateyni Komutanı olarak Kızıldeniz’deydim. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bu konudaki emirlerinin ne olduğunu sorduğumda “...görev dönüşü ifadeni vermeye gideceksin” dediler.
Yardım gemilerini Somali’nin Mogadişu Limanı’na ulaştırdıktan sonra, Aden Körfezi, Hint Okyanusu ve Somali sahillerinde sürdürülmekte olan Deniz Haydutluğu ile Mücadele Harekatı’na iştirak ettim. Harcama Yetkilisi olarak tarafıma verilen yaklaşık 5.5 milyon dolar nakit para ile 6 ayrı ülkenin değişik birçok limanını ziyaret ettim. Yaklaşık 4 ay süren görevimin hitamında 16 Aralık 2011 Cuma günü, Gölcük’e döndüm. Ödenekten artan yaklaşık 2.7 milyon ABD doları ile 475 bin TL parayı ve yaptığım harcamaların hesabını verip, raporlarımı tamamladıktan sonra, eşim ve 2 yaşına yaklaşan kızımla vedalaşıp Silivri’deki mahkemeye gitmek üzere İstanbul’a geldim.
Tarafıma herhangi bir resmi tebligat yapılmamasına rağmen 26 Aralık 2011 günü Silivri’deki mahkemede hazır bulundum ve sıram geldiğinde (07 Şubat 2012 tarihinde) yaklaşık 7 dakika süren savunmamı yaptım.
(...) 15 Şubat 2012 tarihinden itibaren duruşmalardan vareste tutuldum ve görevimin başına döndüm.
(...) Hakkımda 16 yıl ağır hapis kararının açıklandığı 21 Eylül 2012 tarihinde, yurtdışında, Hint Okyanusu’nda seyir halinde bulunan bir fırkateynde konuşlu, uluslararası bir karargah olan Birleşik Görev Kuvveti-151 Karargahı Kurmay Başkanlığı görevini yürütmekteydim. Durum İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilerek, Türkiye’ye dönmem konusunda görüş istendi. Başsavcılığı’nın gönderdiği cevap sonrasında, geminin girdiği ilk liman olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin Fujairah Limanı’nda gemiden ayrıldım. Önce karayolu ile Dubai’ye, oradan da havayolu ile İstanbul’a geldim. Yurda dönüşüm ile ilgili tüm bilgileri, silsile yoluyla sıralı Komutanlıklarıma, İstanbul Merkez Komutanlığı’na ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bildirdim.
(...) 16 yıl ceza aldığımı bile bile kendi irademle Türkiye’ye dönen ben, nöbetçi özel yetkili 15. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “kaçma şüphesinin bulunmasından bahisle” tutuklandım!
(...) Yurtdışında görevde olmam sebebiyle uzun süredir görüşemediğim eşim ve 2,5 yaşındaki kızımla Merkez Komutanlığı bahçesinde vedalaştım. En ağırı da bu an idi.
(...) Seminere katılmayan biz denizciler ve havacılar, bir çete tarafından hazırlandığını değerlendirdiğimiz, herhangi bir yaşam alanımızda bulunmamış sahte CD’ler ve bir harddisk yüzünden suçlanmıştık. Aslında bu dijital verilerin sahteliği, ulusal ve uluslararası 30 civarında seçkin üniversite ve adli bilişim kurumu tarafından verilen bilirkişi raporları ile defalarca kanıtlanmıştı. Üstelik, 2000 civarında sahteliklere delalet edecek yanlışlıklar tespit etmiştik. Ancak tüm ısrarlarımıza rağmen mahkeme, aldığımız bilirkişi raporlarını dikkate almamış, bilirkişi ataması da yapmamıştı. Diğer önemli bir husus da; suçlandığımız 5 no’lu harddisk üzerinde parmak izleri vardı ve bunlar sahtekarlıkları yapanların izleri olabilirdi ama mahkeme heyeti kime ait olduğunu araştırma gereği bile duymamıştı.
Bu sahte dijital verilere dayandırılan iddianameye göre; güya ben “hükümeti yıkmak maksadıyla sözde bize muhalif bir amirali tutuklamak için Ekim 2002 ayı boyunca izlemişim.” Halbuki o tarihlerde Tunus-Cezayir açıklarında seyir halinde idim. Üstelik o tarihte; daha seçimler yapılmamıştı. Yani, daha ortada olmayan bir hükümeti devirmek maksadıyla bir amirali tutuklamak için güya izlemiştim.
(...) Daha sonradan Poyrazköy Davası’nı gören başka bir mahkeme tarafından TÜBİTAK görevlilerine inceletilen 5 no’lu hard disk için verilen bilirkişi raporunda bizim ısrarla söylediğimiz sahtelikler ortaya çıktı. (...)
(...) Tutuklanmam sonrasında eşim, 2,5 yaşındaki kızımız ile birlikte hayatın tüm yükünü tek başına omuzlamak zorunda kaldı. Kızıma, Hasdal Askeri Cezaevi yeni işyerim olarak tanıtıldı. Kafasında soru işaretleri oluşmasın diye cam arkasından telefonlarla yapılan kapalı görüşlere getirilmedi.
Annem; yargılandığımı, tesadüfen öğrendi (...) bu haberle yüz felci geçirdi...
Babama (...) yerel mahkemenin kararının verildiği 21 Eylül 2012 günü akciğer kanseri tanısı kondu...
(...) Tedavilerinin olumsuz etkilenmemesi için; tutuklandığım, ilk bir yıl boyunca kendilerinden gizlendi. Bu dönemde, kısıtlı telefon haklarımda sanki yurtdışından arıyormuşum gibi ” seyirdeyim anne, görevimiz 3 ay daha uzatıldı anne “ demek hayatımda yaşadığım zor anlardandı.
(...) Bensiz büyüyen kızımın fotoğraflarına bakarken, yüzündeki mutluluğun hüzne dönüştüğünü görmek, fedakârlıkla hizmet ettiğim memleketimin bana reva gördüğü adaletsizlikten daha fazla içimi acıtmaktadır. Başka bir şehirden kilometrelerce yol gelen ve bir saatlik açık görüşten sonra ayrılmak istemeyip ağladığı için kucağımdan koparılarak alınan küçücük çocuğumun gözyaşlarının karşılığını hiçbir vicdan takdir edemez.
Allah’tan en büyük dileğim; masumiyetimizin kanıtlanması, dışarı çıkarken beden ve ruh sağlığımın eskisi gibi olması ve dışarıdaki sevdiklerimin beden ve ruh sağlığını kaybetmediklerini görebilmektir. (...) Bu dönemde, bizler içerde onur ve sabır sınavı verirken, bazıları da dışarıda insanlık sınavı veriyorlar. Bu sınavların sonucunu elbette tarih gösterecektir. Bizler Allah’a olan inancımızla bu sınavın sonucunu şimdiden tahmin edebiliyoruz. Ama ya onlar, onlar tahmin edebiliyorlar mı acaba?
Ziyarete gelenler soruyorlar; nasıl dayanabiliyorsunuz? “Bir insanın kendi kendisinin suçsuz olduğunu bilmesi kadar onu güçlü kılan bir şey yoktur. İnsanoğlu herkese yalan söyleyebilir, ama kendi kendisine yalan söyleyemez. İnsanın kendi vicdanı en büyük mahkemesidir...”

Yazarın Diğer Yazıları