Elin laiklik ve demokrasisinden medet ummak

Bu haftaki yazıma iki yetkiliyi karşılaştırmakla başlayacağım. Biri Ahmet Necdet Sezer, öteki Abdullah Gül. İcraatlarını şimdilik bir kenara bırakırsak, her ikisinin de çocukları var. Sezer iş başındayken bir çocuğu evlendi ve elektrik ve su parasından her türlü masrafları kendi cebinden çıkararak çocuğuna bir düğün yaptı. Tek gazeteci de bu düğünde görünmedi.
Abdullah Gül’ün ise 14 yaşındaki oğlunu bir başka bakanın, Babacan’ın şirketinde çalışıyor gösterdiği gazetelerde çıktı. Böylece bir dizi bebekleri bile çalışıyor gösteren ve yasanın açığından yararlanan kişiler grubuna dâhil oldu.Yani bir vatandaşın bile yapmaması gereken bir olay Çankaya’dan devletin başından işleme kondu. Ne kadar adil ve kurallara uygun değil mi?
Bu ikisi arasında siz karar verin, hangisinin verdiği kararlar adil ve hakkaniyet içerebilir. Kendisini seçen veya seçtiren Ecevit’e inanmadığı bir konuda anayasa fırlatan Sezer mi, yoksa işbaşına gelir gelmez yüzlerce kararnameyi bir nefeste incelemeden imzalayan Abdullah Gül mü ülke yararına karar alır veya eylemde bulunur? Bir Talabani veya Barzani’yi köşke sokmayan Sezer mi, yoksa Suudi kralın ayağına oteline giden Gül mü doğru karar verir ve tarafsız olur?
Gelelim bugünün ikinci konusuna. Biz ne hikmetse kendimize ait olanlara sahip çıkmayan başkalarının kural ve sistemlerine kültürlerine özenen bir millet haline geldik. Örneğin Amerika’ya küfreder ve sevmeyiz ama onların kültürüne bayılır, Amerikan mallarını kapış kapış alırız. Türkçeyi doğru konuşmayız ama dilimizin içine İngilizce kelimeler yerleştirmeye bayılırız. Bu yazıyı yazma nedenim ise Türk basınında sık sık gündeme getirilen demokrasiler, laik sistemler ve özgürlükler. Bütün bu saydıklarım ne yazık ki tek tip bir kural veya süreç değil.

Amerikan örnek vermek gerekirse, bu ülkenin konuştuğu demokrasi hiçbir ülkeye benzemeyen bir kavram. Burada parası olmayan kişinin siyasi geleceği yoktur. Yani yoksul bir kişinin senatör veya milletvekili olma şansı, seçilme olasılığı yok denecek kadar azdır. Yani Amerika’yı zenginler yönetir.

Bu zenginlere de para veren çıkar grupları, yani petrol şirketleri, oto veya inşaat sanayii ile sağlık sektörü veya ilaç sanayii de önünüze kendi adaylarını koyar ve siz onların bu A veya B adayına oy verir ve demokratik hakkınızı kullanarak seçtiğinizi sanırsınız. Ama sonuçta her iki aday da onların adamıdır. İşte bu yüzden bu ülkede seçimlere katılım da yüzde 50’lere zor ulaşır.
Amerika’daki laiklik ne Avrupa’ya ne de dünyanın başka bir ülkesindekine benzer. Burada devlet dine müdahale ettiği için sistem devletin dine müdahalesini sınırlamak amacını güden bir laiklik sistemini getirmiştir. Yani bizimkilerin sık sık gündeme getirdiği gibi bir amaca hizmet etmez.
Özgürlüklere gelince şu Küba’da bulunan Amerikan üssü Quantanamo’da bulunan tutuklulara bakarak buna da siz karar verin. Beş yıldır burada bulunan insanların suçları ne olursa olsun yargılanma hakları bile yok. İşkence konusunda ise bizdeki falaka, Filistin askısı bile çok hafif kaldı. Onlarsa bizi bir süre eleştirileriyle bunaltmışlardı.

Aynı tiyatrolar şimdilerde Avrupa Birliği olayında oynanıyor. ABD’nin yerini bu kez AB yetkilileri aldı. Geliyorlar, fırça geçiyorlar ve bizimkiler de önlerinde takla atıp reverans yapıyor. Onların kalemleri ise Başbakan ile onların kurdurduğu bir vakıf yöneticisinin evinde bir araya geliyor. O kişiler zaten kalemlerini AB’ye satmış veya kiralamış kişiler.

Oysa aynı Avrupa ülkeleri, teröristlere barınak sağlarken, Almanya’da ırkdaşlarımızı uykularında yakıyor. Türkiye’de Kürtçe konuşma konusunda ısrarcı olanlar, topraklarına getirdikleri Türk işçilerin kendi dillerini konuşmasına sinirleniyor. Türkiye Fener Patrikhanesi için ısrarcı olanlar, kendi kentlerindeki cami inşaatlarını engellemeye çalışıyor. İşte almaya çalıştığınız kültür, kopyalamaya çalıştığınız sistemler bunlar.

Evet, ne demiştik, el şeyi ile hareket edenler ancak elin çıkarlarına hizmet eder. Siz siz olun, kötü de olsa kendi şeylerinizi kullanıp onları iyileştirmeye çalışın.

Yazarın Diğer Yazıları