Emniyetin “FBI” olma hayali MİT’e takıldı

“Yanlış istihbarat” propagandasının perde arkasında bu rekabet mi var.

Murat Yetkin dünkü Radikal’de Uludere’de yaşanan facianın hemen arkasından ışık hızıyla yayılan ve bir ezbere dönüştürülmeye çalışılan “MİT Genelkurmay’a yanlış istihbarat verdi” propagandasına “alternatif” olabilecek bir yazıya imza attı.
“Genelkurmay Muhabere ve Elektronik Bilgi Sistemleri (MEBS) Başkanlığı’na bağlı tugay seviyesinde bir birim olan Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı’nın, yani Türkiye’nin en önemli askeri istihbarat servisinin” 1 Ocak 2012 itibarıyla MİT’e geçtiğini hatırlatan Yetkin’in satırları dikkati ilk bakışta TSK’nın -biraz daha- yetkisizleştirilmesi olarak algılanan bu “değişim”den olumsuz etkilenecek olan bir başka kuruma yönlendirmeye dönüktü:
Emniyet Genel Müdürlüğü!
Yetkin’in “MİT, askeri dinleme tesisini devraldı” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle: “Uzmanlar tarafından Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı ve Emniyet İstihbaratı dahil dinleyemeyeceği telefon, izlemeye alamayacağı elektronik cihaz bulunmadığı bildirilen cihazlar, dün itibariyle resmen MİT kontrolüne geçti.


Hayalleri suya düştü
Uludere’de 35 köylünün MİT’in Genelkurmay’a verdiği istihbaratın hatalı olması nedeniyle PKK militanı sanılarak öldürüldüğü iddiaları var. Başbakan’ın MİT’i savunmasına karşın Taraf gazetesi MİT’e ait olduğunu yazdığı belgeler yayımlıyor. Güvenlik kaynaklarına göre, son zamanlarda MİT’in itibarını zedeleyen bu tür gelişmelerde, MİT ile Emniyet İstihbaratı arasındaki rekabetin de payı olabilir. MİT kontrolüne girme sırasının askeri istihbarattan sonra kendisine gelmesinden endişe eden, oysa yıllardır FBI benzeri bir iç istihbarat yapılanması kurulması için bastıran Emniyet’in özellikle PKK üzerine istihbarat paylaşımı konusunda kıskanç davrandığı yolunda eleştiriler biliniyor.
Buna rağmen Fidan, önüne koyduğu dönüşüm planını uygulamakta kararlı görünüyor.”
“Bir ben var benden içeri” diyor ya Yunus Emre... Kamuoyu “Ergenekon yaptı” larla oyalanırken, Uludere’nin “Yeni Türkiye”nin sivil görünümlü faşist yapılanmaları arasındaki “iktidar kavgası”nın sonucu olduğu anlaşılırsa işte o gün kimbilir daha neler çıkacak görünenden içeri!
Öyle ya yandaş medya köşelerine yansıyacak kadar deşifre olan “ayrışmadan” halihazırda çatışma halinde olan tarafların “özel kuvvetlerinin” etkilenmemiş olması düşünülebilir mi?
Zaten hanidir “kışlaya hapis” halinde olan ve ihtiyaç hasıl olduğunda iktidara “selam duran” TSK’yı karalamanın artık pek bir esprisi kalmadığı düşünüldüğünde “askeri yıpratmak için” ifadesi çok cılız kalmıyor mu yaşananları izahta?
35 insanın ölümüyle sonuçlanan olayın, misyonu malum Taraf ile Tayyip Erdoğan dalaşına dönüşümünü de hesaba katarak;
Uludere’nin Başbakan’ın “süper ve özel yetkili kılınan MİT”i ile Başbakan’ı tehditten çekinmeyen bir yapılanmanın kadrolaştığı Emniyet arasındaki savaşta açılan cephelerden biri olma ihtimali üzerinde ciddiyetle düşünmeye değmez mi?
Nitekim “MİT Genelkurmay’a yanlış istihbarat verdi” iddiasını olay günü sıcağı sıcağına gündemimize sokan Taraf yazarı Emrullah Uslu da “açılım” dan umduğunu bulamayan eski bir emniyet mensubu değil miydi? Üstelik istifa etmeden önce İçişleri’nde uzmanlaştığı alan da “terörle mücadele”ydi!




Uzunay hakkındaki iddialara cevap verdi

Dün bir okurumuzun “TRT Genel Müdürü Basın Müşaviri Birol Uzunay’a sorulmak üzere” gönderdiği soruyu yayımlarken “elçiye zeval olmaz” demiştik ama kabahatli biz çıktık işin sonunda da.
Uzunay, okurumuzdan gelen soruyu aktardıktan sonra “Herhalde hem hakkındaki iddialar hem de yöneltilen sorularla ilgili en doğrusunu Uzunay söyleyecektir” dememişiz de “çamur at izi kalsın” anlayışıyla hareket etmişiz edasıyla gönderdi “düzeltme” yazısını. Soruya “düzeltme” değil “cevap”la karşılık verilir ya, neyse... Yazısındaki tepeden bakan üslubunu, aşağılamaya dönük ifadelerini ayıklayarak, dün bu sayfada yayımlanan soruya cevap niteliğindeki bölümleri paylaşıyorum:
“- Ben TRT basın müşaviri kadrosunda değilim
- Başkan Yardımcısı değilim, genel sekreter yardımcısıyım
- Bir gecede istisnai memuriyetten yararlanarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığına geçip ertesi gün TRT’ye geçmedim.
Evet, Bayındırlık ve İskan Bakanlığında 3 yıl 2 ay resmi olarak görev yaptım. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nda “bakanlık müşavirliğine” atanmamdan iki ay sonrada TRT’ye geçtim.”
Umarım Uzunay’ın verdiği bilgiler okuyucumuzun kafasındaki soru işaretlerini gidermesine yardımcı olur...
Not: İş diploma yarıştırmaya gelirse biz de mahalle mektebinden mezun olmadık Birol Bey!




“Halkı razı olmaya teşvik” mi

Çağlayan Adliye’sinde dün devam edilen odaTV davasında sanık durumundaki gazetecileri “halkı isyana teşvik” ile suçlayan Cumhuriyet Savcıları Ahmet Altan’ın aşağıdaki satırlarını halkı “başeğmeye” yahut “razı olmaya teşvik” olarak mı değerlendirecek acaba?
“Sen geleceksin anamı, babamı, çocuğumu, kardeşimi öldüreceksin, bir özür bile dilemeyeceksin, benim acıma, üstelik de senin neden olduğun acıma hiç aldırmadan kutlamalar yapacaksın, beni kederimi saklamaya zorlayacaksın, öfkemi dile getirirsem bana “isyankâr, nankör” diyeceksin, beni alıp mahkemelere götüreceksin, tutuklayacaksın, mahkûm edeceksin, “bizi bu kadar da istemiyorsan ayrılalım” dersem bana silahını, ordunu, uçağını, tankını göstereceksin, eşit olmayı reddedeceksin sonra da “niye dağa çıkıyorsun” diye soracaksın.
Niye çıktığımı anlamıyor musunuz gerçekten?..
Onlar yas tutarken İstanbul’un her yanında havaifişekler patlatarak barışı ve huzuru bulamazsınız. İstanbul’da patlayan o rengârenk fişekler ülkenin her yanına simsiyah bir acı olarak dökülür, hep birlikte o acıdan payımızı alırız.”



BASINDAN SEÇMELER


PKK muhibbanı yakıştırması Mert’i çıldırttı:
“Kişi kendinden bilir Bulaç herkesi iktidar karşısında tırsar sanıyor...”

Ali Bulaç Uludere faciası üzerine giriştiği ‘değerlendirme’ yazısında çok sevdiği çamur atma işini ihmal etmemiş. Gelinen noktanın baş sorumluları arasında, ‘PKK muhibbanı haline gelen Beyaz Türkler, Nişantaşı cemaati’ni sıralamış. İddianın ciddiyetsizliği bir yana, ucuz kurnazlığa bakın, hem çamur atılacak, hem cevap verme olasılığına karşı ‘neden üzerinize alınıyorsunuz?’ denilecek. Bırakın bu köy kurnazlığını, kimmiş ‘PKK muhibbanı’ denilenler?..
Ben tavrımı açıkça izah ediyorum, siz de efendi olun, öyle yapın. Ama efendiliğe layık olanlar kim, yüzüme söyleyemediğini dedikodu olarak yaymayı seçenler, kendilerine yönelttiğim soruları cevaplayamadığı için ‘hassas’ bir konu üzerinden çamur atmaya girişenler kim?..
Şimdi dost olduğu birçokları da dahil herkes, Ali Bulaç’ın karakterini de biliyor benimkini de, bugün gelinen noktada sırtını iktidara dayayıp laf etmek kolay. ‘Kişiyi nasıl bilirsin, kendin gibi’ derler. Ali Bulaç iktidarlar karşısında herkes tırsar, susar sanıyor, oysa gayet iyi bilir ki, ben o mezhepten değilim.
Nuray Mert / Milliyet




Kızdıran satırlar

PKK’nın kışa girerken ağır bir darbe yiyeceğinden endişe eden (...) AK Parti’ye ağır darbeyi ancak PKK terörünün indireceğini düşünüp bir anda Kürt sorunu savunucuları ve PKK muhibbanı haline gelen beyaz Türkler, beyazlaşmak isteyen esmerler, Ergenekon ve Balyoz davasıyla büyük sarsıntı geçiren ulusalcılar, Nişantaşı cemaati vs. harekete geçti. (...) Resmi Türkiye’nin pek de kendi aralarında organizeymiş gibi görünmeyen güçleri, yeni kimlikler, maskeler takınıp çözüm sürecini sabote ettiler. Ali Bulaç / Zaman




Cumhuriyet’i yıkayım derken devleti yıkacaklar

Eğer devlet size kaldıysa....
Bu olanlar bile devletin hangi ellerde olduğunu, ne hale getirildiğini göstermeye yeter de artar bile...

*


Tamam; bir facia yaşandı...
Jetler bir kaçakçı kafilesini bombaladılar...
O kaçakçılar; o Başbakan’ın, o Kaymakam’ın yönettiği Türkiye’de, hâlâ 50 lira için katırların sırtında, kurşunların altında, mayınların üstünde, kaçak mazot getirip satarak yaşamlarını sürdürmeye çalışan talihsiz insanlardı...
Düşmanının yerini ABD’ye soran bir devletin şanssız köylüleri...

*


Sorun o zaman:
Sınır ötesinde bir karartıyı teröristlere benzetip uçaklarla bombalayarak tümünü yok eden devlet ile... Dayak yiye yiye kaçıp benzinciye sığınan devleti nasıl bir araya getireceksiniz?..
Hangisi devlet?..
İkisi de değilse...
Devlet mi kaldı?..

*


Bence; Cumhuriyet’i yıkayım derken devleti yıktılar...
Siz onu tekme tokat dayak yerken gördünüz...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet




Erdoğan’a serenatlar kurtaramadı

Habertürk TV’nin “jöle-oğlan” namlı Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut görevden alındı. Bulut Habertürk’te “yönetici” pozisyonunda görevlendirilmesinden sonra AKP iktidarının en ateşli savunucularından biri haline gelmişti. Hemen her fırsatta Tayyip Erdoğan’a hayranlığını yazan Bulut, Fatih Altaylı’yla çatışma halindeydi. Bulut’un görevden alındığı kurum çalışanlarına “Ciner Grubu’nun ikinci adamı” Kenan Tekdağ tarafından şu cümlelerle duyuruldu: “Grubumuz İcra Kurulunda alınan karar gereğince, 2012 yılından itibaren Haberturk Televizyonumuzda yeni bir organizasyon modeli uygulamaya konulacağından, Haberturk Televizyonumuzda Genel Yayın Yönetmenliği kadrosu kaldırılmış bulunmaktadır. Bu sebeple, Televizyonumuzda 2 yıldan beri Genel Yayın Yönetmenliği görevini başarıyla yürütmekte olan değerli arkadaşımız Sn. Yiğit Bulut’a yürüttüğü çalışmalar için teşekkür eder, bundan sonraki iş ve görevlerinde başarılar dilerim.”


ABD’nin Adana Konsolosu Batman, Van ve Diyarbakır başta olmak üzere 22 ilin belediye başkanı, vali ve kaymakamlarını, eğitim kurumlarını, barolarını ve odalarını ziyaret etmiş... Eyalet valisi mübarek!
Mustafa Mutlu / Vatan




“Palavranın bu kadarına ‘Ohaaa!’ diyorum”

Şu habere bir bakınız! Bir tutukluya annesini bir gün için görme olanağı olursa, o kişi Silivri’den tek başına, elini kolunu sallaya sallaya gelmiyor. Yanında polis, jandarma ve cezaevi gardiyanları oluyor.
Bu habere göre Haberal Silivri’den yola çıkıp Ankara’ya gelecek, kendi hastanesinde fenalık geçirip yatırılacak ve rapor verilecek...
Günün birinde aniden sedyeye konulup Meclis’e getirilecek! Öyle ya, o kadar hasta ki, yürüyemiyor ve hastaneye yatırılmış durumda! Orada Güldal Mumcu’nun yönettiği oturumda birden bire koşmaya başlayacak, kürsüye fırlayacak, milletvekili yeminini okuyup and içecek!
Peki bütün bunlar olurken yanındaki asker ve sivil korumalar ne yapacak? Meclis kapısından içeri nasıl sokulacak?
Gazete bunları yazmıyor. Keşke yazsaydı da işin en zevkli ve renkli tarafını öğrenseydik!

***


Her gün “Allah, peygamber, din, iman” diyen Mekke kuponu kestirip okuyucularını kura ile umreye götüren bir gazete gaddarlığın böylesini nasıl yapar?
Ben yazarken utanıyorum acaba onlar utanır mı?
Emin Çölaşan / Sözcü

Yazarın Diğer Yazıları