''El koyma hakkı''na başvuran amir var mı?
Aynı gün içinde iki büyük deprem felaketi yaşadık.
Yıkıldık; ve evet büyük, ağır, telafisi imkansız, tedavisi güç, travmatik yıkıldık.
Üzerinden iki hafta geçti; hâlâ enkazın altından çıkmayı başaramadık; neredeki yarayı teşhis etmek, sarmak, sarmalayabilmek.
Bugünden 15 gün öncesine dönüp de, gün gün "Biz ne yaşadık" diye düşününce; keder, hiddet ve dehşet sarmalı dışında kalan duyguların büyük bölümü "şok" ve "şaşkınlık" ekseninde; bu duyguları en yaşamaması gerekenler yaşamış üstelik de!
Yetkili/ilgili/sorumlular, afet bölgesine/bölgesinde, müdahalenin en hızlı ve doğru şekilde yapılmasını gerektiren o ilk saatlerde, sadece fiziken değil öyle anlaşılıyor ki zihnen de "hazırlıksız" yakalanmışlar depreme;
Merkez üssüne, büyüklüğüne kadar tekraren uyarıldıkları halde!
Bu nevi durumlarda, kimin, neyi, nasıl yapması gerektiği, aslında, kağıt üzerinde, bir bir yazılı olduğu, ortada bu manada bir bilinmezlik bulunmadığı halde!
*
Hem AFAD''ın resmî internet sitesinde yer alan, hem afete dair yapılan çalışmalarda atıf yapılan mevzuatın önemli ayaklarından biri, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun.
Bu kanunun "Mülki amirlere verilen olağanüstü yetkiler"i düzenleyen 6. Maddesi diyor ki;
"Afetlerin meydana gelmesinden sonra vali ve kaymakamlar (Askerler ve hakim sınıfından bulunanlar hariç olmak üzere) 18-65 yaş arasındaki bütün erkeklere görev vermeye, bedeli, ücreti veya kirası sonradan ödenmek üzere canlı, cansız, resmî ve özel her türlü taşıt araçlarına ve gerekli makina, alet ve edevatına el koymaya ve hiçbir kayda ve merasime tabi olmaksızın tedavi, kurtarma, yedirme, giydirme ve barındırma gibi işlerle bu gibi işlerin gerektirdiği acil satınalmaları ve kiralamayı yapmaya, Devlete, mahalli idarelere, evkafa, İktisadi Devlet Teşekküleri ile bunlara bağlı kurumlara ilişkin her türlü taşınmaz malları; yetmemesi halinde de diğer tüzel kişiler ile gerçek kişilere ait bina ve müştemilatı ile bahçe ve arsa gibi araziyi geçici olarak işgale yetkilidir."
Keza, aynı kanunun 7. Maddesine göre de "Afet bölgelerinde veya civarında bulunan ordu, jandarma, kıta birlik ve müessese kumandanları, hazarda, kendilerinden vali veya kaymakamlar tarafından istenilecek yardımları üstlerinden emir beklemeksizin yapmaya mecburdurlar."
*
Sivil vesayetin işkillenme seviyesini ve zaten EMASYA''nın da buna kurban edildiğini bildiğimizden asker mevzusuna hiç girmeyeceğim.
Ancak…
Deprem bölgesine ulaşabildiği halde arama-kurtarmaya başlayamayan sayısız ekip olduğunu duyduğumuz, gördüğümüz, bildiğimiz için…
Bu ekiplerin hiçbir şey yapamadan beklemek durumunda kalmalarının tek sebebinin gerekli ekipmana sahip olmamaları olduğunu duyduğumuz, gördüğümüz, bildiğimiz için…
Hem bölge insanının hem gönüllülerinin, ilk etapta enkazdaki insanları "elleriyle kaza kaza" çıkardığını, çıkarmaya çalıştığını gördüğümüz, duyduğumuz, bildiğimiz için…
Misal, canımızı en çok yakan feryatlar, "Bir hilti olsa….", "Bir keski olsa…" diye başladığı için…
Sormakla mükellef hissettim;
Deprem bölgesinde, yukarıda alıntıladığım kanun maddesi işletildi mi?
*
Ekiplerin arama-kurtarmada kullanacakları malzemelerin beklendiği o uzun saatler içinde aynı yahut benzeri malzemeye (nihayetinde sair zamanda her türlü ürünün tedarik imkanının bulunduğu büyük şehirlerden söz ediyoruz) bölgede erişmek denendi mi?
Bu nevi malzemenin ticaretini yapan yerlerden yıkılmayanlar varsa yahut yıkıldığı halde malzemesi ortalığa saçılmış olanlar, hasarlı ama girip alınacak durumda olanlar varsa bunlara "el koymak" yetkisi kullanıldı mı?
Aynı şey su, ekmek, hijyen malzemeleri, bisküvi, tıbbi malzeme için de geçerli…
"Dışarıdan" yollanan yardım ulaşana ve sağlıklı şekilde dağıtımının koordinasyonu yapılana kadar geçen sürede, mülki amirlerin, kendilerine kanunla verilmiş olan "el koyma" yetkisini kullandıkları herhangi bir alan oldu mu?
Bu yolla karşılanan herhangi bir ihtiyaç?
Kurtarılan herhangi bir insan?
*
Elbette kendileri de afetzedeydi ama bazı görevler böyledir; bütün bu hâl ve ihtimaller göze alınarak ifa edilir; o şehirlerin ilgili/yetkilileri ilk an itibarıyla "kurtarılmayı" mı beklediler yoksa "kurtarma" vazifesinin kendi omuzlarında(da) olduğu gerçeğiyle yüzleşip, zaman kaybetmeksizin, imkansızlık içinde imkan oluşturmayı da denediler mi?
DEMEK Kİ…
Zamanında ve en hızlı/doğru şekilde müdahale edebilmemiz için;
Depremin, en erken sabah namazından sonra olması, hiçbir "en yetkili"nin uyku saatine rastlamaması…
"İnilebilir" yani dolgu zemine, ovaya, kuma oturtulmamış bir havalimanı bulunan bir şehirde olması…
"Çok büyük" yahut "büyük" olmaması…
Biz hangi sorumsuzluk ve suç örneklerini sergilemiş olursak olalım, onun insaf edip fazla yıkmaması…
Tıpkı konunun ilgili, yetkili ve sorumlularının "önlem" bahsinde yaptığı gibi, depremin de "mış" gibi yapması gerekiyormuş.
Şu 15 günlük trajik tecrübeden, ben böyle anladım.
Umarım çok yanlış anlamışımdır.